Monthly Archives: January 2011 - Page 2

İleri Demokrasi

\"\"\”Avanta kömür\” muamelesini ıslıklayan taraftarı para cezasına çarptırıp, bi daha stada sokmayacaklarmış… Halbuki, para cezasına çarptırılıp, stada sokulmaması gerekenler başkaları!

Çünkü…

New York\’un \”demokrat\” valisi var, Obama\’nın has adamı, David Paterson… Bu vali, beyzbol efsanesi Yankees\’in taraftarı… Geçen seneki final maçını, en faça koltukta seyretti.

Gel gör ki, \”şerefsiz\” New York Post Gazetesi, merak eder, Yankees Kulübü\’nü arar, Vali\’nin kaç bilet aldığını, parasını ödeyip ödemediğini sorar. ABD bizim gibi \”ileri demokrasi\” ülkesi olmadığı için, \”kabile devleti\” olduğu için, \”Sana ne lan\” diyemezsin, cevaplayacaksın.

Yankees Kulübü, Vali\’ye beş tane bilet verildiğini, parasının ödenmediğini açıklar. Niye ödenmemiş? \”Resmi görevli\” olarak geleceği bildirilmiş, resmi görevliden para alınmıyor.

Gel gör ki, \”haysiyetsiz\” New York Post Gazetesi, bu sefer, neden bir tane değil de, beş tane bilet verildiğini merak eder. Araştırır… Vali\’nin iki yardımcısına, oğluna ve oğlunun arkadaşına \”avanta\” bilet aldığını ortaya çıkartır…
Haşırt diye manşet yapar.

Buyrun burdan yakın…
Manşetteki soru basittir:
\”Avanta bilet rüşvet değil mi?\”

Vali tutuşur…
Yankees\’le temas kurup, parayı ödemek istediğini söyler. Orası \”yalakalar devleti\” olduğu için, Yankees kulübü \”Reca ederim efenim, ödenmiş kabul edelim\” diyemez maalesef… Hesapları denetleniyor. \”Kredi kartı numaranızı verin, tahsil edelim\” der.

Vali \”ebelek gübelek\” der.
Çünkü, kredi kartından öderse, ödeme tarihi ortaya çıkacak. Yani, maçtan önce değil, gazetenin manşetinden sonra mecburen ödemek zorunda kaldığı anlaşılacak.

Hal çaresi?
Vali der ki:
\”Çek vereyim!\”

Verir çeki… Ancak, cinlik yapar, eski tarih atar. Böylece, sanki maçtan önce parayı ödemiş gibi olur. Sonra da utanmadan basın toplantısı yapar, \”İftira atıyorlar… İşte ödediğim çek\” der.

Gel gör ki, \”karaktersiz\” New York Post\’un manşeti, ihbar kabul edilmiştir. \”Badem bıyıklı\” polis devreye girer. Çek, adli tıp tarafından incelenir. Mürekkep testiyle, çeke atılan tarihin çakma olduğu kanıtlanır. \”Puşt\” New York Post manşeti dayar: \”Vali yalan söylüyor!\”

Hadi bakalım, New York Eyaleti Dürüstlük Komisyonu devreye girer iyi mi…

Dedim ya, orası bizim gibi \”ileri demokrasi\” ülkesi olmadığı için, böyle saçma sapan komisyonları var… Toplanır, haşırt diye 62 bin 500 dolar cezayı geçirir Vali\’ye.

2 bin 500 dolar bilet parası, 60 bin dolar yalan söylediği için!

İşin \”hazin\” tarafı… Dürüstlük Komisyonu\’nun üyeleri, bizzat vali tarafından seçiliyor. Yani, \”Koltuğumuzu ona borçluyuz, pisliğini örtelim, aklayalım\” demiyor \”nankör\” herifler!

Netice?
Uçtu vali.

Obama çıkıp \”Kefilim\” demedi. Zart diye değiştirildi. İnsan içine çıkamıyor şu anda.

Bizim şeref tribünlerine çoluğunu çocuğunu doluşturan bürokratları, VIP localarında saçını tarayarak poz veren generalleri, maçı yazmadığı halde baş köşeye kurulan gazetecileri, koltuğunu beğenmediği için kavga çıkaran siyasileri, el pençe durup ihale kapan kulüp yöneticilerini görünce… \”İyi ki ileri demokraside yaşıyoruz\” diye mutlu oluyor insan.

Demem o ki, değil ıslık…
Vuvuzela öttürsen hikâye.

Sivrisinek eskidendi çünkü…
Anlayana davul zurna saz, anlamayana sazı soksan az.

Yaygı AKP\’nin Emrine Giriyor

\"\"Sevgili okuyucularım, adına yargı bağımsızlığı denilen ve \”Adalet mülkün (devletin) temelidir\” sözüyle güçlenen kavram elden çıkıyor, bağımsız Türk yargısı hızla AKP yargısı olmaya dönüşüyor.

İki gün önce Ankara Adliyesi duman edildi. Burada 160 Başsavcıvekili ve savcı vardı. Bunlardan 90′ı cep telefonuyla cumartesi günü gönderilen emirle görevden alındı, yerlerine yeni atamalar yapıldı, görev yerleri değiştirildi. En kritik görevlere istedikleri kişileri getirdiler.

Beşiktaş adliyesinde istemedikleri tüm hakimleri sürdüler. Bunlar Ergenekon, Balyoz ve benzeri davalarda tahliye kararlannı verenlerdi.

Türkiye\’de ele tam olarak geçiremedikleri sadece ve sadece üç kurum kaldı.

  1. Türk Ordusu.
  2. Yargıtay.
  3. Danıştay.

Orduyu pasif duruma getirdiler. Onu düşman ilan edip özellikle yandaş medyaları ile üzerine gittiler. Karargahlarda arama yaptılar, belgeleri götürdüler, komutanları tutukladılar, ordumuzun ne yazık ki sesi çıkmadı! Türk Ordusu\’nu henüz ele geçiremediler ama sesini soluğunu kestiler.

Şimdi geriye kaldı sadece iki kurum: Yargıtay ve Danıştay.

AKP hükümeti buraları da ele geçirince hem adalet ve yargının, hem de Türkiye\’deki kurumların tümünü ele geçirmiş olacak. Kızılay, YÖK, Adli Tıp, Anayasa Mahkemesi dahil aklınıza neresi geliyorsa!

Yargıya siyasi saldırı öylesine inanılmaz boyutlara vardı ki, Ege ve Marmara bölgelerindeki 12 Baro Başkanı bildiri yayınlamak zorunda kaldı:

\”Yargı bağımsızlığı tümüyle yitirilmiştir. Yargı iktidar tarafından ele geçirilmektedir. Bu süreç hukuk adına büyük kaygıyla izlenmektedir. İktidar savcısı ve iktidar yargıcı gibi yeni kavramlar doğmuştur. HSYK\’nın bu dönemde yaptığı atamalar hukuka uygun değildir.\”

Bildirinin altında İstanbul, İzmir, Balıkesir, Bursa, Edirne, Tekirdağ, Yalova, Aydın, Denizli, Manisa, Muğla ve Uşak Baro başkanlannın imzaları var. Bunlar barolanna kayıtlı on binlerce avukatı temsil ediyor.

Şimdi son aşamaya geldik! Yargıyı teslim alma süreci bitmek üzere. Hükümet, Meclis\’e yeni bir tasan sevk etti. Buna göre Yargıtay\’da altı, Danıştay\’da iki yeni daire kurulacak. Ama işin püf noktası şu:

Bu durumda, AKP\’nin HSYK\’sı 250 üyeli Yargıtay\’a 130, 95 üyeli Danıştay\’a 60 yeni üye seçecek!.. Ve her iki yüksek yargı organına kendi adamlarını üye seçip, (elde zaten mevcut olanlarla birlikte) oralarda da çoğunluğu ele geçirecek.

Muhalefet partilerinin, barolann, üniversitelerin ve hukukçulann, bu aşamada ortalığı yıkması gerekir. Bakalım ses çıkacak mı!

Bizim Ahmet Lübnan\’da İş Bitiriyor!

Anlı şanlı Hariciye Nazın Davutoğlu Ahmet!.. Ünü yurtdışına taşmış dünya çapında büyük bir devlet adamı! Kerameti kendinden menkul! Ankara\’da kirasını devlete ödettiği beş katlı görkemli villada oturur.

Kirası kaç para? Çok değil, ayda sadece 39 bin Törkiş lira. (Rakama dikkat ediniz, Allah kuruşu değil.) Saunalı, jakuzili, yüzme havuzlu bir villa. Canın isteyince gir jakuziye. köpüklü banyo yap. İsteyince gir saunaya, biraz kilo ver de yediklerin erisin.

Konutunda maaşlan yine devlet tarafından ödenen tam 45 kişi görevli. Ahçılar, hizmetkarlar, garsonlar, sekreterler, temizlikçiler, idari personel, şoförler… Ve en lüks makam araçlan.

Davutoğlu Ahmet Hariciye Nazın olmadan da (herhalde) böyle yaşardı! Anasından bu lüks içerisinde doğmuştu.
Ancak bu kadarla da yetinmedi ve villanın tam karşısındaki bir apartman dairesini de koruma müdürü için yine devlete kiralattı. Oranın kirası ne kadar?

Çok değil, ayda sadece 7.550 Törkiş lira.

Emrinde ve hizmetinde devletin uçaklan…

Fakir fukara Müslümanlan Allah peygamber, din iman diye kandınp onlara üç çuval kömür ve birkaç gıda paketi vereceksin, kendin ise böylesine görkemli ve şatafatlı bir yaşamı devletin ve milletin parasıyla sürdürüreceksin!

Davutoğlu Ahmet birkaç günden bu yana Lübnan\’da \”Arabuluculuk\” görevi yapıyor. Efendim, Lübnan Başbakanı Hariri istifa etmiş, bu durumda ortaya hükümet krizi çıkmış, bizimdi de hemen oraya zıplamış ve Lübnanlılara nasihat veriyor:

\”Yine Hariri başbakan olsun, biz de elimizden geleni yapalım!\”

Kim bu Hariri? Hani şu bizim Telekom\’u peşkeş çekip armağan ettiğimiz Arap. Sayemizde rüyasında görse hayra yormayacağı yüz milyonlarca dolar kazancı bizim sırtımızdan cebe indirdi, yan gelip yatıyor. Türk insanının kesesinden hortumlanan o paralan afiyetle yiyor, Tayyip abisine dualar ediyor.

Tayyip geçenlerde bir Lübnan gezisi yapmıştı. Anımsayın, orada yüzlerce kişinin tezahüratı ve pankartlan ile karşılanmıştı. Kiralık goygoycular bağınyordu:

\”Sultan Tayyip… En büyük Erdoğan… Hoşgeldin…\”

Bu topluluğu Hariri kiralamıştı. Katılacak olanlara peşin olarak kelle başına günde 25 dolar artı kumanya vermişti. Goygoycular iki gün boyunca Arapça ve Türkçe bağırdılar. Ellerine birer de Türk Bayrağı tutuşturulan kalabalık, aynca pankartlar da açmıştı:

\”Hoş geldin Ortadoğu\’nun sultanı… En büyük Tayyip…\”

Hariri, Tayyip\’e Telekom\’dan doğan büyük minnet borcunu işte böyle, kiralık goygoycularla ödüyordu!

Davutoğlu Ahmet ve abisi Tayyip, şimdi Lübnan\’daki hükümet krizini çözmek için arabuluculuk yapmaya soyundular. Ahmet son olarak Hizbullah\’ın yetkilileri ile görüştü ve bastırmayı sürdürdü:

\”Hükümeti yine Hariri kursun.. Siz yardımcı olun, biz de olalım!\”

Sana ne Lübnan hükümetinden, bu işin neresi ırgalıyor seni?

Bütün amaçları \”Biz arabuluculuk yapıyoruz\” diye dünyayı gezmek, \”Biz çok büyük ve önemli bir ülkeyiz\” diye dünyayı bir kez daha gezmek.

Sevgili okuyucularım lütfen dikkat ediniz!.. Bunlar dünyanın neresinde bir olay olursa \”Arabuluculuk yapmaya\” soyunuyor. Iranla ABD arasında sorun mu var, bunlar soyunuyor! Suriye ile Filistin, İsrail ile Mısır arasında sorun çıktığında hemen ortaya çıkıyorlar:

\”Biz arabulucu olalım, sorunu çözelim!\”

Bugüne kadar bu istemlerinden hiçbiri kabul edilmedi. Dünya onlara güldü geçti. Buna rağmen ısrar ediyorlar, dünya basınında isimlerinin geçmesini işte böyle, her olaya maydanoz olarak sağlıyorlar.

Ey Davutoğlu Ahmet, Ankara\’da devletin ve milletin parasıyla krallar gibi yaşıyorsun. Keyfin gıcır, aldığın harcırahlar harcamakla bitmez. Her yere gidip arabulucu olmaya kalkışıyorsun. Lübnan bunu yer! İyi de Hariri kim? Senin ve Tayyip\’in babanızın oğlu mu?

Örneğin İtalya gibi Avrupa ülkelerinde de sık sık hükümet krizleri oluyor. Sıkıysa oralara da uzanıp arabuluculuk yapmaya kalkışsana! Sözün oralarda geçer mi? Yerler mi?

Yemezler. Senin gibileri havaalanından geri çevirirler!

Yazarlar

\"\"CIA işkence uçaklarının bizim memlekete şakır şakır girip çıktığının açıklandığı gün… Amerikalı kahveci Starbucks\’ın bizim memleketteki tuvaletlerine şifre koyduğu ortaya çıktı.

(Türkiye, Washington\’dan izin almadan işemeye bile gidemez diyorum, inanmıyorsunuz bana.)

Ve, hâlâ deniyor ki, yok efendim Yemen\’e vizesiz giriyoruz, vay efendim Suriye\’ye vizesiz giriyoruz filan… Kardeşim, sen önce Amerikalının kenefine vizesiz gir, ondan sonra konuş!

Neyse… Uluslararası mevzulara girmişken, hazır vize de istenmiyor, şu Tunus\’a bi girip çıkalım bari.

Tunus malum, yürrrü ense tıraşını göreyim ülkelerindendir. First lady eskiden kuafördü çünkü… Manikür pedikür, şimdi 7 milyar doları var iyi mi! Kaşımı aldırayım derken donunu kaptıran ahali, nihayet uyandı, ayaklandı. Kocası, halk kahramanıydı, 1.5 ton altınla kaçtı.

Tunus\’ta olan biten \”Acaba bizimkiler de uyanır mı\” diye, Cezayir, Fas, Mısır gibi \”böyle başa böyle tarak\” ülkeleri endişelendirdi haliyle… Çünkü, bu Tunus, algıda dünya sonuncusuydu.

Algıda derken, aman karıştırılmasın, dondurmadan bahsetmiyorum… Okuma, anlama, kavrama, sorgulama, akıl yürütme; algılama yani.

Bir araştırma yapılıyor bunun için, tüm dünyada, 2003\’ten beri Türkiye\’de de yapılıyor…Ele alınan ülkeden tesadüfen, sokaktan 5 bin kişi seçiliyor, olan biteni algılayıp algılayamadığı test ediliyor.

Finlandiya, Güney Kore, birinci… Kanada, Avustralya ikinciliği paylaşıyor. Almanya, İtalya, Fransa, Japonya gibi gelişmiş ülkeler en üst sıralarda…
Hatta, Yunanistan.

Tunus dünya sonuncusuydu.
Bi üstünde… Sondan ikinci?
Biz.

Valla size de zahmet verdim buralara kadar okutarak ama, uçak, espresso, tarak filan sayarken kendi yazdığımı kendim bile anlamadım doğrusu… N\’ooluyomuş yani, şeyedemedim.

Adam Olacaksınız!..

\"\"Öyle eskisi gibi değil işler…
Her şey değişti…
Hâlâ anlamadıysanız, anlayacaksınız…
İmamı \”Başbakan\” yaptınız, içki içmek istiyorsunuz birader…
Olmaz öyle şey…
Adam olacaksınız!..

Yok öyle açık havada bira-mira…
Rakı dört yanı kapalı yerde, sigara dört yanı açık yerde içilecek… Yok eğer, illa ikisini bir araya getirmek istiyorsanız…
Bir içeri, bir dışarı…
Koşacaksınız…
Adam olacaksınız!..

\”Çok mesafe aldık, çoğu gitti azı kaldı, inşallah onu da yaparız…\” dediğine göre adamımız…
Maazallah \”aksırıp-tıksırırken\” biri gördü mü diye sağa-sola bakacaksınız…
Şeriatçıdan demokrasi beklemek gibi bir ahmaklığı kim yapabilir?..
Ve kızlardan 45 santimetre uzak duracaksınız…
Adam olacaksınız!..

Kars\’takine kafayı taktığına bakmayın siz, bütün heykeller \”ucubedir\” aslında imama göre…
Ben söyleyeyim; sanat görmek istiyorsanız, ha bire şiir okuyor ya size… Onun şiirini bunun, bunun şiirini öbürünün adı ile… Artık hangi şiir kimindir, siz anlayacaksınız…
Adam olacaksınız!..
Duyuyorsunuzdur; aralıksız \”ahlak, terbiye, edep\” diyor…
\’Oy\’unu satan avantacı-beleşçiye 2 katrilyonluk kömür gönderirken… Ve böylece sağladığı iktidarda yandaşları bin defa köşeyi dönerken… Demek ki siz daha çooook benzini dört liradan yakacaksınız…

Sekiz yıldır biz ve okurlarımız anlatamadık gitti…
Sıradan petrol zengini bir Arap ülkesine benzemeyi istikrar ve büyüme sandınız… Cumhuriyeti yok etmeyi, laik hukuk devletini tekmelemeyi ise demokrasi…
Şimdi ben en çok; bu iktidarın \”müthiş demokratik açılımlar yaptığını\” söyleyenlerin, iki satır eleştiri yazısı yazınca, hapse atılmak üzere mahkemeye verilmelerine gülerim…
Yok öyle eleştirmek-meleştirmek…
Adam olacaksınız!..

Sokakta Oynar, Kaldırımdan Destekleriz

\"\"1 EKİM 1905\’te mektebin beşinci sınıfında edebiyat öğretmenimiz merhum Ata Bey\’in dersi esnasında birkaç arkadaş baş başa vererek Galatasaray\’da bir futbol kulübü kurmaya karar verdik.

İlk girişimciler oyuna ve mücadeleye yönelik arkadaşlardan Asım Tevfik Sonumut, Reşat Şirvani, Cevdet Kalpakçıoğlu, Abidin Daver, Kamil gibi gençlerdi.
Okulda eğitim gören Bulgar ve Sırp öğrencilerden çevik ve kuvvetli olanlar da bize katılmışlardı. Asım\’ı muhasebeciliğe, Cevdet\’i ikinci reisliğe seçmiş, kendim de reis olmuştum.
Asım her hafta arkadaşlardan birer kuruş toplamakta mahir olduğu için kendisini muhasebeci yapmıştık. Ben reisliği topu yağlayıp şişirmekle almıştım.
Topumuza evladım gibi bakardım. Zaten varımız yoğumuz da toptu.
Mektebe gelirken Domuz Sokağı\’ndan geçer, domuz yağı alırdım.
Topu onunla yağlar, şişirirdim; yamasını yeni pabucumdan kesmiştim.
Bunu gören arkadaşlar, bana hepimizden fazla paye vermişlerdi.
Yani o zaman reisliğe ve diğer vazifelere payeyi en çok çalışan kazanırdı.
Cevdet de ikinci reisliği formaları yıkadığı için almıştı.
Maksadımız İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve isme malik (sahip) olmak ve Türk olmayan takımları yenmekti.\”
(Ali Sami Yen, Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü kurucusu ve 1 numaralı üyesi.)

\”Özhan Canaydın\’ın karşımızda naif ve güçsüz duruşu dün gibi aklımda.\”
(Erdoğan Bayraktar, TOKİ Başkanı)

\”Elimizde 200 stat, 40 polis kamerasının görüntüleri var. İncelemelerini emniyetle birlikte yapacağız ve bu insanları stadımıza sokmayacağız.\”
(Adnan Polat, Galatasaray Spor Kulübü Başkanı.)

Şimdiii…
Başbakan Erdoğan, bu stat için uğraş vermiştir, teşekkür ederiz.
Yuhalanması güzel olmamıştır.
Buraya kadar mutabıkız.
Fakat…
\”Ya ne yapacaktınız? Yüz milyonlarca dolarlık Ali Sami Yen arazisinden çekildik, ihalesinden kalkacak para bütçeye, Türk ekonomisine armağan olsun…\” da demiyoruz ama Galatasaray\’a kimse \”ezik\” muamelesi yapamaz.
Kızgınım. Öfkeliyim. Kendimi zor tutuyorum.
TOKİ Başkanı unvanıyla toplanan vergiden bina diken zatın rahmetli Özhan Canaydın\’ın arkasından \”atarlanması\” için \”Terbiyesizlik etti\” demekle yetinemem.
Galatasaray kim, sen kimsin?
Kimin malını kimin kafasına kakıyorsun?
Galatasaray\’ın ölmüş başkanına laf edersen yuhalanırsın, nokta.
Al stadını ve çevre yolunu ve bağlantılarını
ve metro istasyonunu kafana çal.
Telegol\’e çıkıp \”Kimseden özür beklemiyorum\” demiş bir de.
Pişkinliğin böylesi 7/8 Hasan Paşa Fırını\’nın leziz ekmeğinde, kekinde, mekiğinde görülmemiştir.
Sen çıkıp özür dileyeceksin Galatasaray\’dan.

Bir taraftarın dediği gibi \”Sokakta oynar, kaldırımdan destekleriz…\”
\’Lise\’nin bahçesine, doğduğu yere, Grand Cour\’a döner, duvara tırmanıp seyredilir.
O bürokrata özür diletemezse, Galatasaray üyeliğini iptal edemezse Adnan Polat\’a da yuh olsun.
Sen Galatasaray Başkanı olacaksın Adnan Polat, bina memuru, stat müfettişi değil.
Yapamıyorsan -ki belli ki yapamıyorsun- çek git.
Büyük camialar bedel ödemez, ödetir.
Galatasaray\’a, Fenerbahçe\’ye, Beşiktaş\’a \”ezik\” muamelesi yapmak kimsenin yanına kalmaz.
Ölen başkanına laf ettirdin ya, çıkıp o adama \”Doğru söylemiş\” dedin ya, yazıklar olsun.
Daha lafım var ama Cem Yılmaz\’ın dediği gibi \”kamera kaydediyor…\”

Üç Günden Beri Galatasaraylıyım

\"\"Galatasaraylılar kömürü kabul etmediler…
Bu nedenle üç günden bu yana Galatasaraylıyım…
Bir gurur yoksulluğunun ortasında, kim bilir kaç insan kendini Galatasaraylı hissetti, o gururun ucundan-köşesinden bir parça tatmak için…
Hani aç kalmış kuşların ekmek kırıntısına koşması gibi…

Spor yazısı deyince, futbol camiasını ve taraftan yıllarca \”ülke sorunlarına duyarsızlıkla\” suçlayan bir yazar olarak, ömrümde ilk kez taraftarım…
Ve takımımı açıklıyorum:
\”Galatasaray…\”

Kimi yöneticileri ya da oyuncuları, kendi seslerinden korksalar dahi, Galatasaray bir gecede halkın takımı oluverdi… Bundan böyle takım gol yediğinde oturup ağlarım bile…

Niçin?..
Çünkü; üniversitesinden medyasına, ordusundan yargısına, aydınından halkına kadar herkesin sindirildiği ve susturulduğu bir zamanda, Galatasaraylıların önlerine konulan 600 trilyonluk ikrama(!) kanmayıp, demokratik tepkilerini bir ağızdan göstermeleri az şey midir?..

\”Galatasaraylılığın centilmenliğine yakışmadı\”, \”Misafire bu yapılmaz\”, \”Spor ahlakına aykırı\” gibi savlar normal zamanlar için doğru olsa bile; çıkar uğruna yalakalık, saygısızlıktan daha büyük suçtur…

Ayrıca \”Bize stat yaptı… Yan yolları da koydu…\” diyerek Türkiye\’de olup bitenleri görmemezlikten gelmek… Ve orada o kömür alanlardan farksız \”Türkiye seninle gurur duyuyor\” diye zıplamak…

Yakışır mıydı spor insalarına?..
Bu bir dönüm noktası da…
Anı kitapları o geceyi, karşıdevrimin \”kırılma yeri\” olarak gösterecekler gelecek kuşaklara…
Göreceksiniz…
Bundan böyle kendi partisinin devşirme kalabalıkları ya da kapalı alanlar dışında hiçbir yerde huzur içinde konuşamayacaktır padişah…
Çünkü…
Çünkü \”Tribünler\” diyordunuz…
İşte tribünler…

Re Re Re

\"\"Barcelona Belediyespor veya New York Belediyespor yokken, bizim memlekette İstanbul Belediyespor varsa…

Ankara Belediyespor yüzünden futbolun altı üstüne geliyorsa… Cem Uzan\’ın faturası Adanaspor\’a; Dinç Bilgin\’in faturası Göztepe\’ye kesiliyorsa… 1970 Kasımpaşa yok, 1980 Kasımpaşa yok, 1990 Kasımpaşa yok, 2000 Kasımpaşa yok, 2002 Kasımpaşalı iktidar, 2004 Kasımpaşa üçüncü ligde, 2005 Kasımpaşa ikinci ligde, 2006 Kasımpaşa birinci ligde, 2007 Kasımpaşa süperligde\’yse… Eski Maliye Bakanı, sanki cebinden verecekmiş gibi, Eskişehirspor\’a Ronaldinho\’yu getireceğim diyorsa… Yeni Maliye Bakanı\’nın memleketi Batmanspor\’la Fenerbahçe\’ye maç yaptırılıyor ve TRT Şeş\’ten yayınlanıyorsa… Rize\’deki Atatürk Stadı\’nın ismi siliniyor, Tayyip Erdoğan Stadı yapılmak isteniyorsa… Kafasına ampul şapkası takılan Hakan Şükür, miting kürsüsüne çıkarılıyorsa… Basketbol federasyonu başkanı, referandumda evet çıksın diye dua ediyorsa… Milli takımın maçı, Başbakanımızın iftar programı nedeniyle geç başlatılıyorsa… Hayır\’cı Fazıl Say\’ın üstünü çizip, evet\’çi Sezen Aksu kadroya monte ediliyor ve \”dev\” adamların töreni \”minik\” serçeyle yapılıyorsa… Ponpon kızlar yasaklanıyorsa… Başbakan yuhalandı diye, bütün salonun kameraları tek tek incelenip, insanlar gözaltına alınıyorsa… Ermeni açılımını futbol üzerinden yapmaya kalkıp, Azerbaycan bayrağına yasak getiriliyorsa… Bazı kulüplere seçim yatırımı olarak para aktarıldığı iddiası WikiLeaks belgelerinde yer alıyorsa… Sivas mitinginde Sivasspor atkısı, Sakarya mitinginde Sakaryaspor atkısı, Mardin mitinginde Mardinspor atkısı takılıyor; kafa ile kol arasına bağlanan taraftar atkısı, kafakol aracı haline getiriliyorsa… Efes Pilsen yasaklanıyorsa… Avrupa\’yı dize getiren 105 senelik kulübe, kömür yardımı muamelesi yapılıyorsa…

Spor siyasete alet ediliyorsa…

Herkes korkudan susar.
Gerçekleri tarih yazar.

Müebbet Adamı Halay Çeke Çeke Saldılar Birader; Şimdi De Galiba Kaçtı Diyorlar!

\"\"Hizbullah koalisyondan kaçtı.
Lübnan\’da hükümet düştü.
Bizim Hizbullahçılar kaçtı.
Hükümet koç gibi duruyor.

Sanırım bu nedenle, Lübnan Başbakanı koşa koşa Ankara\’ya geldi, ki, akıl danışsın!

Bakın, kaçtı maçtı deyince, aklıma geldi… Adamın biri, bisikletle Türkiye\’den İran\’a geçiyormuş, selesinde kocaman bir torba… Gümrük görevlisi şüphelenmiş haliyle, \”Aç torbayı\” demiş, açmış, kum çıkmış… İki gün sonra, aynı adam ıslık çala çala gelmiş sınır kapısına, çıkış yapacak, selesinde gene torba… \”Aç\” demişler, açmış, gene kum.

İki gün sonra, aynı adam pedal çevire çevire gelmiş sınır kapısına, selede gene torba… Bu sefer, polis çağırmışlar, narkotikçi gözüyle incelemişler, nafile, bildiğin kum… Delirecekler.

Bir, üç, beş, hep aynı manzara… Adam geliyor geze geze, termal kamerayla bakıyorlar, tahlil yapıyorlar, köpeklere koklatıyorlar, uyduyla takip ediyorlar, hikâye… Hep kum çıkıyor.

Aradan yıllar geçiyor. Gümrük görevlisi çarşıda rastlıyor o adama… \”İçim içimi yiyor\” diyor, \”Bu saatten sonra bi şey yapamam sana, Allah aşkına söyle, ne kaçırıyordun o torbayla?\”

\”Bisiklet\” diyor!

Profesörleri yakalıyor.
Gazetecileri yakalıyor.
Subayları yakalıyor.
Savcıları yakalıyor.
Yıllardır eşeliyor…
Kum çıkıyor, çıka çıka.

Hizbullah vınn bu arada…
Gözümüzün içine baka baka.

Domuz bağından yırtsan bile…
Gülmekten ölürsün bu ülkede.

Bilmiyorsan SUS! Da Adam Sansınlar!

Konumuz son günlerin popüler ismi Roni MARGULIES. Kerameti kendinden menkul, büyük özgürlükçü, liberteryen solcu Roni dünkü yazısında yine döktürmüş de döktürmüş.

Aslında ne bu tarz adamları ciddiye alıp cevap yazmak için zamanım var, ne de kendime böyle bir görev edindim. Ama bu sefer Roni\’nin ağzından dökülen inciler sağda solda sürekli duyduğumuz, Recep Sultan ve tebaasının da ağzından hiç düşmeyen \”Türkiye ekonomisi iyi durumda, krizden en az etkilenen ülke biziz\” zırvalığı olduğu için hiç üşenmeden birkaç saatimi buna ayırmak şart oldu. Büyük ekonomist(!) Roni bu savını desteklemek için de Gayri Safi Milli Hasıla rakamlarını göstermiş, ekonomi güçlü bir şekilde büyüyor tezine sarılmış. Dediğim gibi bu zırvalığı son zamanlarda duymaya alıştık.

Peki, bunun en ufak bir doğruluk pay var mı? Elbette ki yok.

Arkadaşın ekonomi hakkında hiçbir şey bilmediği ortada olduğu için en başından ele alalım. Dünyada kriz neden çıktı? Krizin çıkması sürpriz miydi?

Krizin çıkmasının en temel sebeplerinden biri Amerika\’da (ve İngiltere\’de) önüne gelene konut kredisi, öğrenci kredisi, taşıt kredisi, vb. krediler verilip bu kredilerin daha sonra menkul kıymetlere dönüştürülmesi.

Örnekle açıklamak gerekirse, diyelim bir banka 1000 kişiye konut kredisi verdi ve bunların 300 tanesi aşırı riskli, 200 tanesi orta derecede riskli ve 500 tanesi güvenli.

Banka bu üç yüz tane aşırı riskli konut kredisinin her birinin 300\’de birini, 200 tane orta riskli kredinin her birinin 200\’de birini ve güvenli kredilerin de her birinin 500\’de birini alarak bir havuz oluşturuyor.

Daha sonra bu parçalardan menkul kıymet denilen (Security) kısa vadeli (ortalama 3 ay) kağıtlar basılıyor ve bunlar dünyanın her yerindeki yatırımcılara satılıyor. Menkul kıymetler de Junior, Mezzanine ve Prime olarak ayrılıyor.

Junior menkul kıymetler en riskli olan kredilerden oluşuyor ve getirileri çok yüksek, çünkü borcun ödenememe ihtimali yüksek. Yukarıya doğru çıktıkça getiri de azalıyor, borcun ödenememe riski de.

Bu menkul kıymetler kredi derecelendirme kuruluşları tarafından notlanıyor, yatırımcılar da bu notlara göre bu kağıtları alıyorlar. Böylece banka için kime kredi verdiğinin hiç bir önemi kalmıyor, çünkü banka bu borçları elinde tutmuyor, bütün risk kağıtları alan yatırımcıların üzerinde oluyor. Bankaların konut ve diğer kredileri menkul kıymete çevirmelerine 1999\’da izin verildi Amerika\’da. Bundan önce bankaların ne kadar kredi verebilecekleri mevduat munzam karşılık oranları (Reserve Requirement Ratio) ile sınırlıydı. Yani bir banka 100 liralık mevduat topladıysa bunun %10\’unu rezervlerinde tutmak zorundaydı ve dolayısıyla ancak 90 liralık kredi verebiliyordu. Ancak menkul kıymetlere izin verildiği anda artık bankalar bu kısıtlamadan kurtuldular, çünkü menkul kıymetler bankaların bilançolarında görünmüyordu ve bu karşılık oranlarına tabi değillerdi.

Böylece gerçekten önüne gelene her kredi verilmeye başlandı, ödeyemeyecek dahi olsalar. Çünkü eğer krediler ödenemezse menkul kıymetleri elinde tutan yatırımcılar bütün zararı üstlenmek zomunda kalıyorlardı.

Amerika\’da halen bankaların eksik belgeyle, hatta gelir belgesi dahi olmadan verdikleri kredilerden dolayı onlarca sahtekarlık davası görülüyor.

Bunların yanına Avrupa\’da ve dünyanın geri kalanında 2000\’de patlayan dot.com balonunun yarattığı resesyondan çıkmak için aşırı derecede düşürülen faizler, Japonya\’da 20 senedir devam eden %0 faiz politikası da eklenince dünya üzerinde kredi genişlemesi tamamen kontrolden çıktı. (Büyük ekonomist Roni Bey acaba Türkiye\’de binlerce insana verilen Japon Yen\’ine endeksli konut kredilerinden haberdar mı? Japonya\’dan %1\’le borç alan yerli bankaların döviz kuru riskini krediyi alana yıkmak için kredileri yene endekslediğini, böylece olası bir Yen\’in değerlenmesi durumunda artacak ödemelerin krediyi alanların üzerine kalacağını hiç duydu mu?)

Bütün bunlarin doğal sonucu olarak 2001-2008 arasında dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş (eğer merak ediyorsa açsın rakamlara baksın) para ve kredi genişlemesi yaşandı. Bunun da elbette bütün dünyadaki ekonomilere çeşitli etkileri oldu.

Bu inanılmaz parasal genişleme Türkiye\’nin de içinde bulunduğu kalkınmakta olan ülkelere inanılmaz bir spekülatif yabancı sermaye akısına yol açtı. 2002\’den itibaren Türkiye her sene artan finansal sermaye akışı yüzünden çok yüksek oranlarda büyüdü.

Tabi Roni gibi ekonomiden anlamazsanız Türkiye\’nin rekor büyümelerinin AKP politikaları yüzünden olduğunu zannedebilirsiniz. Ama aynı dönemde dünyada neredeyse gelişmekte olan bütün ülkeler büyüme rekorları kırdı, sadece Türkiye değil. Bunun temel sebeplerinden biri elbette bu parasal genişleme yüzünden Amerika, İngiltere ve Avrupa\’dan gelen aşırı talepti. Bu zaman içerisinde örneğin Çin, parasının değerini aşırı düşük tutarak ihracatını rekor seviyelere çıkardı, büyüme rekoru üstüne büyüme rekoru kırdı.

Gelelim Türkiye\’ye. Biraz önce söylediğim gibi 2002-2008 yılları arasında Türkiye\’ye giren sıcak para, ondan önceki 20 yılın toplamından fazla! Bu zaman zarfında TCMB bütün bu olanları seyrettiği için Türk lirası saçmalık seviyesinde değerlendi dolar kuru 1.15TL\’lere kadar indi. Bütün dünya parasının dolar, Euro ve Yen karşısında değerlenmesini önlemek için yarışırken, Çin bunun için bütün Avrupa ve Amerika\’yı karsısına alırken TCMB sadece seyretti, ekonomiden anlamayan bakanlar, başbakanlar güçlü Türk Lirası ile övünmekle meşguldü o sıralar. Neden?

Nedeni çok basit: Türkiye\’nin büyümesi yıllardır tamamen döviz kurunun düşük olmasına, aşırı ithalata, yüksek cari açıklara ve borsadaki artıştan doğan servet etkisine bağlı. Bu 1980\’den beri böyle. Bu konuda yazılmış onlarca makale var, Türkiye\’nin spekülatif yabancı sermaye akışı oldukça büyüdüğünü, bu sermaye akışı kesildiği anda hemen küçüldüğünü, döviz kurunun arttığını, cari açıkların hemen cari fazlaya dönüştüğünü Türkiye ekonomisini takip eden herkes biliyor ve bu dediğim gibi onlarca makalede defalarca gösterildi. 2002-2008 yılları arasında yaşanan da tamamen 2001 krizinden sonra bu döngünün, Avrupa, Amerika ve Japonya\’daki ekonomi politikalarının da etkisiyle, tekrar başlamasından ibaretti. Yani başka bir deyişle Türkiye\’deki ekonomi politikasından neredeyse bağımsız bir biçimde ülkeye akan paralar döviz kurlarını düşürdü, ithalatı ve cari açığı patlattı. Türkiye 2007 yılında kendi cari acık rekorunu yeniledi! (Bilmeyenler için açıklayalım, cari denge en basit tabiriyle bir ülkenin döviz gelirleriyle döviz harcamaları arasındaki farktır. Eğer kazandığınızdan fazla döviz harcıyorsanız cari denge eksi çıkar ve bu paranın bir yerlerden ülkeye girmiş olması gerekir ki harcanabilsin.)

Türkiye\’nin sürekli bu döngüye girmesinin ana sebeplerinden biri ara mali ve yüksek katma değerli malları üretememesi. Bu yüzden döviz kuru düşüp içerdi talep arttığı anda ithalat patlıyor (cep telefonu, araba, dayanıklı tüketim malları vb.) Sermaye girişi kesildiği anda her şey anında tersine dönüyor, döviz kuru yükseliyor, ekonomi küçülüyor, cari acık cari fazlaya dönüşüyor. Yani Türkiye 1985\’ten beri ancak başkalarının biriktirdikleriyle büyüyebiliyor. (Sermaye girişlerine kısıtlama 1985\’te kaldırıldı.)

2008\’de de aynen bu oldu. Eylül 2008\’de kredi krizi patlayınca Türkiye\’den çok yüksek oranda sermaye çıkışı oldu, döviz yükseldi, işsizlik %16\’lara dayandı, zaten sadece ham madde ve ara mali ithal edip güya ihracat yapan sanayi üretimi çakıldı. Utanmadan Türkiye krizden en az etkilenen ülke oldu diyenler, açsın 2008 yılında dünyada en çok küçülen ekonomilerin listesine baksın, Türkiye\’nin ilk 5\’te olduğunu görecekler. Ama asıl önemli olan sonra ne olduğu. Krizle mücadele için dünyada eşi benzeri görülmemiş bir para basma yarışına girildi, Amerika\’da 2 trilyon dolar, İngiltere\’de 300 milyar sterlin, Avrupa ve Japonya\’da da benzer oranlarda para basıldı. Monetarist iktisatçıların yönettiği merkez bankaları dünyayı daha önce görülmemiş oranda paraya boğdular. Bu para bir yandan bu ülkelerde borsaları coşturup hazine bonolarındaki faizleri düşürürken, basılan paraların önemli bir kısmı yeniden aynen kriz öncesinde olduğu gibi gelişmekte olan ülkelere akmaya başladı, borsalar çıldırdı, gelişmekte olan ülkelerin hazine bonolarına inanılmaz bir talep oluştu. Tabi bu cahiller gibi dünyada olup bitenden haberiniz olmazsa sadece Türkiye\’de bunlarin yaşandığını, bunun da hükümetin mükemmel ekonomi politikasının sayesinde olduğunu zannedersiniz.

Ama öteki yandan örneğin Brezilya sermaye girişlerine kısıtlama koydu, Amerika\’ya defalarca kere bastıkları paraların gelişmekte olan ülkelerde yeni balonlar yarattığını söyledi ve en son G20 toplantısını protesto etti. Aynı şekilde Malezya gibi birkaç ülke daha spekülatif sermaye girişlerine kısıtlama koyma yoluna gitti. Ama bizim merkez bankası her zamanki gibi bütün bu olan biteni seyretmeye devam etti (Kasım 2010\’a kadar). Merkez Bankası\’nın tek görevi enflasyonla mücadele olarak tanımlandığından ve düşük döviz kurları ithalata bu kadar bağlı bir ülkede enflasyonu sürekli aşağıya çektiğinden düsen kurlar adeta merkez bankasının ekmeğine yağ sürdü.

İşte bu sebeple Türkiye\’ye 2009 Mayıs\’ından beri yeniden IMKB yine kontrolden çıktı ve kriz öncesinin de üzerindeki rakamlara yükseldi. Dediğim gibi bunun sadece Türkiye\’ye özgü olmadığından, gelişmekte olan onlarca ülkede aynı şeylerin yaşandığından haberiniz olmazsa hükümetin yalakalığını yaparsınız bu sözüm ona solcular gibi.

Bakın ne buyurmuş büyük Marksist iktisatçı:

  • Güler SABANCI Türkiye ekonomisinin, 2010\’da beklenenden çok daha güçlü bir yükseliş gösterdiğini vurguladı. Sabancı, büyümenin yüzde 8\’i geçebileceğini, kriz öncesi GSMH rakamlarının geçilmiş olacağını kaydetti.

Kim takar SABANCI\’yı? Ne anlar ki ekonomiden?

  • Üçüncü çeyrekte Avrupa\’nın en hızlı büyüyen ekonomisi yüzde 6,9\’la İsveç olurken, son altı çeyrektir kesintisiz büyüme sergileyen Türkiye yüzde 5,5 ile onu izledi. Türkiye\’nin yılsonunda Avrupa\’nın büyüme şampiyonu olacağına kesin gözüyle bakılıyor.

Büyüme de neymiş? Bize ne?

  • İmalat Sanayi Üretim Endeksi Kasım ayında yüzde 9,7 artış kaydetti.

Aman, sen de!

  • İşsizlik Eylül ayında yüzde 11,3\’e indi.

İnsin, kim takar?

İlginç memleket vesselam! Sağcısı padişahları tartışmaz, Kemalist\’i Kemal\’i tartışmaz, solcusu ekonomiyi tartışmaz!

Türkiye\’nin en büyük sanayi grubunun CEO\’sunun ağzından ekonomi analizi yapan Marksist! Marx mezarında ters dönmüştür kesin. Madem bu kadar meraklısın büyüme rakamlarına Roni, yarın da bu büyümenin nereden geldiğini anlat da görelim. Bu büyüme sürdürülebilir mi onu anlat.

Büyümenin ne kadarı düşük döviz kuru yüzünden çıldıran ithalata, ne kadarı borsanın artmasıyla finans sektöründe oluşan inanılmaz karlara bağlı onu anlat. Bahsettiğin sanayi üretimi büyümesinin ne kadarının ara mali ithal edip montaj yapan araba, dayanıklı tüketim mali endüstrilerinde olduğunu anlat. Hatta sana bir de tüyo veriyim. Aç 2000 yılının rakamlarına bak, büyüme rakamlarına, sanayi üretimi rakamlarına, cari acık rakamlarına, bir karşılaştır bakalım bugünle ne göreceksin. Hatta 1985\’ten beri bak bakalım bu rakamlara, sürekli aynı şeyin yaşandığını görebilecek misin? Türkiye 6 çeyrektir büyüyormuş. Evet, Mayıs 2009\’da gelişmiş olan ülkeler deli gibi para basmaya başladığından beri büyüyor, sürekli artan cari açıklarla, finans sektöründe yaratılan suni karlarla ve bunun toplam talebe olan etkisiyle büyüyor. Daha bundan haberin yok, bir de iktisatçılık taslıyorsun.

Gelelim diğer konuya. Neo-klasik iktisadın dahi büyüme rakamlarının ekonominin gidişatı hakkında bir gösterge olmadığını kabul etme noktasına geldiği bugünlerde, büyümenin toplumun refahına olan etkisinin kesinlikle birebir olmadığını gösteren yüzlerce makale yayınlanmışken büyüme rakamlarıyla hükümet şakşakçılığı yapmanın adı Marksizm olmuş. Saçma sapan enflasyon sepetleri kullanarak verilen düşük zamlarla reel ücretlerin düşürüldüğünü, reel ücretlerin (yani alım gücünün) düşmesinin (ve elbette ki rekor seviyede yabancı sermaye girişinin) işsizliğin düşmesindeki ana etkenlerden biri olduğunu bilmiyorsun. İşçi sınıfının gelirinin ne kadarını besin, barınma, ulaşım ve yakıt için harcadığını ve bu kalemlerdeki enflasyon oranını bilmiyorsun. Çok sevdiğin hükümetin son icraatının dolaylı vergilerle (KDV, Özel Tüketim Vergisi vb.) halkın sırtına binerken yabancılara hazine bonosu alımlarında vergiyi sıfıra indirmeyi planlamak olduğunu bilmiyorsun.

Türkiye\’nin en büyük iki et üreticisi firmanın (Banvit ve Koç Grubu) daha bu hafta ithal et fiyatlarıyla rekabet edemedikleri için üretimi durdurma kararı aldığını bilmiyorsun, saçma sapan büyüme rakamlarıyla ekonomi iyiye gidiyor diyorsun. Bu saçmalıkları benim ekonomi birinci sınıf öğrencilerim bile iddia etmez.

Ekonomistin görevi bugünün rakamlarına bakarak yağcılık yapmak değil, sürdürülebilir bir büyümenin olup olmadığını ve asıl önemlisi kağıt üzerindeki büyüme rakamlarının halkın refahına ne kadar katkı yaptığını araştırmaktır. Evet Roni, işine gelmese de Türkiye ekonomisi berbat durumda ve 1985\’ten beri sürekli içinde olduğu döngünün çıkış evresinde. Sana söyleyeyim ne olacağını: Amerika, Avrupa ve Japonya para basmayı durdurduğu anda, ya da bu ülkelerde borç krizi çıktığı anda (ki ikisi de yakında olacak, tek sorun ne zaman olacağı) bütün bu paralar Türkiye\’den çıkar ve 2001\’de, 2008 Eylül\’de ne yaşandıysa aynısı olur. Tabi birkaç farkla: Yıllardır devam eden düşük döviz kuru yüzünden yok olmuş bir sanayiyle, hayvancılıkla, tarımla birlikte. İşte o zaman bu ülkenin insanları yiyecek ekmek dahi bulamaz.

İktisat çok enteresan bir bilim. Bilen de bilmeyen de saatlerce ekonomi üzerine ahkam kesebiliyor, çünkü herkesin ekonomi hakkında öyle ya da böyle bir fikri var.

Ama öte yandan, ekonomik ilişkiler öylesine karmaşık ki, eğer yığınların cehaletine güvenip, Roni gibi doğru düzgün bir şey bilmeden atıp tutmaya başlarsanız, bunu da ulusal gazetelerin birindeki köşenizden yapmaya başlarsanız, bir gün bilen biri gelip ağzınızın payını verir, susar oturursunuz.

Ne yalan şöyleyim, geçenlerde kafasına yumurta yediğinde Roni, bunu yapanlara hak vermemiştim. Ama şu son yazısından sonra kendisinin müstehakı koli koli likit Unakıtan yumurtalarıdır.

Eskiler ne güzel söylemiş: Bilmiyorsan sus da adam sansınlar!

Not: Solcular ekonomiyi tartışıyorlar Roni, hem de her gün. Yanlış yere bakarsan göremezsin tabi.

Gerçekten Marksist iktisat okumak isteyenler Erinç YELDAN\’ın, Korkut BORATAV\’ın makalelerine baksınlar. Bağımsız Sosyal Bilimciler

Dr. Devrim YILMAZ
York Üniversitesi Ekonomi Bölümü

Muhteşem Memleket

\”Muhteşem Yüzyıl\” dizisi için \”Tarihe mal olmuş şahsiyetin mahremiyetine hassasiyet gösterilmedi\” diyen 74 bin kişi kızdı ve RTÜK\’e başvurdu diyorlar…
Eeee millet hassas…
Şu bizim muhteşem sekiz yılda insanların yatak odalarına girildi, kadınlarının-kızlarının mahrem bantları yandaş medyaya dağıtıldı, iç çamaşırlarının olduğu çekmeceler taşındı…
Hassas vatandaş rahatsız olmadı…
Kendisi de zaten telefonla eniştesiyle konuşmaya korkuyor hımbıl…
Ama dizide Kanuni Sultan Süleyman\’ın mahremiyetine girildiğine kızdı…

Dizide gördüğünüz (ki ben ömrümde ilk kez bir diziye oturup baktım) o sevimli küçük Veliaht Mustafa var ya…
İleride Sultan Süleyman onu boğduracak… Koklayarak öptüğü bebeğini, dilsiz cellatlar boğarken de hırıltılarını yan çadırda dinleyecek…
İyi mi?..

\”Muhteşem Yüzyıl\” dediğiniz, yağmaya ve istilaya dayalı ekonomisi, bebek yaşta annesinden-babasından koparılmış devşirmelerden ordusu, adı ve kimliği değiştirilmiş insanlardan oluşan devleti, saçından sürüklenerek getirilmiş el kızlarının hamama sokulup sokulup padişaha sunulduğu, kalanlarının paylaşıldığı, babanın oğlu, kardeşin kardeşi boğdurduğu ve ha bire kafaların kesildiği öyle bir yüzyıl işte…
Eksik bile; ya sarayın \”oğlan\”larını gösterselerdi…

AKP\’nin Batı\’dan uzaklaşıp Araplara kayması \”Neo Osmanlı\” diye tam da millete yutturulurken… Ve o gaza gelmiş muhteşem zat eski Osmanlı topraklarında kılıç kuşanırken oldu bunlar…

Ve dizide \”milli ve manevi değerlerin rencide edilmesine\” kızdı demek ki vatandaş…
Atatürk\’e televizyonda hakaret ettiler, kılı kıpırdamadı…
\”Türk\” kelimesini ekranlarda aşağıladılar, tınmadı…
Cumhuriyetimizi tekmeliyorlar, alınmadı…
Ama diziye bakınca \”milli ve manevi değerleri\” incindi…
Muhteşem memleketin…