\”19 Kasım 1871′de yürürlüğe giren \”Dersaadet Tahvilat Borsası Nizamnamesi\” Türkiye\’nin ilk esham ve tahvilat borsasını düzenleyici hükümleri içeriyordu. Bir hükümet komiseri ve maiyetinde yeteri kadar yardımcısı memur ile Hükümetin devamlı kontrolü altına giren Galata Borsası, 1928′lere kadar dünyada eşi görülmemiş spekülatif hareketlere sahne olmuştu.
Borsa oyunlarında kolay para kazanma yollarının açılması üzerine, yabancı borsalarda tutunamayan birçok banker ve simsar veya kumarbaz, Galata Borsası\’nı istila etmişti. Bu da 19. yüzyılın son çeyreğinde, İstanbul\’un iş aleminde büyük değişmelere yol açmıştı. Avrupa\’da sanayi devriminin başlaması ile bir ayağı İstanbul\’da olarak başlayan yabancı tüccarlar, komisyoncular, satıcılar, perakendeciler; borsa para getiren bir yer olmaya başlayınca, bu kente iki ayakları ile basmaya başlamışlardır. Böylece, İstanbul\’da ve kısmen de İzmir\’de müteşebbis, tüccar, mağaza ve dükkan sahibi yeni bir Levanten sınıfı oluşmuştur. Bu defa, borsa oyunları ve bankerlik büyük kazançlar vaadetmeye başlayınca, ikinci bir akın başlamıştı. Özellikle borsa oyunlarında acemi olan yerli bankerler karşısında kısmen bir üstünlük temin etmeleri, bu akını hızlandırmıştı.\” (Bir ülke Nasıl Batırılır, Ersal Yavi, S.231)
\”… İnsan için alemde akçesini, evini, aklını, vücudunu telef edecek konsolid oyunundan daha tahrip edici illet tasavvur edilemez. Şimdiye kadar konsolid oyunları ile meşgul olanların ahvali pür melalini gördük ve halen aynı esefle görmekteyiz. Nice aileler batmış, nice hanedanlar göçüp gitmiş, ünlü ünsüz kişiler kemali yasdan kendini idap edip ciğerparelerini yetim ve fakir bırakmıştır.
…
Mesela Kerim bey, elli kuruşa yirmi bin konsolid alır. Onun üzerine borsada bir haber neşrolunur. Tenzili iltizam edenler o haberi ilk olarak cazip bir şekle sokup yaymaya çalışırlar. Konsolid dört beş kuruş mutlak tenzil edecek derler ve yalandan kendileri dahi birkaç bin konsolid satarlar. Biçare Kerim bey bu hali işitir ve borsada bir hayli konsolid satıldığını da hemen haber alır. Sermayesi görür ki, seksen ve yahut yüz bin kuruş kadardır. Şimdi bu havadis doğru olup da konsolid dört beş kuruş tenzil ederse, sermayesi olan yüz bin kuruş bir kaç saat içinde tamamen mahvolur. Bu sebeple büyük telaş ve heyecan gösterir. Mubayaacısına der ki, elli kuruşa aldığım yirmi bin konsolidi borsaya git, hemen sat. Şimdi biraz zarar edelim. Mubayaacısı gider kırk dokuz kuruş yirmi paraya satar. Kerim bey on, on iki bin kuruş zarar eder de memnun ve müteşekkir olur ki, bu büyük zarardan kurtulmuştur. Sonra Kerim bey ve Kerim bey gibi olanlar artık konsolid bundan sonra tenzil edecek fikrine kapılmış olur. Gider bir çok konsolid satarlar. Büyük oyuncular bilirler ki, hariçten gelenler bir çok binlik konsolid sattılar. Üzerine iş çevirirler. Maliye Hazinesi büyük bir borçlanma yapmaktadır. İmzalar kondu diyerek her taraftan havadis neşretmeye başlarlar. Konsolid bir kaç kuruş fırlayacak diye satanları pişman ederler. Yine Kerim bey ve Kerim bey gibi hariçten olanlar büyük zararlara girmiş olmamak için sattıkları miktarları hemen bir kaç kuruş daha pahalı satın alırlar. Bundan dahi diğer zarar görürler. Kerim bey ve onun gibiler artık bu defa konsolid fırlayacak derler, tekrar alırlar. Büyük oyuncular konsolid tenzil edecek diye tekrar havadis neşrederler. Kerim beyler tekrar telaş ve heyecana düşerler ve şayet tenzil için neşrolunan havadisin gerçek olmadığına vakıf olup da aldıkları konsolidin birkaç para tenzil etmişken satmazlar da sebat ederlerse dahi hiç karları olmaz. Haklarında iş daha fena olur. Büyük oyuncular yine ısrar ederler ve konsolid satarlar, konsolidin fiyatı tenzil eder.
… Hülasa büyük oyuncular dikkat ederler, halk hangi tarafa giderse onlar öbür taraftan giderler. Böyle oynamazlarsa kazanamazlar. Halkın iktidar ve malumatı telaş ve dehşet, korku ile dolu olduğundan büyük oyuncular istedikleri gibi fiyatları çevirirler. Konsolid Hanı içinde borsa işlerini yürüten 600 kişi çalışır. Bunların hiçbir zanaatleri, yani cemiyeti beşeriye ile ilgili bir beceri ve işleri yoktur; işleri hava oyunlarıdır.\” (Borsa Komiser Abidin bey)
3 Kasım 1839, tarih kitaplarına sadrazam Mustafa Reşit Paşa\’nın, Gülhane Parkı\’nda yabancı devletlerin elçileri ve büyük bir halk topluluğunun huzurunda Tanzimat Fermanı\’nı okuduğu tarih olarak geçiyordu. Can, ırz, namus ve malın korunmasından vergi toplanmasına, halkın askere alınmasından azınlık haklarına kadar pek çok konuda önemli değişimleri kayda geçiren Ferman, Osmanlı\’da yeni bir dönemin de başlangıcını haber veriyordu.
İmparatorluğun gerileme süreci bir çöküşe dönüşmek üzereyken Tanzimat, süreci durdurmak amacıyla hazırlanmış olsa da çöküşü hızlandırmaktan başka bir işe yaramadı. Ferman Osmanlı\’nın ilk anayasal düzenlemesiydi ve ilk kez bir Sultan, kendi üzerinde bir güç olduğunu kabul ediyordu. Tanzimat Fermanı ile azınlıklara bazı haklar verildi. Bu haklar, daha sonraki yıllarda dönemin Avrupa Devletleri\’nin Osmanlı\’nın içişlerine müdahale bahaneleri olacak, Osmanlı kısa zamanda kendi egemenlik alanında kontrolü kaybedecekti.
Fermanın ilanından sadece 15 yıl sonra, 1854′de Osmanlı ilk dış borçlanmasına gidiyor, Kırım savaşı\’nın masraflarının finansmanı için Palmer ve Goldshmildt şirketlerinden 2.57 Milyon Osmanlı Lirası borç alınıyordu. Borç sarmalı kısa zamanda büyüyecek, 1875 yılına kadar Osmanlı\’ya borç olarak geçen nakit para 2,5 milyar frank\’ı bulacaktı. Bu dönem boyunca Osmanlı\’nın faiziyle beraber ödediği para miktarı ise 4,811 milyar frank\’tı. Avrupa\’da faiz oranlarının %5′lerde seyrettiği dönemde Osmanlı borçlanması, risk payı eklenerek %25′e varan faizlerle yapılmıştı. Oysa ilk borçlanmadan itibaren Osmanlı yeni borçlanmalar pahasına borcunu düzenli bir şekilde ödemiş, en sonunda borçlar ödenemez seviyelere yükselmişti.
Sürekli ve yüksek faizle borçlanma, spekülasyon için müthiş bir ortam yaratmış, kısa zamanda büyük kazanç potansiyeli, Osmanlı tahvillerinin alınıp satıldığı Galata Borsası\’nı yerli ve yabancı spekülatörler için bulunmaz bir cennete çevirmişti. Galata borsasında cirit atanlar, şüphesiz sadece yerli ve yabancı bankerler değildi. Borsanın baş oyuncuları arasında saray efradı ve Rus sefiri İgnatiev gibi diplomatlar da yer alıyordu. Galata borsasındaki iniş çıkışlarda oluşan büyük karların yarattığı cazibe, Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithad Paşa gibi ünlü tarihi kişilikleri, başta Valide Sultan Pertevnihal olmak üzere Osmanlı haremini de kendisine çekmekteydi. \”Hava oyunları\”ndan büyük kazançlar elde ettiği söylenen Rus elçisi İgnatiev\’in İstanbul\’da Rus Çarı\’nı kıskandıracak bir hayat sürmekte olduğu rivayet ediliyor, dönemin ünlü bankerleri Zarifi ve Hristaki\’nin servetleri dilere destan oluyordu.
Osmanlı ordusu Balkan cephelerinde büyük zayiatlar verir, Osmanlı halkı yoksulluk ve açlıktan kırılırken İstanbul seçkinleri hava oyunlarından büyük kazançlar elde etme peşindeydi.
3 Ekim 1875′de Galata Borsası\’nda bir anda konsolidde ve diğer Osmanlı tahvilatı\’nda satış fırtınaları esmeye başladı. Tahtta Sultan Abdülaziz, sadarette sırtını Rus elçisi İgnatiev\’e dayadığı için adı Nedimov\’a çıkmış Mahmud Nedim Paşa vardı. Osmanlı devleti mali krizle boğuşurken, nazırların her biri bir bankerle anlaşıp borsa oyunlarından para kazanmaya çalışmaktaydı. 6 Ekim günü konsolid faizlerinin ödemesinin yapılacağı gündü, ancak hazinede faizleri karşılayacak para bulunmamaktaydı. 5 Ekim akşamı Nedim Paşa, içlerinde Maliye Nazırı Yusuf Paşa\’nın da olduğu, devletin önde gelen dört paşasını yalısına davet etti ve geç saate kadar yalısında alıkoydu. Ertesi gün tarihi bir karar duyurulacaktı. Paşa\’lar, kararın duyurulmasından kimseye bahsetmeyecekleri üzerine yemin edip Kuran\’a el bastılar.
Ertesi gün Basiret ve Vakit gazeteleri Hükümet kararnamesini yayınladı: Faizler yarıya düşürülmüştü. Aslında ilan edilen devletin iflasıydı. Hazine, ihraç ettiği bonoların faizlerini ödeyemeyeceğini duyurmakta ve moratoryum ilan etmekteydi. Bir anda Osmanlı borçlanma senetleri büyük bir hızla değer yitirdi. Elinde Osmanlı konsolidi olanların çoğu büyük zararlara uğrarken hükümetin planından haberi olan birkaç kişi, kararnamenin açıklanmasından bir kaç gün önce ellerindeki konsolidleri en iyi fiyattan elden çıkartarak büyük kazançlar elde etmişlerdi. Bunlardan biri, Sadrazam Nedim Paşa\’ydı. Paşa kararnameden bir gün önce bankerlerine haber uçurmuş ve elindeki bütün konsolidleri satmıştı. Bu işten kazançlı çıkan bir diğer şahsiyet de daha sonra sadrazamlığa gelip şüpheli ölümünden sonra Hürriyet Kahramanı ilan edilecek olan Şura\’yı Devlet Reisi (Danıştay Başkanı) Midhat Paşa\’ydı. Yeminine sadık kalarak konsolidlerini satmayarak iflas edenler de vardı: Maliye Nazırı Yusuf Paşa gibi.
Kararname ilan edildiğinde, Osmanlı tahvilleri sadece iç piyasada değil, yurtdışında da yatırımcılar tarafından tutulmaktaydı. En büyük zarara uğrayanlar da içeride ve dışarıda Osmanlı tahvilatı ve senetlerini tutmakta olan bu küçük tasarruf sahipleriydi. Kararnameyle aslında yıllık faiz ve anapara ödemesi yarıya indirilmişti, ancak buna karşılık ödenmeyen yarım için yeni tahvilat verilecekti. Bir bakıma tahvilat sahipleri için herhangi bir zarar sözkonusu değildi, fakat tahvilatın borsa değerleri yarıya düşmüş, verilen teminata kimse inanmamıştı. Sadrazam Nedim Paşa\’ya bu operasyon için akıl veren İgnatiev bir taşla iki kuş vurmuştu. Hem bu işten büyük paralar kazanmış, hem de Osmanlı ile İngiltere ve Fransa\’nın arasını açmayı başarmıştı.
Aslında, İngiliz ve Fransız elçilerinin bu kararnameden habersiz olduklarını düşünmek fazlasıyla saflık olur. Muhtemelen bu iki ülkenin elçileri de faiz ve anapara ödemelerinin yarıya indirileceğinden haberdardı. Hatta bu fikri ilk kez onların ortaya atmış olması ciddi bir olasılıktı. Olan, büyük kazanç hayalleri ile Osmanlı tahvilatı ve senetlerine yatırım yapan yatırımcılara olmuştu.
\”Bir çok memurun, bir çok tüccar, bir çok ağalar, bir çok dükkancılar, bir çok esnaf on beş yirmi sene içinde emeği ile kazanmış ve halen ve istikbalen vasıtayı saadet hali bulup kafi görmüş olduğu nakdini konsolid belasıyla yirmi otuz günün içinde kayıp ve telef edip, eli bağrında kalmış ve ne yapacağını bilemeyip müebbeden bir ümitsizlik ve eziklik içinde mahvolup gitmiştir.\” (Borsa Komiseri Abidin Bey)
İflasın ilanından sonra Osmanlı borçlarının ödenmesi için bir tek yol kalmıştı; devlet gelirlerinin hemen tümünü dış borçlara karşılık göstermek ve bu gelirleri toplama işini de Düyun-u Umumiye adı verilen, bir tür garantörler şirketine devretmek.
Dönemin Avrupa basınında yayınlanan bazı makalelerinde ifade edilen görüşler şu şekildedir:
\”Şu anda Türkiye\’ye yapılabilecek tek hizmet, gelir ve gider düzenini, gerçek kuralları iyi bilen, Sultan\’ın bile müdahalesine izin vermeyecek şekilde düzenlenmiş engelleme ve sınırlamalarla korunan, prensip sahibi devlet adamlarının ellerine bırakarak ciddi bir şekilde garanti altına alana kadar, hangi nedenle olursa olsun bir tek şilin bile vermeyi reddetmek olabilir.\” (9 Ekim 1873, London Times)
\”Her yeni borcu onaylayanlar bilmelidirler ki, yaptıkları eğer bütün sistem radikal bir şekilde değiştirilmezse sonunda herşeyi tüketecek olan bir yangını körüklemekten başka bir şey değildir.\” (7 Kasım 1874, London Times)
İflasın Sonuçları
\”Osmanlı\’yı 1875′te borç ödeyemez duruma getiren olaylar ve olgular dizisinde, yaşadığı küreselleşme süreci çok büyük rol oynadı. Bir kere,…, Batı borsalarında yayılan mali kriz ve durgunluk, finans yoluyla bu piyasalarla içiçe geçen Osmanlı\’yı da etkisi altına almıştı.
Ancak sorunun daha derinde yatan nedenleri de vardı: Bir kere, borçlanmanın \”altın kuralı\” olan \”borcun faiz haddinin sağladığı gelir artış haddinin altında kalması\”nın yerine getirilmesi sözkonusu olamazdı. Nedeni borçların gelirin artması yolunda kullanılmaması, zaten GSMH\’de herhangi bir artış belirtisi olmaması, borçların cari harcamalarla çarçur edilmesiydi.\” (Tanzimat\’tan 21. yüzyıla Türkiye Ekonomisi, Gülten Kazgan, S.26)
Osmanlı 1875′te borçlarını ödeyemez duruma düşünce, zorlu bir süreç başladı. 1876′da Meşrutiyet\’in ilanı, prestij kaybını telafi etmeye yetmedi. Önce Osmanlı-Rus savaşı\’ndaki yenilgi, ardından Meşrutiyet\’in kaldırılması ile başlayan mutlakiyetçi süreç iç çatışmaların da artmasına neden oldu.
1881 yılının son günlerinde ilan edilen Muharrem Kararnamesi, Osmanlı maliyesini düzene sokacak uluslararası bir komisyonun İstanbul\’da kurulmasının da önünü açmış oldu.Düyun-ı Umumiye İdaresi örgütlenmeye başladı. İdare\’nin kuruluş amacı, alacaklı ülkelerin Osmanlı borçlarını tahsil edebilmek için mali denetim kurmasıydı. Kısacası, Osmanlı mali bağımsızlığını kaybetmişti.
\”Düyun-ı Umumiye\’nin yönetim kurulu, İngiltere ve Hollanda\’yı temsilen bir, Almanya, Fransa, İtalya, Avusturya ve Osmanlı Devleti ile Osmanlı Bankası ve Galata bankerlerini temsilen yine birer olmak üzere sekiz üyeden oluşuyordu. Düyun-ı Umumiye\’ye tuz, pul, ipek, tütün, balık avı ve alkolden alınan vergiler ile damga resmi gibi gelirler bırakılmıştı. Avrupa sermaye çevrelerinin baskısı ile tütünden alınan vergiden elde edilen gelirin artırılması amacıyla bu ürünün üretimi denetim altına alındı ve 1884 yılında Tütün Rejisi adında bir şirket kuruldu.\” (T.C. Dışişleri Bakanlığı, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü)
Binlerce memur çalıştıran Düyun-ı Umumiye ekonominin geçici olarak toparlanmasını da sağlamıştı. Tahminlere göre 1889-1914 arasında milli gelir artışı %56 civarında olmuş, 1900′lerde büyük kısmı yabancı kaynaklı olmak üzere, yatırımların GSMH\’ye oranı %8 civarında seyretmişti. Ancak artık Osmanlı, ekonomik ve siyasi bağımsızlığını kaybetmiş bir \”hasta adam\”dı. 19. yüzyılın son ve 20. yüzyılın ilk çeyreği Osmanlı\’nın hızla çözüldüğü, iç çatışmaların, sadrazam değişikliklerinin ve hükümet darbelerinin, suikastler ve sürgünlerin zirveye çıktığı bir dönem oldu. Osmanlı\’nın toprak kaybı bu dönemde hızlandı. 1912 yılına gelindiğinde Balkanlarda Osmanlı\’nın elinde sadece Arnavutluk ve Makedonya kalmıştı. Mısır, Tunus ve Kıbrıs elden çıkmış, Osmanlı Anadolu\’ya sıkışıp kalmıştı. 18 Nisan 1912′de İtalyan donanması Çanakkale Boğazı\’nı topa tutmuş ve 12 adayı işgal etmişti. İtalya bununla da yetinmeyerek 28 Eylül 1912′de 30 bin kişilik bir orduyla, Osmanlı\’nın Kuzey Afrika\’daki son toprağı olan Trablusgarp\’a saldırdı. İtalya Trablusgarp\’a saldırdığında karşısında bulduğu güç 1700 Osmanlı askeri ve bu cephede gönüllü olarak savaşmaya gelen, Mustafa Kemal\’in de içinde bulunduğu idealist bir kaç subaydan ibaretti. Doğal olarak bu umutsuz direnişin bir sonuca ulaşma şansı yoktu. İşte tam bu günlerde Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ birleşerek Osmanlı\’ya saldırdı. Kısa zamanda Selanik Yunan ordularınca işgal edildi. Yanya, İşkodra ve Edirne kalelerinin direnişi hariç Osmanlı savunması tamamen çöktü. Osmanlı orduları Çatalca\’ya kadar çekilirken Bulgar orduları İstanbul sınırlarına kadar dayandı. Bozguna uğrayan ve dağılan ordu perişan bir halde geri çekilirken onbinlerce sivil göçmen de umutsuzca ve perişan bir halde Balkan ordularının önünden kaçıyordu. Osmanlı 30 Mayıs 1913′te imzaladığı Londra antlaşmasıyla Trakya ve Edirne\’yi Bulgarlara, Güney Makedonya, Selanik ve Girit\’i Yunanistan\’a, Kuzey ve Orta Makedonya\’yı Sırbistan\’a, Silistre\’yi Romanya\’ya bırakmak zorunda kaldı. Arnavutluk ise bağımsızlaştı. Keşan, Enez, İpsala, Uzunköprü ve nihayet Edirne, 1913 Temmuz\’unda Balkan devletlerinin birbirine düşmesinden yararlanan Osmanlı ordusunun taarruzu sonucu geri alınabildi. Ancak 19. yüzyılın ilk 15 yılında yaşananlar bile en kötüsü değildi. II. Dünya Savaşı\’nda alınan büyük yenilgi Osmanlı\’yı Mondros ve Sevr\’e kadar götürecek, İstanbul ve İzmir de dahil olmak üzere neredeyse tüm Osmanlı toprakları işgal edilecekti.