Monthly Archives: February 2011 - Page 2

Uyku Kardeşim Ver Elini

\"\"Diyorsun ki \’Ne var kardeşim bunda? Yoksula, ihtiyacı olana kömür dağıtıyor devlet. Sosyal devlet demiyor musun? Al işte sana sosyal devlet.\’
Peki devlet o dağıttığı kömürü kimden alıyor?
Nasıl alıyor?

Mesela…
Geçtiğimiz gece hepimiz uyurken ki bunun gece olmasıyla alakası yok genelde zaten uyuyoruz, Torba Yasa Meclis\’ten geçti…
Ondan önceki akşam uyurken de Yargıtay ve Danıştay\’a yeni daireler açılsın diye yasayı geçirmişlerdi zaten…
Haliyle yine uyuyorduk…
Hatta Yargıtay Başkanı, Cumhurbaşkanı ile görüştü. \’Lütfen onaylamayın. Bu sorunları çözmez. Aksine daha içinden çıkılmaz hale getirir\’ dedi…
Bilmiyorum bunları söylerken gerçekten Gül\’ün onaylamayacağına dair bir umudu var mıydı içinde?
Varsa eğer dünyanın en iyi niyetli insanı o zaman Hasan Gerçeker.
Nitekim Cumhurbaşkanı muhtemelen King\’s Speech filmini izledikten sonra şak diye onayladı.
İçinde ne olduğunu bile bilmediğimiz torbanın onaylanması ile birlikte şunu da öğrendik.
Son anda bir madde eklenmiş ve Türkiye Kömür İşletmeleri\’nin (TKİ) ihalesiz kömür almasına olanak sağlanmış.
Tam da seçime az kala…
Tam da milyonlarca ton kömür alınıp üzerine koskoca \’BAŞBAKANLIK\’ yazılı çuvallarla dağıtılmadan hemen önce.

\’Sosyal devlet\’ yoksul vatandaşına kömür dağıtacak…
Hatta kimi valiler bile kamyonlara atlayıp bu dağıtım işini bizzat yapacaklar.
İhtiyacı olan olmayan beleş kömürleri kapışacaklar.
Peki nereden, kimden alınacak o kömürler?
İhale yok artık…
TKİ istediği firmadan, istediği gibi alacak…
Bu arada kim o kömürü alacağı parayı koyuyor TKİ\’nin cebine?
Devlet değil mi?
Devletin kasasına para nereden geliyor peki?
Pışt birader…
Sana soruyorum…
Devlet diyorum, vergiler diyorum, ihalesiz kömür alımı diyorum…
Bak yine uyumuş…

Büyüklere Masallar

\"\"Karınca yıllarca dirsek çürütmüş, okumuş, çalışmış, namerde muhtaç olmamak için didinmiş, zor günlere hazırlık yapmaya gayret etmiş…
Ağustos böceği ise, yan gelip yatmış, elde avuçta ne varsa satmış, orman tarihinde görülmemiş borca girmiş, vur patlasın çal oynasın, harcamış.

E okumak, çalışmak zor tabii…
Başta ayı, ne kadar gergedan, suaygırı, bufalo varsa, ağustos böceğini örnek almış, hep beraber har vurup harman savurmuşlar, dolçe vita… Ve, kış gelmiş.

Sahte cennete kar yağmaya başlayınca, \”Ulan tufaya mı geldik\” diye mırın kırın başlamış ağaç kovuklarında… Ağustos böceği bakmış ki, karınca kıymete biniyor, basın toplantısı düzenlemiş, \”Etrafta o kadar fakir fukara varken, bu şerefsiz karıncaların karnı tok, sırtı pek, kamuoyunun vicdanına sunuyorum, garip gurebayı sömüren bi avuç elit bunlar\” demiş.

Yandaş çakallar, kıçı açıkta gezen şempanzelerin fotoğrafını basarak, \”Sizin giyecek donunuz yok, onlar sıcacık yuvalarında oturuyor, bu nasıl düzen?\” makaleleri döşenmişler… Papağanlar, orman televizyonuna çıkıp, ağustos böceği ne dediyse, tekrar etmişler… Tilki ise, derhal yardımlaşma derneği kurup, makarna-bulgur kırıntısı dağıtmak için bağış toplamaya başlamış… Koyunlar hislenip ağlamış, kazlarla tavuklarla beraber omuzlara almışlar tilkiyi.

Şak…
Karıncanın yuvası basılmış!

Yeraltında 6 metreye inen dehlizlerin krokileri yayınlanarak \”İşte derin yapılanma\” manşetleri atılmış.

Kazı çalışmalarında \”Ne oldum deme, ne olacağım de, sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince karıncalar balıkları\” şeklindeki örgütsel doküman ele geçirilmiş… Akbabalar derhal olay yerine üşüşüp \”İşte kanıtı, resmen istilaya hazırlanıyorlar\” demiş.

Karınca tutuklanmış.

Ağustos böceği, \”şark bülbülü\” rumuzuyla \”gizli tanık\” olmuş… Karıncanın aslana suikast planı tertiplediğini, kuş ve domuz gribinin onun başının altından çıktığını, keneleri örgütlediğini, ayrıca, yuvasında yapılan aramada tavşanla zürafanın porno kasedinin ele geçirildiğini iddia etmiş… Telekulak olarak görevlendirilen baykuş, doğrulamış… Fil bile inanmış.

Karıncanın yakınları, Avrupa Hayvan Hakları Mahkemesi adına bilirkişi olarak duruşmaları izlemeye gelen La Fontaine\’e \”Senin gibi bilirkişinin taaa\” diye tepki göstermişler… Ancak, La Fontaine \”Saçmalamayın kardeşim, ben böyle bi rapor yazmadım, yazmadığım şeyleri yazmışım gibi eklemişler\” deyince, La Fontaine\’in raporuna \”sehven\” montaj yapıldığı ortaya çıkmış.

O sırada söz isteyen karga, ağzındaki peyniri düşürmüş gibi göstermek suretiyle, küçük düşürüldüğünü öne sürerek şikâyetçi olmuş. Tilki alkışlamış…
La Fontaine gözaltına alınmış.

Ağustos böceği Nuh\’un gemisiyle dünya turuna çıkarken, sarı öküz karşılamış cezaevi kapısında karıncayı… \”Anlattık o kadar, angus gibi dinlediniz, vermeyecektiniz beni\” demiş.

Büyüyoruz Ama Neremiz Büyüyor

\"\"Geçtiğimiz ay İş Bankası Genel Müdürü Sn. Ersin ÖZİNCE oldukça önemli bir açıklama yaptı. Türkiye\’de biz büyüyoruz büyüyoruz da ne kadar sağlıklı büyüyoruz diyen Özince bir tartışma yaratmak istedi ancak bilinen nedenlerle tartışma olamadı ve konu kapandı.

Ben Makina Mühendisiyim, laf yapmaktan, siyasetten, hamasetten anlamam. Rakamlardan, verilerden anlarım. Bu nedenle size büyüyüp büyümediğimizi veya neremizin büyüdüğünü bilimsel bir yazıyla ortaya koyabilirim.

GAYRI SAFİ YURT İÇİ HASILA (GSYİH): Bir ülkede bir yıl için üretilen toplam mal ve hizmetlerin, belli bir para birimi karşılığındaki değerinin toplamıdır. Türkiye IMF 2010 raporuna göre GSYİH açısından dünyanın 13. büyük ekonomisidir. Zaten gerek siyasi gerekse para otoritesi bunu haftada bir kaç kere tekrarlamakta ve ülke vatandaşları da dünyanın 13. büyük ekonomisinde yaşadıklarını düşünerek daha mutlu olmaktadır ama bakalım gerçekten de iş geçinmeye, satın almaya, rekabete gelince öyle olacak mı?

\"\"

SATIN ALMA GÜCÜ PARİTESİ (SAGP): Ülkeler arası refah düzeyi karşılaştırmalarında birçok yöntemin kullanıldığı görülmektedir. Genel kanı, gerek dolar kurunda resmi değerinin kullanılması ve serbest piyasa ile kur farkının olması ile birlikte üyelerin genel fiyat düzeylerinin farklı olması gibi nedenlerden dolayı, kişi başına MG\’in gerçek refah düzeyini yansıtmadığı şeklindedir. Bu nedenle SAGP kavramı ortaya çıkmıştır. SAGP, ülkeler arasındaki fiyat düzeyi farklılaşmasını ortadan kaldıran para birimi dönüştürme oranıdır. IMF 2010 raporuna göre Türkiye vatandaşları satın alma paritesi açısından dünyada 63. sırada yer almaktadır. CIA World Factbook\’a göre ise 73. Sırada yer almaktadır.

KÜRESEL REKABET GÜCÜ (KRG): Küresel rekabet gücü, ülke ekonomisinin sahip olduğu birçok kurumsal yapı, ülkenin üretim yapısı, teknolojik alt yapı, teknoloji üretim kapasitesi, nitelikli insan sermayesi ve işletmelerin içinde bulunduğu iktisadi ortam ile ilgilidir. Rekabet gücü yüksek ülkeler istihdam, gelişme, üretim ve refah artarken rekabet gücü düşük ülkelerde düşer. Dünya Ekonomik Forumu 2010 raporuna göre Türkiye Vietneam ve Slovakyanın hemen ardından 61. Sırada yer almaktadır.

İNSANİ GELİŞME ENDEKSİ (İGE): 1990 yılından beri İnsani Gelişme Endeksi (İGE) her yıl, Birleşmiş Milletler Gelişme Programı (UNDP) İnsani Gelişme Rapor Ofisi tarafından yayınlanır. Bu endeks milli gelir dışında insanların refahının kısa bir tanımını içerir. İGE üç boyutlu insani gelişmenin birleşik ölçümünü sağlar. Uzun ve sağlıklı yaşama (yaşam ömrü ile ölçülür), eğitilmiş olmak (yetişkin okur-yazarlığı, ve ilk, orta ve liseye kayıt) ve saygın/iyi şekilde yaşam standardına sahip olmak (satın alma gücü paritesi ve kişi başına düşen gelirle ölçülür). Bence bir ülke vatandaşları açısından en önemli endeks İGE\’dir. Türkiye, Birleşmiş Milletler 2010 raporuna göre İGE açısından Tunus ve Ürdün\’ün hemen ardından 83. sırada yer almaktadır.

SONUÇ: GSYİH açısından dünyanın 13. büyük ekonomisine sahip ülke vatandaşları ne yazık ki kürerel rekabet gücü açısından olsun, insani gelişme açısından olsun veya satın alma gücü açısından olsun 13.\’lüğe yaklaşamamakta, 60.\’lıktan sonra bir yerlerde kendine yer bulmaktadır.

Başbakan Beni Hedef Gösteriyor

\"BAŞBAKANBekir Coşkun… Türkiye yazarlar vitrininde bir marka…

Sevenleri ile sevmeyeni neredeyse başa baş geliyor…

Cumhuriyet Gazetesi\’ndeki huzur veren sade odasında dört saate yakın süren sohbetimizde, tek bir an bile samimiyetinden şüpheye düşmedim. Yuvarlak cevaplar değil, yürekten cevaplar verdi sorularıma.

Son zamanlarda Başbakan\’ın konuşmalarında ‘göbeğini kaşıyan adam\’ lafını sıkça kullanması canını sıkmış olmalı ki, \”böyle devam ederse Başbakan\’ı mahkemeye vereceğini\’\’ söylemişti.

-Sizin kadar sevgi dolu, eleştirilere açık, sakin bir adam, ne oldu, nasıl tepkiler aldınız ki, işi mahkemeye götüreceğinizin sinyallerini bile verdiniz?

\”Benim ‘göbeğini kaşıyan adam\’ derken kimi kastettiğimi benim okuyucularım, az çok gazete okuyan, idrak yeteneği olan herkes biliyor zaten. Neredeyse son zamanlarda her kürsüye çıkışında söylemeye başladı Başbakan. Niye söylüyor sık sık, çünkü o kesime ‘bakın sizi aşağılıyor bunlar\’ diyerek bir türlü oy hesabı yapıyor aslında.

BAŞBAKAN BENİ HEDEF GÖSTERİYOR

Başbakan ‘darbe yapacaklar, statüko beni yok etmek istiyor\’ diye geçen seçimlerde rol oynadı. Şimdi de ‘bakın size göbeğini kaşıyan adam deyip hakaret ediyorlar\’ diyerek duygusal yandaş arıyor kendine. Ayıp ediyor Başbakan beni hedef gösteriyor.\”

Telefonları susmuyormuş, ana avrat sövenler, hakaret dolu mektuplar geliyormuş.

\”Alışıyor insan bir süre sonra bu duruma, hatta görmezden geliyorum çoğu zaman, ama sonuçta açıkça hedef gösteriyor beni… Öldürülen birçok gazeteci meslektaşım, zamanında bu tür hedef gösterildikleri için öldürüldüler, durduk yerde öldürülmedi hiçbiri.\”

\”O dinci, göbeğini kaşıyan adam, yani şeriatçı, tarikatçı kesim gazete okumaz; neyin ne olduğunu bilmez. Nereden öğreniyor kime küfür edeceğini, kimi öldüreceğini? Bakıyor, Başbakan ne dediyse, onun gösterdiği kişiyi hedef alıyor, öldürüyor\” diyen Coşkun, sivil hayatta yaşadığı bir takım sıkıntıları şöyle dile getiriyor:

\”Mesela, kişisel ya da evimin bir işi ile ilgili belediyeye ya da başka bir kamu dairesine gittiğimde, oradaki memur benim adımı görünce ‘bu adam bu işi burada zor yaptırır, bu evrakı, bu raporu biraz zor alır\’ gibi sözler söylüyor, bu tip sıkıntılar oluyor. Mesela teknem için ‘bu adam teknesini bizim limandan alsın götürsün\’ diyenler oldu.\”

GÖBEĞİNİ KAŞIYAN ADAM DEĞİŞTİREMEZ Mİ

-Hiç umut yok mu, sizce bu göbeğini kaşıyan adam ülkenin geleceğini olumlu açıdan değiştiremez mi?

\”Değiştirmez. Göbeğini kaşıyan adam şu an seçim geliyor diye çok sevinçli, resmen bayram ediyor… Geçen sefer üçlü koltuk, buzdolabı, çamaşır makinesi gelmişti; bu defa inşallah halı, televizyon, bilgisayar gelir diye bekliyor. Böyle ikiyüzlü, sahtekâr bir adam, bu göbeğini kaşıyan adam.

Vergi vermeyen, bulduğu hazine arazisini parselleyip satan, ev yapan… Kömür, nohut, erzak yolu gözleyen, inanılmaz bir adam. Dünyanın her yerinde var ama, özellikle geri kalmış ülkelerde göbeğini kaşıyan adam, bulundukları toplumun gelişmesini, düzelmesini engelleyen kesimdir.

Mısır halkı bile bir yerden sonra canına tak etti ve harekete geçti.\”

MISIR\’DA YAŞANANLAR

-Ne düşünüyorsunuz Mısır\’da yaşananlar hakkında?

\”Herkes Mısır\’ı konuşuyor ama ben Türkiye\’nin durumunun Mısır\’dan daha kötü olduğunu düşünüyorum. Türkiye\’nin kurtuluşu Mısır\’dan çok daha zordur. Çünkü Mısır\’daki yönetim, demokrasiden bir zırnık nasip almamış, ucube bir yönetim ama Türkiye\’de tam demokrasiye oynayan bir ikiyüzlülük var. Bizimkiler \’demokrasi var\’ diyerek dünyayı dahi kandırmış durumdalar ama olmadığı gayet açıkça ortada. Mısırlılar kurtulabilir bu sıkıntıdan ama, böyle giderse Türkler kurtulamaz.\”

-Önümüzdeki Haziran\’da yapılacak seçimlerin sonuçlarıyla ilgili bir tahmininiz var mı?

\”AKP tek başına iktidar olamayacak, söyledikleri gibi yüzde 58, yok yüzde 60 oy falan alamazlar, zor biraz. Sokakta insanlara bakın, AKP\’yi geçen seçimlerde destekleyen iyi niyetli insanlar bile artık inanılmaz küfür boyutunda sözlerle hayal kırıklıklarını dillendirmeye başladılar.

Kahvelere gidin bakın, birçok kahvede Tayyip Erdoğan konuşurken televizyonu kapamaya başlamışlar. Toplum olup bitenden etkilenmiyor zannediyorlar ama etkilenmez olur mu hiç.\”

CUMHURİYET\’TE MUTLU MU

-Cumhuriyet\’te keyfiniz yerinde mi? Mutlu musunuz yeni gazetenizde?

\”Hem de çok mutluyum, meslek hayatımın en güzel günlerini yaşıyorum. Son derece itibarlı bir yerdeyim. Artık her yerde ‘horoz\’ gibi yürümeye başladım.

İnsanlar Cumhuriyet Gazetesi\’ni okusun ya da okumasın, Cumhuriyet Gazetesi\’ne karşı bir güvenleri var. Önemli bir kurum olduğunu ve hep var olması gerektiğine inanıyorlar. Ayrıca burada çok özel, iyi, olumlu bir ekip var. Tek sorun tirajımızın biraz düşük olması, ama bunu da kırmaya çalışıyoruz.

Biliyorsunuz Cumhuriyet reklam veremiyor, promosyon dağıtmıyor. İtibarı, saygınlığı var ama parası yok Cumhuriyet\’in. Bu nedenle fiyatını indiremiyor çünkü, arkasında bir müteahhit patron yok, bir grup yok, şeyh yok, tarikat yok. Hırsız, uğursuz, dolandırıcı bir patron yok; bütün gücü ve geliri okuyucunun verdiği 1 lira. O 1 lira ile ayakta duruyor.

Okuyucu bugün için belki ekonomik nedenlerden dolayı biraz sıkıntı çekiyor Cumhuriyet alırken. Özellikle öğrenciler için 1 lira fazla olabilir ama, bu bir hesap meselesi. Diğer gazeteler 1 lira değil, daha ucuz ama Cumhuriyet her gün bir küçük kitap sunuyor okuruna.

Bakın benim bir iddiam var, hep söylüyorum: Bir ay boyunca her gün Cumhuriyet alın, okuyun. Bir ay sonra inanın, daha önceki birçok düşüncenizi terk edeceksiniz ve birçok konuda çok daha geniş ve doğru bilgilere sahip olacaksınız. Sadece bir ay düzenli okuyun ve test edin bu söylediğimi. Göreceksiniz, konuşurken söyleyecek daha çok sözünüz olacak, tartışırken her konuda daha çok fikir beyan edebileceksiniz.\”

Birkaç okuru denemiş, bir ay düzenli okumuşlar Cumhuriyet Gazetesi\’ni ve aramışlar Bekir Coşkun\’u, teşekkür etmişler. ‘Söylediğiniz gibi çok değişti bakış açımız, fikren zenginleştik\’ demişler. Bekir Bey çok memnun olmuş haklı çıkmasına.

YENİ GAZETE ÇIKIYOR MU

\”Yeni bir gazete daha çıkaracaktı Cumhuriyet… Ne oldu, ne zaman çıkacak, vazgeçildiğine dair duyumlar aldım doğru mu\” diye sordum.

Usta kalem soruma şöyle yanıt verdi: \”Neden yeni bir gazete çıkarma kararı verdiklerini bilmediğim gibi, niye vazgeçmiş olduklarını da bilmiyorum. Bir sürü yeni proje yapmak istiyor Cumhuriyet yönetimi, ama dediğim gibi tüm bunlar para ile olacak işler, para yoksa sermaye yoksa zordur\”

– Kısa süre önce bir panelde, Cumhuriyet Gazetesi\’nin internet sitesi hakkında yapıcı bir eleştiriniz ve tavsiyeniz olmuştu. Yönetimde karşılık buldu mu tavsiyeniz?

\”Baksanıza diğer gazeteler de paralı yapmaya başladı internet sitelerini. Sabah Gazetesi paralı internete geçti. Daha birçok gazete, satışları düştüğü için internet sitesini kapamayı ya da paralı sunmayı düşünüyor son zamanlarda. Ben yazar olarak isterdim ki, gazetelerin hepsi 5 kuruş olsun, internet açık olsun, herkes istediğini okusun. Ama ne yazık ki, gazeteler para kazanarak yaşamak zorundalar.

Cumhuriyet\’in bu durumda kara geçmesi zor, ancak kendini döndürüyor Cumhuriyet. Sermaye kesimi Cumhuriyet\’e reklam vermiyor. Bırakın onu, tüm kamu kuruluşlarında Cumhuriyet yasaklandı.

Ben geçenlerde Kültür Bakanı\’nı, Ertuğrul Günay\’ı aradım. Cumhuriyet Gazetesi yönetiminin haberi olmadan şahsım adına, bir yazar olarak aradım. Sordum Bakan Bey\’e \’neden kütüphanelere Cumhuriyet\’in girişini yasakladınız? Rica ediyorum eski bir dost, bir yazar olarak, bırakın lütfen Cumhuriyet de diğer gazetelerle beraber kütüphanelere girsin\’ dedim.

Bakın THY almıyor, deniz yolları, tren yolları almıyor Cumhuriyet. Müşterilerin önüne kendi tarikat gazetelerini götürüp koyuyorlar, ama Cumhuriyet\’i asla sokmuyorlar kurumlarına. Bir sürü yere sokmuyorlar Cumhuriyet\’i. İktidarın etkisinde olan kurumlara da sokmuyorlar, orada çalışanlar okuyamıyor Cumhuriyet Gazetesi\’ni.\”

HALA CEVAP YOK

Bu telefon görüşmesi 10 gün önce yapılmış. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay telefonda \”tamam, konuya hemen bakıp size döneceğim\” demesine rağmen, hala arayıp bir açıklamada bulunmamış.

Coşkun, \”Acı bir durum. Bir yazar bir bakanı arayıp, uyguladıkları bir yasaklama ile ilgili \”Niçin? Neden?\” diye bir soru soruyor, ama bakandan net bir cevap alamıyor. Bu çok acı üzücü bir durum. Kültür Bakanı Günay, tarikatların ya da dinci kesimin kültür bakanı mı sadece? Ülkemizde çıkan tüm gazeteler gibi, Cumhuriyet Gazetesi niye okunmasın, niye engellensin ki? Niye insanların tercihine bırakılmıyor?\” diye tekrar soruyor Odatv aracılığı ile. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay\’dan hala bir cevap beklediğini, belirtiyor.

-Son zamanlarda gündemi fazlaca meşgul eden Defne Joy Foster olayında, yazdıkları dolayısıyla okurların tepkisini çeken Hıncal Uluç hakkında ne düşünüyorsunuz?

\”Sırf Hıncal Uluç değil, genel olarak bir şey söylemek istiyorum. Bunların birer dizüstü bilgisayarları var. Ellerine alıyorlar bu bilgisayarı, o gün nereye koyacaklarını düşünüyorlar, nerede yazacaklarını. Bir bakıyorsunuz, götürüp bir kadının bacaklarının arasına koyup yazıyorlar. Sonra bir bakıyorsunuz, başka bir gün genç bir insanın masumiyetinin içine götürüp koymuşlar, oradan yazı yazıyorlar.

Başka bir gün bakıyorsunuz, başka bir insanın tertemiz dünyasının içine götürmüş, koymuş bilgisayarını, oradan yazıyorlar. O ellerindeki bilgisayarları nereye koyup, yazı yazacaklarını bilemiyorlar. İğrenç biçimde hep başka bir yere koyup koyup yazıyorlar…\”

-Takip ettiğim kadarıyla, siz bu olayla ilgili bir yazı kaleme almadınız. Neden?

\”Ben o konuda yazı yazmayı bile düşünmedim, utanç duydum yazılanlardan dolayı. Bakın bir genç kadın var, üstelik bir anne. Bir delikanlı var, Ahmet Altan\’ın oğlu Kerem. Bir yaralı, acılı eş var, öte yanda içi kanayan bir anne var. Bu durumda, her açıdan üzgün, bitkin bunca insanın arasında, bunların dizüstü bilgisayarları ellerinde, bir bacak arasına koydular, bir yüreklere koydular, bir cesede, resmen bir ölünün üstüne koydular. Ardından insanların duygularına koydular, koydular ve yazdılar. Yani inanılır gibi değil.

Bütün Türk medyası o günlerde, Ankara\’da eylem yaparken dövülen işçileri; hayvanat bahçesinden çalınıp, kesilip, insanlara yedirilen midilli atlarını görmedi, duymadı. O günlerde yanlış tedaviden ölen insanları, AKP\’nin Türk ayrgısına vurduğu en şiddetli darbeyi, torba yasasıyla hırsızı uğursuzu affedişleri, o günlerde köşelerde yer almadı. Ne yer aldı köşelerde? Bir genç kadın ölmeden önce \”ilişkide oldu mu olmadı mı, içkiden mi öldü, öptü mü öpmedi mi, yattılar mı yatacaklar mıydı\” gibi utanç verici konular konuşuldu yazıldı. Çok az kısmını tenzih ediyorum ama, Türk yazarları açısından yüz karası bir haftaydı o hafta.\”

NELERİ TAKİP EDİYOR

-Merak ediyorum; hangi yazarları okur, hangi internet sitelerini takip eder Bekir Coşkun?

\”Her gün ellinin üzerinde yazara göz atıyorum. Hepsini tabii sonuna kadar okumuyorum ama bakıyorum, ilginç bulduklarımı okuyorum. Bazıları da benim kendi damak tadımdır. Severek, bayılarak okurum, isim saymak istemem şimdi; arada unuttuklarım olur, kırarım istemeden onları, sonra çok üzülürüm.

Bizim evde gazeteler gelsin gelmesin, ailecek medyanın farklı bir penceresi olduğunu düşündüğümüz Odatv\’ye mutlaka bakarız. Kapı olsaydınız menteşeleriniz çürürdü. Bazen günde 30 kere açıp kapayıp, baktığımız bile oluyor Odatv\’ye.\”

Bu keyif veren sözlerin ardından Yılmaz Özdil\’i sordum.

-Sizi ‘Türk kahvesi tadında, vazgeçilmez\’ olarak tanımlamıştı, siz nasıl buluyorsunuz Yılmaz Özdil\’i?

\”Biz bir aileyiz aslında, düşünce bazında, kimlik ve idealler açısından bir aileyiz. Şimdi bir ağabey küçük kardeşini kıskanabilir mi? Onun yükselişinden mutsuzluk duyar mı? Tiryakisiyim bizim Yılmaz\’ın, bizim Emin Çölaşan\’ın. Her gün illaki okurum. Hiçbir yazısını okumadığım insanlar da var, mesela Nuray Mert, ömrümde hiç okumadım onu.\”

Bekir Coşkun, Türk medyası üzerine yıllar önce bir iddiada bulunmuş. O iddiayı şu an kazandığını anlatan Coşkun, şimdi yeni bir iddiada daha bulundu:

\”Ben kaç yıl önce dedim ki bizim medya camiasına ve yazılı basınımıza; \’ya adam gibi gazetecilik yapacaksınız ya da bu okur internet dünyasında kendi medyasını yaratır.\’ Dediğim oldu, artık gazetelere çok ihtiyacı yok aslında okurun. İnanılmaz iyi köşe yazarları var internette, inanılmaz iyi haberler yapılıyor. Cıvıl cıvıl dinamik, genç bir ekip, ciddi gazetecilik yapıyorlar internette.

İddia ediyorum; bu gün hiçbir gazete çıkmasa, inanın internetteki o gençler, sizler alıp götürürsünüz olayı. Bakın toplum yavaş yavaş ‘büyük Türk basını\’ dediğimiz basını terk edecektir. Göreceksiniz, okur artık bilinçli. Türk Medyası ya toparlanıp, adam gibi gazetecilik yapacak ya da o kâğıttan ibaret gazeteler yok olacak. Onlar da bu tehlikeyi anladılar aslında, açıkgöz ya bunlar, şimdilerde tüm basılı gazetelerin internet siteleri var artık. Gazetede yaptıkları cingözlüğü şimdi internette yapıyorlar.\”

VE MUSTAFA BALBAY

\”Ya içeridekiler\” diyorum, Mustafa Balbay ve diğerleri… Daha cümlemi tamamlamadan, sorumu sormadan, yüzünde acı bir tebessüm beliriyor. \”Çok üzülüyorum\” diyor, çok… \”Gel gel bak, Mustafa Balbay\’ın odasına sadece üç metre uzakta oturuyorum.\”

Odadan dışarı çıkıyoruz, sadece üç adım sonra Mustafa Balbay\’ın odasının kapısı buz gibi çarpıyor yüzümüze. \”Çok üzülüyorum; bir yazarın oda kapısının hep kapalı olması, ne acı. Okuyuculardan gelen mektupları koli koli biriktiriyorlar odasında. O mektupların aylardır sahibi tarafından açılmıyor olması çok üzücü, çok kötü İsyan ediyorum. Ey hukuk neredesin, diyorum; bu kadar mı uzaktasın ey hukuk…\”

Üç metreydi gittiğimiz mesafe ama, bedenen ve ruhen yorulmuş, omuzlarımız düşmüş, elinden oyuncağı alınmış bir çocuk edasıyla döndük odaya. Bir süre sessizlik… Çaresizliğin dondurucu sessizliği ardından, \”ne olacak peki, sizce hukuk neyi bekliyor işlemek için?\” diye sordum.

\”Seçimi bekliyor, seçimi… Şimdi onları serbest bıraksalar, halk anlayacak gerçeği ve ‘demek ki bu Ergenekon işi, kirli küçük bir çete dışında yokmuş ve bu masum insanları da o ufak, kirli Ergenekon çetesi ile aynı çuvalın içine koymuşlar\’ diyecek. O yüzden seçime kadar serbest bırakmazlar onları. Böyle bir ülke olabilir mi peki? \”Seçime kadar tutalım içeride, yalanımız ortaya çıkmasın\” diyen bir hükümet olabilir mi? Oluyor işte, Türkiye\’deki demokrasi bu kadar işliyor…\’\’ diyen Bekir Coşkun, Odatv okurları için özel olarak iletmemi rica ettiği mesajıyla bitiriyor konuşmasını:

\”Odatv okurlarının gerçekten çok duyarlı bir kesim olduğuna eminim. Hatta onları tanıyor gibiyim, kimliklerini, duygularını, yapılarını biliyorum. Nasıl evlerde yaşadıklarını, nasıl bir kültüre ve sosyal yapıya sahip olduklarını gözümde canlandırabiliyorum. Onların umut dolu, aydınlık yüzlerini görebiliyorum… Türkiye\’nin son gerçek sahipleri onlar.

Türkiye\’ye sahip çıkacak kesim onlar ve bu son dönemeç artık. Sadece dört ay kaldı seçime ve sizlere çok büyük görev düşüyor. Bu seçimi de Cumhuriyet ve demokrasi karşıtları kazanırsa, çok pahalıya patlayan, altından kalkılması çok güç bir durum olur ülkemizde. O nedenle Odatv okurlarından, bu dönemde ellerinden geldiği kadar ‘neden Türkiye\’nin laik, demokratik, çağdaş uygarlığı seçmesi ve bunun için çırpınması gerektiğini\’ çevrelerindeki bütün insanlara bıkmadan, usanmadan, sakince anlatmalarını rica ediyorum. Bu sorumluluk aslında seçimlere kadar aklıselim, ülkesini seven her kişinin asli görevidir.\”

Beş\’ik

\"\"Bugün 12\’si.
Beş ay oldu.
Referandum geçeli…

Demokrasinin beş\’iği olacağız demişlerdi…
Bakalım hele, şu beş\’ikteki nurtopuna!

\”Sen evet de, Kenan Evren\’e hesap soracağız\” dediler. Tık yok. Üstelik, Evren\’in maaşına zam yaptılar. Senin maaşına 20 lira zam yaptılar, Evren\’e 900 lira, 12 bin küsur lira oldu maaşı… Nasıl hesap, iyi di mi? Aha dün, Kenan Evren\’in avukatı AKP Milletvekili çıktı.

\”Sen evet de, kadınları koruyacağız\” dediler. Ağzını burnunu kıran, baltayla tehdit eden kocasına karşı yalvara yalvara koruma isteyen kadının talebi reddedildi, delik deşik ederek öldürdü kocası, göğsünden girip sırtından çıkan 26 santimlik bıçağın, öldürücü olmadığına karar verildi. 16 yaşındaki kızı 37 yerinden bıçaklayıp, kafasını testereyle kestikten sonra buzdolabına koyan manyağa müebbet verilmişti, serbest bırakıldı. Kadıncağız, eski kocam ölümle tehdit ediyor koruyun beni lütfen diye dilekçe verdi, seyrettiler, 14 kurşun sıktı adam.

\”Sen evet de, çocukları daha fazla koruyacağız\” dediler. Polis, suratına gaz sıkıp, yerlerde tekmeleye tekmeleye bebeğini düşürttü hamile kızın.

\”Sen evet de, özgürlükler genişleyecek\” dediler. 188 kişiyi domuz bağıyla öldürüp, oturma odasına gömen arkadaşları sokağa bıraktılar. Apo bile \”Böyle hukuk olmaz\” dedi, düşün gari.

\”Sen evet de, yurtdışına çıkış kolaylaşacak\” dediler. Bu imkândan faydalanan vatandaş henüz görülmedi ama, Hizbullahçılar kolayca yurtdışına çıktı.

\”Sen evet de, işçi hakları artacak\” dediler. Keçi haklarını arttırdılar. İşçinin sokakta bile yürümesi yasak, keçinin ise ormanda kafasına göre takılıp, ağaçları kemirmesi serbest. Ormanlar satılıyor ayrıca.

\”Sen evet de, memur maaşı artacak\” dediler. Önce, elektrik, doğalgaz, sigara ve kira\’nın etkileme oranını düşürüp, deve etini ve veteriner vizitesini enflasyon sepetine koyarak, enflasyonu sıfırın altına düşürdüler. Sonra, enflasyon oranında zam yaptılar memura… Böylece, işçiyle keçi aynı torbaya girerken, memur maaşı da \”Yok deve artık!\” olmuş oldu.

\”Sen evet de, askere bile yargıda hakkını arama imkânı getireceğiz\” dediler. Görevden alınan generaller yargıda hakkını arayınca, darbeci ilan ettiler.

\”Sen evet de, özel hayata koruma getireceğiz\” dediler. 18 yaşında oy verebilen, ehliyet alabilen, evlenebilen insana, 24 yaşından önce içki içemezsin dediler. Ailesiyle restoranda yemek yiyen bebeleri \”alkol\”den gözaltına alıp, annelerine konsomatris muamelesi yaptılar.

\”Sen evet de, HSYK\’yı tıpkı Fransa gibi yapacağız\” dediler. Bırak HSYK\’sını, Fransa Adalet Bakanlığı Müsteşarı\’nın bile makam aracı yokken, bizim HSYK\’ya koydukları üyelere, sıfır kilometre makam aracı, hepsine şoför, 17 katlı bina, hepsine sekreter verip, 2\’şer bin lira zam yaptılar. Kankaları olan Haşim Kılıç\’a kırmızı plaka, sıfır kilometre Mercedes, yüklüce zam verileceği kesinleşti. Sanırsın büyükelçi… Pasaportları diplomat seviyesine çıkarılıyor.

\”Yüce\” mahkeme demişlerdi, inanmamıştık… Adliye\’ye mübaşir almak için başvuran işsizlerin diplomasını boşverip, mezurayla boyunu ölçtüler, 1.75\’ten kısa olanı elediler.

\”Sen evet de, sanatın, kültürün değeri artacak\” dediler. Heykel, ucube oldu. Allianoi gömüldü. \”Evet dememek için kör olmak lazım\” diyen Metin Şentürk, yandaş tivi\’de programa başladı.

\”Sen evet de, fişleme sona erecek\” dediler. Önce basketbol, sonra futbol, Başbakan\’ı ıslıklayanların alayını fişlediler. Uluslararası ödülleri olan Türkiye\’nin gururu trompetçi Onurcan Çağatay\’ı TRT\’deki konser öncesinde \”İhbar var\” diye gözaltına aldılar. Meğer, Erzurum kış oyunlarında Başbakan\’ı ıslıkladığı ve orada fişlendiği ortaya çıktı.

\”Sen evet de, sağlık hizmetleri artacak\” dediler. Kahvede güzel güzel oturan köylüleri durup dururken katarakt ameliyatı yapıp, gözlerini oydular. Bi adamın yanlış bacağını kestiler. Dünyanın her yerinde fellik fellik aranan Doktor Frankeştayn\’ı serbest bıraktılar. Bi rahmetlinin kefenine, bir kadın bacağı, bir de bebek cesedi ilave ettiler. Okuyunca bunları başın mı ağrıdı? \”Hap gibi anayasa\” demişti Başbakanımız… Yut, geçer.

\”Yetmez ama evet\” demiştin.
Evet… Az bile hakikaten.

\”Sen evet de, ekonomik refah artacak\” dediler. Şimdi bak güzel kardeşim… \”Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir\” maddesini, ay başında kira olarak ev sahibine ver… \”Sosyal bir hukuk devletidir\” maddesiyle elektriği, suyu, doğalgazı öde… Telefon faturası geldiğinde, çekinme, \”Herkes haberleşme özgürlüğüne sahiptir\” maddesini göster… \”Herkes sağlıklı çevrede yaşama hakkına sahiptir\”in imkânlarından faydalanan, villa sitesine taşın… \”Kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz\” maddesini götür, çocuğu en yakın özel okula yazdır… Dünyanın en pahalı benzinini satan istasyondaki pompacıya da \”Herkes seyahat hürriyetine sahiptir\” maddesini uzat… Hadi bakalım, durmak yok, yola devam, anca gidersin.

Hastir Öyle Mi?

\"\"Noel arifesi…
Lefkoşa.

Kumsal Mahallesi.
Numara 2.
Tek katlı, bahçeli ev.
Saat 22 suları.
Hava ayaz.
Boğuk, tok vuruşlar yırtıyor geceyi aniden, trok trok trok…
Kalleş, basıyor.

Mürüvvet Hanım, lambaları söndürüyor telaşla… Hakan kucağında. Uyuyor. Bebe. 10 aylık… Dalıyor çocukların odasına, öbür koluna Kutsi\’yi alıyor, 4 yaşında… \”Kalk Murat\” diyor bi yandan… Gözlerini ovuştura ovuştura kalkıyor Murat, henüz 6 yaşında. Eteğinin ucundan tutuyor anasının geceliğini… Dışardan hüzün abajuru gibi sızan sokak lambasının cılız ışığında, hayalet misali, parmaklarının ucuna basa basa banyoya süzülüp, dördü birden \”küvet\”e giriyor ve koyun koyuna sarılıyorlar, çıt çıkarmadan, duyulmasın diye nefes bile almadan…

Korkunç bekleyiş başlıyor.

\"/_np/8932/12638932.jpg\"Bir dakika.
İki dakika.
Üç dakika.
Saniyeler…
Asırlar gibi adeta.
Önce şangırtı duyuyorlar.
Pencere.
Kırılıyor.
Sonra, ayak sesleri…
Salondalar.
Vahşi haykırışları geliyor.
Ve, tekmeyle açılıyor banyonun kapısı…
Üç Rum.
Tarıyorlar.
33 el.

Evet, merhum gazeteci Sami Coşar tarafından çekilen ve hafızalarımıza mıh gibi çakılan \”o fotoğraf\”ın öyküsü bu…
Kanlı Noel.

Alnından vurmuşlardı Mürüvvet Hanım\’ı, yedi yerinden daha…
Murat\’tan üç kurşun çıktı.
Kutsi\’den iki.

Evin direği, baba, tabip binbaşı, evde değildi o sırada… 103 Türk köyü basılmıştı son üçgünde, yaralılar vardı… Gönyeli\’ye gitmişti. Göreve.

Bir babanın başına gelebilecek en büyük felaketi yaşayan bu tabip binbaşı, evlatlarının cenazesini bizzat kendi elleriyle yıkadı… Minik bedenleri santim santim yokladı, Hakan\’da kurşun izi bulamadı. 10 aylık bebecik… Vücudunu yavrularına siper etmeye çalışan anacığının altında kalmış, nefessizlikten boğularak can vermişti çünkü.

Sonra?

Rum taburu vardı oralarda…
Nizamiyesinde şu yazıyordu:
\”Cesursan, gel al!\”

Türk taburu kuruldu oraya…
Nizamiyesine şu yazıldı:
\”Cesurum, geldim aldım!\”

Bugün, oralarda, utanmadan, Türkiye defolsun gitsin diye \”hastir\” pankartı açan Rum dalkavuğu lavuk!
Yüreğin varsa…
Gel de al.

Kâğıttan Kaplan

\"\"Harp Okulu\’nu birincilikle bitiren teğmenin cep telefonuna, bizzat polis tarafından teröristin telefon fihristi yüklenirken… Polisler askere gitmesin diye özel kanun çıkartıp \”yırttınız\” diyen kimdir?

a) Behzat Ç.
b) Komser Kolombo
c) Bekçi Murtaza
d) Süheyl Batum
e) Hiçbiri

Gariban çocukları şakır şakır şehit olurken, politikacı, general, kodaman çocuklarının vatani görevlerini Boğaz\’da, orduevlerinde yaptığı… Ha bire göbeğe çizik attırma, dalağı aldırmış gibi yaptırma çetesinin ortaya çıktığı, Bakan\’ın bile sahte evrakla asker kaçağı olduğu ülke hangisidir?

a) Burkina Faso
b) Aşağı Saksonya
c) Yukarı Volta
d) Doğu Timor
e) Hiçbiri

Kandil\’i BBG evi gibi izliyoruz derken, Murat Karayılan\’ın Kandil\’de basın toplantısı yapmasını armut gibi seyredene… Hayatını terörle mücadeleye adayan subayları içeri tıkıp, teröriste kırmızı halı üzerinde halay çektirene, ne denir?

a) bravo
b) yasu vre
c) congratulations
d) viva
e) yuh

Bir yandan \”benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir mi\” diyene küfür ederken, beri yandan \”okuyanla okumayan bir mi\” deyip, cukkası olana bedelli askerlik çıkarmak isteyen kimdir?

a) Quaresma
b) Minik Osman\’ın fingirdek üvey anası Caroline
c) Muhammed el Baradey
d) Lady Gaga
e) İbiş

Sanırsın kukuletadır, kapişondur, Armani türbandır… Yıllardır hiç rahatsızlık hissetmeden kafasında Amerikan bezi \”çuval\”la gezen millet hangisidir?

a) Tutsiler
b) Aborijinler
c) Aztekler
d) Hobbitler
e) Hiçbiri

İnternetten höt söz yapıp, oyları patlatan, sarayda baş başa helalleştikten sonra zırhlı Audi\’ye binip giden kimdir?

a) Michael Schumacher
b) Lance Armstrong
c) Kenan Sofuoğlu
d) Şoför Nebahat
e) Hiçbiri

Emri altında çalışan herkes darbeci diye içeri tıkılırken, kendisi sanki o sırada Satürn\’deymiş gibi, kozmik imalarla, \”kasaptaki ete soğan doğramam, sağılmamış süte şeker koymam, denizdeki balığa limon sıkmam, marketteki sucuğa yumurta kırmam\” diyen zat-ı muhterem kimdir?

a) Sahrab Soysal
b) Emine Beder
c) Ayşe Tüter
d) Vedat Milor
e) Hiçbiri

12 Eylül 1980\’de \”Evren memleketimizin son şansıdır, darbe değildir bu, meşru müdafaadır, haklıdır, paşanın sözleri sadece hukuki değil, aynı zamanda başucunda tutulması gereken mukaddes kitap gibidir\” diye methiyeler düzüp, evlerinde parti vererek ağırlayıp, 12 Eylül 2010\’da utanmadan, \”Evren yargılanmalı\” diye köşeler döşenen yüzsüz arkadaşların mesleği nedir?

a) dönerci
b) hamal
c) overlokçu
d) pezo
e) gazeteci

Gelene ağam gidene paşam demediği için, güce boyun eğmediği için, 12 Eylül darbesinde hapse tıkılan onur abidesi sanatçımız Müjdat Gezen, bugün, haysiyet celladı tetikçi medya tarafından darbecilikle suçlanırken… 12 Eylül 1980\’de \”Türk Silahlı Kuvvetleri yerinde ve zamanında karar aldı, halkımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum\” deyip, 12 Eylül 2010\’da \”Bunlar iki cihanda lekeli, ben evet diycem\” diyen sanatçımız kimdir?

a) Paris Hilton
b) Romalı Perihan
c) Haydarpaşa\’nın gelini
d) Kaldırım Serçesi
e) Hiçbiri

Adı Ramazan olan Antalyalı erin, ramazan ayında şehit düştüğü gün, Antalya\’daki golf turnuvasına katılan, üstelik, 10 kişinin katıldığı turnuvada anca 9\’uncu olabilen kuvvet komutanı için Mustafa Kemal ne demiştir?

a) İstikbal golflerdedir
b) Yurtta golf, cihanda golf
c) Ne mutlu golfçüyüm diyene
d) Golfçü milletin efendisidir
e) Ben sana general olamazsın demedim, Tiger Woods olamazsın dedim.

İnsanların eşinin, kızının namusuna iftira atıp, şeref madalyalı subayların kafasına sıkmasına sebep olan… Sahte olduğu kanıtlanan imzaları, sahte olduğu kanıtlanan belgeleri, sahte olduğu kanıtlanan planları, gerçekmiş gibi manşet yapan dinciler, hangi dine mensuptur?

a) Gavur
b) Budizm
c) Mormon
d) Patates dini
e) Hiçbiri

Şehide \”kelle\”, şehit yakınlarına \”askerlik yan gelip yatma yeri değildir canım kardeşim\” diyen devlet adamı, askerliğini nerede yapmıştır?

a) Pentagon
b) Estergon kalesi
c) Vietnam
d) Kuznetsov uçak gemisi
e) Kantin

\”Ordu tasfiye edilsin, Apo paşa olsun\” diyen yandaşlar, hangi partinin yandaşıdır?

a) Pijama partisi
b) Doğum günü partisi
c) Bekârlığa veda partisi
d) Seks partisi
e) Hiçbiri

Kendisi Manisa\’dayken, kendisine Ankara\’da suikast yapılacağını öne süren, aşçıyı suikastçi diye yakalatan, fuhuş yuvası bastırtır gibi bastırttığı kozmik odaya kozmetik oda benzetmesi yapan, \”iyi ki bu komutanlarla savaşa girmemişiz\” diyen, mesir macunu uzmanı siyasetçi kimdir?

a) Haydar Dümen
b) İdi Amin
c) Manisa Tarzanı
d) Asterix
e) Hiçbiri

Siz Ölün… İmam Kolay

Dün, öteki tarafı yazdık.
Bugün, bu tarafı yazalım.

\”Dedim ki, bi adım atalım… Hayatı boyunca Mercedes kullanamayanların, hiç olmazsa şu cenazelerini Mercedes araçlarla taşıyalım dedim. Herkes bu imkanı yakalayamıyor, benim milletim yaşarken binemedi, bari cenazeleri binsin dedim.\”

Kim demişti bunu?
Başbakanımız.

MHP\’den seçilip, tık diye AKP\’ye geçen Beypazarı Belediye Başkanı ne dedi peki?

\”Hükümetimiz hizmet için bizi kucakladı. Ankara Büyükşehir Belediyesi\’nden dört cenazeyi birlikte alabilecek cenaze arabası temin edildi. Hibe tabutları da, köylerimize gönderdik bile.\”

Güle güle kullanın.
İyi günlerde…

Malum, siyah olur cenaze arabası.
Bu, ak.
Full aksesuvar, çelik jant.
Deri döşeme, klimalı.
Aynalar elektrikli.
Üstelik, spor model değil.
Aile için, dört kişilik.
Dört kolluyu biliyorduk…
Arkayı dörtleyen cenaze arabasını ilk defa duyuyorum.
Ferah ferah demek ki.

Eşin, kaynanan, baban…
Ananı da al bin.

180 basıyor…
Doooğru cennete.

MHP\’den AKP\’ye tık diye geçtiği için, tık diye Mercedes bulunamadı maalesef.
Ford.
Olsun gari…
Alırsın Ford, olursun Lord.
Daha asil.

Tabut, 80 tane.
Ha yaşa be!

Başkan söylememiş ama, merak ettim, sordurdum, 2 bin 500 tane de kefen bezi hibe edilmiş. Gıcır gıcır.

E bunca hizmeti görünce…
İnsanın ölesi geliyor birader.

Bankalarımız CIA Denetiminde

\"\"13-14. yüz yıllarda yapılan korsanlıkların, dillere destan hikâyelerini okuduk. Filmlerini sinemalarda seyretmiştik.

Erbakan\’ın meşhur Libya ziyaretine devletin bir görevlisi olarak katılmıştım. Toplantı hazırlıklarının yapılması için Erbakan\’dan bir hafta önce, Libya yetkilileri ile görüşmelere başlamıştık.

Toplantıya ara verildiğinde, dışarı çıkıp hava alalım dediğimizde, limanda müthiş bir olağan üstülük gördük. Askerler, polisler güvenlik önlemleri alıyor. Halkta onları temaşa ediyordu. Ekim 1996.

Nedir bu durum diye yetkililere sorduğumuzda, gemi ile para geliyor dediler. Niye gemi ile para getiriyorsunuz, bankalar arası transfer yok mu diye sorduğumuzda ise; Amerika, petrol paralarımıza bankalarda el koyuyor demişlerdi. Şaşırmıştık.

Bunu dönüşte, aklı başında kimselere anlattığımızda, bize inanmamışlardı.

3 Şubat 2011 tarihli Vatan Gazetesinde buna benzer bir durumun Türkiye\’de yaşandığını okuyunca, bu yazıyı yazmak farz oldu.

İstanbul\’dan yüklüce bir para(döviz) Ankara\’da Tarhan Caddesinde bulunan bir bankaya transfer ediliyor.

Transfer evrakının içinde, Tarhan sözcüğünün geçmesi nedeni ile CIA derhal bankayı SWIFT ile bloke ediyor. Yani el koyuyor. Elektronik fon transferi sistemi Amerikan denetiminde olması nedeni ile döviz transferi yapılamıyor. İran\’a bir transfer yapılmadığı anlaşılınca SWIFT açılıyor.

Anlayacağınız bağımsız sandığımız, Türkiye Cumhuriyetinin sınırları içinde Amerika resmen korsanlık yapıyor.

Bundan birkaç ay önce, Türkiye\’deki boru, vana, tesisat teçhizatları üretip, İran\’a satış yapan firmaların ülke içinde para transferine el konulmuştu. Şimdi de bankalara el konularak denetim yapılıyor.

Bu durumu, hangi devlet görevlisi, hangi iktidar sahibi içine sindirebilir. Sözde, AKP\’nin İran yanlısı olduğu propagandası yapılıp dururken, bu işe ne demeli.

Tıpkı sahte İsrail düşmanlığı gibi, sahte İran dostluğu da böylece belgelenmiş oluyor.

İsrail ile düşman göründüğümüz bu süreçte, İsrail ile Türkiye arasındaki ticaret katlanarak büyüyor.

İran ile olan ticaret ise her geçen gün azalıyor. Doğal gaz alımı da olmasa sıfırlanacak.

Susma, sustukça sıra sana gelecek diye meşhur bir slogan var. Bu durum devletler içinde geçerliymiş. Libya\’ya korsanlık uygulanırken bizler sessiz kalmıştık.

İktidarın her gün ağız dalaşı yapan milletvekillerine bu yazıyı hediye ediyorum. Eş başkana bir şey söylemiyorum. O zaten Amerika\’nın projelerinde görevlidir.

Bir Heykel Yıkılıyor Sanatçılar Nerede?

Şu sahneyi gözünüzün önüne getirin: Kars\’ta belediye yıkım ekibi heykele doğru hareketleniyor. Yanında emniyet güçleri, eli balyozlu belediye işçileri…
Heykelin önünde ise Mehmet Aksoy tek başına dikiliyor.
\”Beni çiğnemeden yıkamazsınız\” diye haykırıyor.
Medya, bu trajik sahneyi kameralarla dünyaya naklediyor.

Hayal değil; çok yakında ekranlarda!
12 Eylül, \”Yorgun Savaşçı\”yı yakarak tarihe geçmişti, şimdikiler \”İnsanlık Anıtı\”nı yıkarak tarihe geçme peşinde…
Başbakan\’ın \”Yıkın bu ucubeyi\” talimatı üzerine Kars Belediye Meclisi, AKP-MHP ittifakıyla yıkım kararı aldı.
Aksoy\’un avukatları karara itiraz ettiler. Şimdi yargı bu itirazı görüşürken Belediye, yıkımı (onlar \”kaldırma\” diyor) yapacak firma için ihale açacak.
Aksoy, \”Parçalamadan taşıyamazlar. Taliban durumuna düşeceğiz. Yıktırmayacağım. Önünde duracağım\” diyor.

Sanatçılarımız son dönemde insani konularda öne çıkmaya, destek eylemleri yapmaya başladı. Kot taşlama işçileriyle dayanışıyorlar, otizmli çocuklara sahip çıkıyorlar, çevre hassasiyeti gösteriyorlar.
Bu, önemli bir gelişme, saygıdeğer bir çaba…
Ama nedense bu duyarlılığı kendi sorunları söz konusu olduğunda, özgür sanat tehdit altına girdiğinde göstermiyorlar.
Bir heykelin yıkımı tartışılırken sanatçılar niçin suskun?
Şahsi mırıldanmalar işitiyoruz, ama niye toplu, gür bir ses çıkmıyor?
Hava soğuk, Kars uzak da ondan mı? Yoksa \”Heykel hakikaten ucube\” diye düşündüklerinden mi?
Öyleyse bile bir sanat eserinin bu şekilde hedef alınıp yok edilmesi, kayıtsız kalınacak bir şey mi?
Neden Ankara\’da bir \”Sanatçıma dokunma\” yürüyüşü, Kars\’ta bir dayanışma konseri, İstanbul\’da \”Heykel nedir\” konulu bir panel, televizyonda tarih boyunca sanat-iktidar ilişkisi üzerine bir açık oturum izlemiyoruz?
Neden yazdığı senaryo, baskıyla ve alenen sansürlenen Meral Okay yalnızlıktan yakınıyor?
Neden Kılıçdaroğlu, şarkıcıların seçim için CHP\’nin şarkısını söylemeye korktuğundan şikâyet ediyor?
Neden film galalarındaki içki yasağına adamakıllı bir itiraz işitmiyoruz?

Geçenlerde bir TV programında çok tanınmış bir dizi oyuncusuna Muhteşem Yüzyıl\’a sansür konusunu sormak istedim:
\”O konulara hiç girmesek olmaz mı\” cevabını aldım.
\”O konular\” dediği, kendi mesleği…
Sanatçılar mı apolitikleşti, iktidar mı çok sertleşti acaba?
Başbakan\’la ters düşme, hedef haline gelme, boykot edilme, ekrandan kesilme, fonlardan beslenememe, \”anarşist\” diye nitelenme korkuları seziliyor çoğu çevrede…
Ama korkulması gereken başka şeyler de var:
Mesela \”çok seslilik\” çağındaki \”yok seslilik\” kasveti…
Mesela en zor döneminde sanata, sanatçıya sahip çıkmamış olmanın ayıbı…
Bir heykelin yıkılışına, bir filmin kesilişine susarak onay vermenin ıstırabı…
Sanata tüküren, büstü put gibi gören, dizi sansürleyen bir zihniyete itiraz etmiyor olmanın utancı…
Asıl tarihe böyle kaydolmaktan korkmak gerekmez mi?