Monthly Archives: March 2011 - Page 2

Benden Söylemesi (7)

\"\"Genel seçime günler kalmıştı…
\”4 trilyon liralık hisse senedi var, mal beyanında göstermedi\” dediler. Basın toplantısı yaptı, belgeleri gösterdi, 4 trilyon filan olmadığını, bugünkü parayla 4 bin lira olduğunu kanıtladı. Yalan haberi manşet yapanlar pişkin pişkin sırıtıp \”pardon\” dediler, \”hesaplarken sıfır hatası yapmışız!\”

CHP kurultayına günler kalmıştı…
\”İsviçre\’de kızının adına gizli hesabı var, en son 7 milyon dolar yatırıldı\” dediler. Dava açtı. Adalet Bakanlığı İsviçre\’ye sordu. İsviçre devleti \”haber yalan, bütün kayıtları inceledik, böyle bir hesap yok\” dedi.

Aynı kurultaya günler kalmıştı…
Bülent Ersoy çıktı, \”sahne yasağımı kaldırmak için bugünün parasıyla 1 trilyon lira istedi\” dedi. Görüşmeye mafyacı İnci Baba\’nın aracılık ettiği yazıldı. Hatta \”sahne yasağını rüşvet dağıtarak kaldıracağı\” iddia edildi. Dava açtı. Hepsi palavra çıktı. Bülent Ersoy tazminat ödemeye mahkûm edildi.

Belediye seçimine günler kalmıştı…
\”Ankara\’da oturduğu villa kaçak\” dediler. Tapuyu gösterdi. \”Antalya\’da arazi aldı, CHP\’li belediyeye imarı değiştirtti\” dediler. Araziyi taa 1987\’de, CHP\’nin kapalı olduğu dönemde aldığı, bölgede yapılan imar değişikliklerinin de CHP\’yle alakasının olmadığı ortaya çıktı.

Aynı seçime günler kalmıştı…
Ergenekon\’un kilit ismi ilan edilen ve Kanada\’da yaşayan sahte hahamı TRT\’de canlı yayına çıkardılar, \”Deniz Baykal MİT ajanıdır\” dedi. \”CHP\’nin başına derin devlet operasyonuyla geçirildiğini\” iddia etti. Dava açtı. TRT, tarihinin en büyük tazminatını ödemek zorunda kaldı… Yalandı.

CHP kurultayına günler kalmıştı…
Kaset komplosu patladı.

N\’oluyor demeye kalmadı…
\”340 bin dolara yat aldı\” dediler.
O da yalan çıktı.

Referanduma günler kalmıştı…
\”Twitter\’den mesaj verdi, CHP\’nin yeni yönetimini ağır şekilde eleştirdi\” dediler. Twitter mwitter hesabı olmadığı, hatta, söz konusu twitter hesabının evet\’çi bir gruba ait olduğu ortaya çıktı.

Genel seçime günler kaldı…
Kılıçdaroğlu\’nun kankası olan muhabir kız çıktı, \”Meclis\’teki odasında beni taciz etti\” dedi.

(Bu son çirkin iftirayı… Geçen hafta durup dururken bizzat Kemal Kılıçdaroğlu tarafından dile getirilen \”Anket yaptırdık, oyumuz bir tek Antalya\’da artmıyor\” açıklamasıyla beraber okumak lazım.)

Medyadaki Truva atlarının goygoyuyla şuurunu yitiren; Baykal giderse yüzde 1500 oy alacağını zanneden CHP\’liler ne kadar farkında bilmiyorum ama… Silivri\’ye gönderilemediği için evine gönderilen Baykal, aday gösterilmesin, milletvekili olmasın isteniyor… Bitirici amaç bu.

Eritre Sizinle Gurur Duyuyor

\"\"Vay efendim neymiş, dünyanın en pahalı benzinini biz kullanıyormuşuz.

Kuyruklu yalan bu!

Eritre var.
Benzin fiyatı bizimle aynı.

Afrika\’da Eritre.
İleri demokrasi ülkesidir.
İktidar partisinin adından belli:
\”Adalet ve Demokrasi Partisi…\”
Başka parti yok zaten.
Tek parti yönetiyor.
1995\’te çok partili seçim yapacaktı.
Seçimi iptal ettiler.
2001\’e ertelediler.
2001\’de bütün gazeteler kapatıldı.
Hükümeti eleştirenler tutuklandı.
Parti kuranlar içeri tıkıldı.
Güya milletvekilleri var.
Cumhurbaşkanı da.
Vekilleri cumhurbaşkanı seçiyor!
Kendin pişir kendin ye yani.
Bildiğin, kabile devleti.
Ortalama çocuk sayısı, 6.
Resmi dili yok.
Herkes kafasına göre konuşuyor.
Vize sorunu da yok.
Çünkü, ülkeden çıkmak yasak.
Halkı çok mutlu.
Futbol milli takımı geçen sene Kenya\’da düzenlenen turnuvaya gitti, takımı geri getiren uçaktan sadece teknik direktör indi, futbolcuların alayı kaçtı.
Bizi çok seviyorlar.
Sırf son üç ay içinde bin küsur Eritreli, Türkiye üzerinden kamyon kasalarında Avrupa\’ya kaçarken enselendi.
Orada elçiliğimiz yok.
Onların da burda yok.
Ama, ortak paydamız çok.
El Beşir mesela…
Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından görüldüğü yerde tutuklanması için aranan Sudanlı soykırımcı, bi bize gelebiliyor, bi de Eritre\’ye… Bi tek bu iki ülkede tutuklanmıyor.

Evet, bizim benzin fiyatı yeryüzündeki 193 ülkeden daha pahalı olabilir. Ama, eğriye eğri, doğruya doğru… Eritre gibi ileri demokrasi ülkesiyle kafa kafaya olması az şey midir?

NOT:
Yalakalık da zor zanaatmış hakikaten; tecrübe istiyor, kıvraklık istiyor, el çabukluğu istiyor… Bakın, kırk yılda bir hükümetimizi pohpohlayayım dedim, yetiştiremedim iyi mi! Ben yazıyı bitirip noktayı koyana kadar, 9 kuruş daha geçirdiler, Eritre\’yi de solladık.

Şüpheli Şehit!

\"\"Değerli ağabeyim Uğur Dündar\’la sevgili arkadaşım Nedim\’in telefon görüşmeleri \”şüpheli\” bulunmuş… Sanırsın, biri Pekin\’de oturuyor, öbürü Stockholm\’de yaşıyor, mecburen telefonlaşıyorlar, şifreli mesajlaşıyorlar. Halbuki… Aynı binadayız birader.

50\’li yıllar…
Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü siyasi şube şefi, üstün hizmet ödüllerinin yanı sıra, Scotland Yard\’tan dedektiflik sertifikası bulunan, Sarı Osman… Kapı komşusu var, beyefendi bi adam, kamu kurumunda müdür, ailece görüşüyorlar. Gel zaman git zaman, Sarı Osman öğreniyor ki, komşusu olan beyefendi \”azılı komünistler\” listesinde yer alıyor! Gölge gibi izleniyor, kimlerle görüştü, nerelere girdi çıktı, fotoğrafları çekiliyor, nefes alışı bile kayda geçiriliyor. \”Allah Allah?\” diyor Sarı Osman… İşinde gücünde, çevresine saygılı, pırıl pırıl aileye sahip, karıncayı incitmeyen adam, nasıl olur da, azılı ve tehlikeli olabilir? Hatta, nasıl olur da, bunca yıllık tecrübesi bulunan Sarı Osman\’ı bile kuşkulandırmadan böylesine alengirli işler çevirebilir? Takıyor kafaya… Dosyasını inceliyor. Anlaşılıyor ki… İstanbul\’da \”mimli\” birinin evi basılmış, o evde bir kitap bulunmuş, o kitabın içinden bir gazete kupürü çıkmış, o kupürde evi basılan \”mimli\” adamla birlikte, 15 kişinin ismi var. Komşunun ismi, o 15 kişinin arasında… \”Şüpheli şahıs\” yani… O nedenle ruh gibi takip ediliyor. Daha fena merak ediyor Sarı Osman… Nedir bu gazete kupürü? Niye o 15 kişinin ismi o listede yeralıyor? Gazete arşivlerine giriyor, inceliyor, şunu buluyor: Söz konusu gazete, ödüllü bulmaca yarışması düzenlemiş, 15 kişi kazanmış, gelip ödülü alsınlar diye liste halinde yayınlamış iyi mi!

Sarı Osman kim derseniz…
Uğur Dündar\’ın babası.

Aslına bakarsanız, sadece \”şüpheli şahıs\” olduğu için, gene de şanslıdır
Uğur ağabey…

Milli İstihbarat Teşkilatı\’nın İstanbul Bölge Müdürlüğü\’nü de yapmış olan, ünlü istihbaratçılardan Osman Nuri Gündeş var. \”İhtilallerin ve Anarşinin Yakın Tanığı\” ismiyle kitap yazdı. O kitapta, şehit edilen diplomatlarımızı anlatıyor. Ve, 329\’uncu sayfasında, suikastla öldürülen diplomatlardan birinin fotoğrafı var… Hangisinin biliyor musunuz?

Benim!

Ünlü MİT\’çi, hadiselerin o kadar yakından tanığı ki, beni hem diplomat, hem rahmetli ilan etmiş… Herkes \”şüpheli şahıs\” olmaktan şikâyetçiyken, biz olmuşuz sana \”şüpheli şehit…\”

\”Polis İstiyor, Biz İmzalıyoruz\” ~ Zekeriya ÖZ

Ergenekon savcısı Zekeriya Öz\’ün son operasyonda göz altına alınarak tutuklanan gazeteci Ahmet Şık\’ın avukatına öyle bir açıklama yaptkı ki özrü kabahatinden beter…

Ahmet Şık\’ın avukatı Atalay, Savcı Öz ile yaptıkları ilginç konuşmayı anlattı.

Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındıktan sonra bugün sabaha karşı tutuklanan gazeteci Ahmet Şık\’ın avukatı Akın Atalay, savcı Zekeriya Öz\’ün yaptığı son açıklamaların, gözaltı sürecindeki tutum ve sözleriyle tamamen çeliştiğini belirterek, \”Ergenekon artık, bir darbe teşebbüsü davası değildir\” dedi ve müdahil avukatlığından çekildiğini açıkladı.

Ahmet Şık ve Nedim Şener\’ in de tutuklanması ile artık bu ülkede gazetecilik yapılamayacağını belirten Atalay, gözaltı sürecinde savcı Öz\’ün kendisine \”Ben bu son gözaltı ve aramalarda kaç kişi ile ve kimlerle ilgili yakalama ve arama istenildiğini bilmiyorum. Ahmet Bey\’in de ismi var mı yok mu dikkat etmedim, biliyorsunuz emniyet bizden talep ediyor, biz de çoğu zaman olduğu gibi imzalayarak mahkemeye havale ediyoruz\” dediğini aktardı.

Atalay\’ın açıklamasının tam metni:

03 Mart 2011 Perşembe günü \”Ergenekon terör örgütü üyeliği\” suçlaması ile gözaltına alınanlar arasındaki gazeteci Ahmet Şık\’ın, gözaltına alınışından bu sabah saatlerinde Metris cezaevine götürülene kadar geçen son 3 günlük süreçte avukatı olarak, bu süreci yaşadım.

Savcılık ve mahkeme huzurunda geçen her anın dolaysız, doğrudan tanığıyım. İfade tutanaklarına zorluklarla geçirebildiklerimiz dışında, asıl yaşanan gerçeklik, karşılıklı diyaloglardır.

Anlatacak çok şey var. Ama hepsi de dehşet verici, ürkütücüdür.

Sadece bir anekdot aktarayım:

Ben savcıya, Ahmet Şık\’ın Ertuğrul Mavioğlu ile 2009 yılında yazdığı iki ciltlik Ergenekon kitabından sözettiğimde, haberi ve bilgisi olmadığını söyledi. Derhal dışarıdaki arkadaşlardan isteyip, odaya getirttik. Bir yandan sorulara devam ederken bir yandan da kitaba göz gezdirdi. Eğer çok iyi ve yetenekli bir aktör değilse, kitabı ilk kez gördüğüne ve duyduğuna kalıbımı basarım.

Sordum: \”Gerçekten mi ilk kez duydunuz ve ve gördünüz?\”

Yanıtladı: \”Evet\”

Ve devamla şunları söyledi:

\” Ya ben bu son gözaltı ve aramalarda kaç kişi ile ve kimlerle ilgili yakalama ve arama istenildiğini bilmiyorum. Ahmet Bey\’in de ismi var mı yok mu dikkat etmedim, biliyorsunuz emniyet bizden talep ediyor, biz de çoğu zaman olduğu gibi imzalayarak mahkemeye havale ediyoruz.\”

İşte, hükümetin yargının tasarrufudur dediği olayın aslı astarı budur…

Bugüne kadar, \”soruşturmanın gizliliği\” ilkesine hep uydum. Buna uymamın nedeni, sadece uymamanın bir suç olması ve yaptırıma bağlanması nedeniyle değildi. Ben, bu ilkenin konuluş amacının ve koruduğu hukuksal değerin doğruluğuna da inanıyorum.

Fakat gelinen noktada, bu ilke, konuluş amacının tümüyle zıddı bir bağlamda ve insanların onurunu, kişiliğini zedelemek, belirsiz ve çok uzun bir zamana yayılacağı belli olan yargılamadan önce, insanları suçlu olarak damgalamak ve peşin ceza çektirmek amacıyla kullanılıyor.

Masumiyet karinesi gereğince, haklara sahip olan bir şüphelinin haklarını korumak üzere hukuk düzeninde olan \”soruşturmanın gizliliği\” ilkesi yalnızca şüpheliye karşı gizliliğe dönüştü.

Somut olaya gelince, bugün soruşturma savcısı Zekeriya Öz\’ün yazılı basın açıklaması benim açımdan bardağı taşıran son damla olmuştur.

12 saat önce ifade sırasında bizim yüzümüze karşı bambaşka beyanlarda bulunan savcı, basın açıklamasında ise eleştiri niteliğinde yazı yazan istisnasız herkesi muhatap alarak açıkça tehdit etmektedir.

Okumayanlar için savcı Zekeriya Öz\’ün açıklamasının aşağıdaki bölümünü aynen aktarıyorum:

Esasen Cumhuriyet Savcılığımızın hukuksal gereklilikler dışında herhangi amaç ve saikle hareket ettiğinin / edeceğinin kabulü ve kamuoyunun bu yönde asılsız değerlendirmelerle yönlendirilmeye çalışılması, büyük bir titizlik ve ciddiyetle yürüttüğümüz soruşturmaya zarar vereceği gibi adı geçen terör örgütünün hedef ve amaçlarına katkı sağlayacağı da açıktır. Bu istikametteki yayınlar tarafımızca özenle izlenmekte, hassasiyetle değerlendirilmektedir

Bilmeyenler için anımsatayım, şu anda Ergenekon davalarında yargılananlar arasında, \”örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte yardım ve yataklık etmekle suçlanan kişiler de var.

Bugüne kadar, bu ülkenin geçmişindeki örtülü ya da açık bütün darbelerle, darbe teşebbüsleriyle ve askeri muhtıralarla hesaplaşılmasının önemine ve gereğine inanan ve Ergenekon soruşturmasını bunun için tarihi bir fırsat olarak gören birçok kişi, bu soruşturmanın bu amaçla uyumlu olmayan yönlerine ilişkin kaygı ve kuşkularını hep bilinçlerinin bir köşesinde nadasa bırakmayı tercih etmişlerdi.

Ama artık, bardağı taşıran son gözaltı ve tutuklamalar nedeniyle, soruşturmanın bambaşka yerlere doğru evrilmekte olduğunu görmenin rahatsızlığı ile bu kaygılarını gündeme getirmeleri üzerine, soruşturma makamının adeta \” öyleyse siz de Ergenekoncusunuz, bak gereğini yaparım ha!\” olarak okunabilecek açıklamasına muhatap oldular.

Dolaysız ve doğrudan tanık olarak söylüyorum. Ahmet Şık ve Nedim Şener\’ in de tutuklanması ile artık bu ülkede gazetecilik yapılamaz. Tutuklananlar Ahmet ve Nedim değil, onların şahsında gazetecilik mesleğidir.

Bu karardan sonra, artık geriye dönüş yoktur. Şu andan itibaren benim açımdan \”Ergenekon\” zihniyeti ile siyasi, toplumsal arenada siyasi mücadele hakkım baki kalmak üzere, hukuksal alandaki mücadele pratiği tümüyle bitmiştir.

Davanın ilk başladığı andan bugüne kadar, birçok eleştiriye karşın bugüne kadar süren davadaki müdahil avukatlık statümün de sonlandırılması için, artık bu davaya inancım ve yargılama makamlarına güvenim kalmadığı için istifa edeceğimi, bu yargılamada bundan sonra, (elbette tercih ettiğim şüpheliler bağlamında) müdafi olarak görev yapmak durumunda olduğumu belirteceğim.

Yaşanan tüm hukuksuzlukları, gücümün yettiğince ulusal ve uluslar arası platformlarda dile getireceğimi belirtiyorum.

ARTIK EMİNİM, ERGENEKON DENİLEN DAVA BİR DARBE TEŞEBBÜSÜ DAVASI DEĞİLDİR.

Toplumun bu konudaki hassasiyet ve duyarlılığı kullanılarak, muhaliflerin aşama aşama cezalandırıldığı bir yargı pratiğidir.

Bu iletiyi, biraz da öfkem ve duyarlılığım zirvede iken yapıyor ve sizlerle paylaşıyorum…

Avukat Akın ATALAY

Özeleştiri

\"\"Geç kaldık. Aslında çok önce haykırmalıydık tepkimizi…
İlk gazeteci içeri alındığında yürümeliydik ağzımızda susturulmuşluğun simgesi kara bantlarla…
İlk köşe yazarı kovulduğunda, hepimiz kovulmuşçasına boş çıkmalıydı köşelerimiz…
Greve gitmeliydik, ekranımız karartıldığında, genel yayın yönetmenimiz alındığında…
Vergi memurları ilk teftişe geldiğinde tezgâhı görüp bağıra çağıra teşhir etmeliydik.
Medya yöneticileri, \”Şu haberi görmeyin\”, \”O adamı çıkarmayın\”, \”Bu işi büyütmeyin\” telefonları gelmeye başladığında \”Çevirdiğiniz numaraya ulaşılamıyor\” sinyali göndermeliydi.
Birimizin evi basıldığında, yayın yönetmeninden çaycısına, muhabirinden yazarına hepimiz kapı önünde karşı durmalıydık.
Tutuklananın suçluluğuna inanıyor olsak bile hiç değilse \”Herkes için tutuksuz yargılanma hakkı\”nda uzlaşabilmeliydik.

Tabii bunu yapacak güçte olabilmek için, kendi içimizde hesaplaşmamızı tamamlamış olmalıydık.
Basında tekelleşmeye ilkin biz karşı çıkmalıydık; daha sonra tekelleşmeye karşı çıkma bahanesi ile kendi tekellerini yaratanlara fırsat vermeden…
Nefret söylemini ilk biz mahkûm etmeliydik ki, sonra onu bahane edip çullanmasınlar üzerimize…
Aramızda iktidar oyununu sevenler vardı; darbecilerle düşüp kalkanlar, gazeteciliği politik hırsına kalkan yapanlar, kalemini şantaj için kullananlar… Onları başta biz kınayıp dışlamalıydık ki, bugünkü sindirme kampanyasına bahane olmasınlar.
Şimdi \”Canım onların da vardır bi arızası\” diyenlerle, \”Kendimi savcının yerine koyuyorum da\” diye lafa girenlerle en baştan hesaplaşmalıydık.
Orada da geç kaldık.

Bugün, basın tarihinin en büyük el değiştirme operasyonu, büyük bir tasfiyeyi de beraberinde getiriyor.
12 Eylül\’den bu yana görmediğimiz çapta siyasi, idari, mali, adli baskı altındayız.
Basının en çok kıstırıldığı dönemlerde bile hep güçlü bir muhalif basın vardı. Bugünse, son muhalifler de tehlikede…
Her daim iktidara kafa tutmuş gazetelerin birinci sayfasına bakmaya utanıyoruz.
Bir gün muhalif bir yazarın köşesinin elinden alındığını öğreniyoruz; ertesi gün muhalif bir gazetecinin \”örgüt üyeliği\” gibi muğlak bir suçlamayla içeri alındığını…
Başbakan, \”Bağımsız mahkemelerin kararı\” diyor; \”Yargının işini kolaylaştırmamız\” gerektiğini söylüyor.
Partisi için kapatma davası açıldığında ne diyordu:
\”Bu, bir yargı darbesidir.\”
O zaman niye karar veren hâkimleri rahat bırakmamıştık?
Çünkü amaç \”bağımsız yargı\” değildi; \”bize bağımlı yargı\”ydı.
Tıpkı son operasyonun asıl amacının Ergenekon\’u tasfiye filan değil, kendi Ergenekon\’unu inşa olduğu gibi…

Ama geç de olsa nihayet dün, bıçağın kemiğe dayandığı yerde buluştuk ve yürüdük baskıların üstüne; ağzımızda susturulmuşluğun simgesi kara bantlar, elimizde hapsedilmişliğin simgesi kırık kalemlerle…
Bunca zaman tek bir konuda bir araya gelememiş yüzlerce gazeteci, nihayet mesleki dayanışmanın, meslektaşına sahip çıkmanın bilincine vardı. Yürüyüşün sonunda ağzındaki bantları çözüp \”Susma, sustukça sıra sana gelecek\” dedi.
Şimdi de bizim için \”Kalemler süngü, kameralar miğfer\”di.

6 Tonluk Kaplumbağa

\"\"Bebiş fil İzmir\’in yaşadığı İzmir Doğal Yaşam Parkı var ya…

Oraya kalabalık bi aile gelir, kapıdaki görevliye \”6 tonluk kaplumbağayı görmeye geldik, nerede acaba?\” diye sorar. Görevli, kaplumbağaların yaşadığı tropik bölgeyi gösterir, ancak, \”6 tonluk kaplumbağa filan yok, bildiğin normal kaplumbağalar var\” der. \”Nası yok canım?\” deyip, kaplumbağaların bulunduğu bölgeye giderler, ki, hakikaten yok… Yetkiliyle görüşmek isterler! Doğal Yaşam Parkı\’nın biyologlarından biri gelir hemen, \”nasıl yardımcı olabilirim?\” der. \”6 tonluk kaplumbağayı görmeye geldik, bunlar bize ufacık kaplumbağaları gösteriyor\” diye şikâyet ederler. Biyolog afallar… \”Kardeşim, 6 tonluk kaplumbağa olur mu, fil bile 5 ton\” der. Neredeyse kavga çıkacak iyi mi… Biyolog bakar ki, \”niye saklıyorsunuz?\” diye itiraz ediyorlar, \”nerden duydunuz böyle bi şey olduğunu?\” diye sorar. \”Sen ne biçim yetkilisin, hiç gazete okumuyor musun?\” cevabını alır. Biyolog koşar ofisine, girer internete.

İnanmayan girsin internete…

\”Bingöl\’deki yol yapım çalışmaları sırasında, toprak altında yaşayan 6 ton ağırlığında kaplumbağa bulundu. Vinç yardımıyla kamyona yüklenen 6 tonluk kaplumbağa, önce Diyarbakır\’a, oradan İzmir\’e gönderildi.\”

Onlarca gazete, binlerce internet sitesinde yayınlanmış bu haber… Hem vallahi, hem billahi, videosu bile var! Kamyon yoldan geçiyor, kasasında dev kaplumbağa… E haberi okuyan ahali de, gelse gelse hayvanat bahçesine gelmiştir diye, Doğal Yaşam Parkı\’na koşuyor.

Aynı haberin, \”İran\’da bulundu\” versiyonu da var… Yüzlerce kez \”Hazar Denizi yakınlarındaki ormanlık alanda 4.5 tonluk kaplumbağa bulundu. Yaşadığı tespit edilen 4.5 tonluk kaplumbağa, TIR\’a yüklenerek Tahran\’a götürüldü\” yazılmış… Ve, aynı haberin \”Elazığ\’da bulundu\” versiyonu da var. Bu haberi abonelerine servis eden haber ajansı bile var. Hatta, \”Elazığ\’ın değerini niye İzmir\’e kaptırıyoruz\” diye kampanya başlatan bile var!

Haberlerin altındaki yorumlara bakıyorum… Gözüyle gördüğünü iddia eden mi ararsın, AKP\’li onca belediye varken, CHP\’li İzmir\’e götürülmesini kınayan mı, gırla.

(Yeni Asır\’da çalışırken… İşe yeni başlayan çömez arkadaşların masasına bir telefon numarası bırakır, üstüne de, \”Aslan bey aradı, çok önemliymiş\” veya \”Ceylan hanım aradı, mutlaka görüşmek istiyor\” diye not yazardık. Arkadaş notu görür görmez, telefona sarılır, Aslan beyi veya Ceylan hanımı arar, kısa bi sessizlikten sonra da, kimseye çaktırmadan kapatırdı telefonu… Çünkü, bıraktığımız numara, hayvanat bahçesinin telefonu olurdu!)

O günler geldi aklıma, aradım İzmir Doğal Yaşam Parkı\’nı… \”6 tonluk kaplumbağanın bakımıyla ilgilenen biyologla görüşebilir miyim?\” dedim. Santral görevlisi, belli ki dangozlara laf anlatmaktan bıkmış, \”yuh be birader\” demedi, \”ayrılmayın lütfen\” deyip, biyolog Serkan Eğrilmez\’e bağladı beni… \”Nedir bu komedi?\” dedim. Anlattı.

\”Gelen gelene… Başka şehirlerden telefon edenler bile oldu. Böyle bi şey olmadığını, olamayacağını anlatamıyoruz. Yalan habere inanıyorlar, bize inanmıyorlar. Başa çıkamayınca, haberin peşine düştük. Kaynağını, ilk kimin yazdığını tespit edemedik. Zaten, habere konu olan video Türkiye\’de bile çekilmemiş. İran\’da çekilmiş. Videodaki İran taksileri açıkça görülüyor. Muhtemelen, çocuk parkına götürülen kaplumbağa heykeli.\”

Ucube yani!

\”Gerçek\”leri yazdığı için Uluslararası Basın Enstitüsü tarafından Dünya Basın Kahramanı ilan edilen gazeteciler içeri tıkılıyor, ahali 6 tonluk kaplumbağanın peşinde… Allah sonumuzu hayretsin demekten başka laf bulamıyorum doğrusu.

Nedim Şener

\"\"Quartiere Inferno
Via Male

Türkçesi?
Cehennem Mahallesi
Kötülük Sokak

Apo\’nun Roma\’da kaldığı lüks villanın adresiydi bu…
Cuk oturmuştu yani!

Moskova\’dan Aeroflot uçağıyla Fiumicino havalimanına inmişti. Abdullah Sarıkurt adına TC pasaportu vardı. Konya\’nın Kulu İlçesi Çöpler Köyü nüfusuna kayıtlıydı Abdullah Sarıkurt, Almanya\’da işçiydi ve 8 sene önce Konya Emniyet Müdürlüğü\’ne başvurarak, Frankfurt Başkonsolosluğu\’ndan yenilediği pasaportunu kaybettiğini bildirmişti. Ancak, Apo bu sahte pasaportu kullanmadı, gerek duymadı. Ben Abdullah Öcalan\’ım dedi. Çünkü, İtalya Başbakanı D\’allema, bildiğin dallamaydı, tezgâh kurulmuştu. Güya gözaltına alındı. Hapishaneye götürülmesi gerekirken, hastaneye götürüldü. Sarılık teşhisi kondu. Teşhis sarılıktı ama, ortopedi servisinde yatıyordu ve doktorlar kalbinden rahatsız olduğunu açıklıyordu! Sadece 8 gün sonra, hastaneden çıktı, hapishane yerine, göller bölgesinde bulunan, Cehennem Mahallesi Kötülük Sokak\’taki villaya yerleşti. Ana caddeye çıkışı olmayan, kepenkli, bahçesinde palmiyesi bulunan, iki katlı, dışardan görülmeyen, zula bivillaydı. Sahibi Enrico Peli, pilottu, Alitalia\’da… Marino emlak ofisi aracı olmuştu. Apo\’nun Roma temsilcisi kordiplomatik plakalı araçla gelmişti, yanında İtalya İçişleri Bakanlığı\’nın yetkilileri vardı. Aylığı 2 bin 200 dolardan, senelik kira sözleşmesi yapıldı, tiko para bastırıldı. Villaya uzaktan bakmak bile yasaktı. İtalya iç istihbarat teşkilatı Digos tarafından korunuyordu, sokağa bariyer, çatıya keskin nişancılar yerleştirilmişti. Apo, genellikle öğleden sonraları bahçesinde yürüyüş yapıp, kaslarını esnettiği villasında basın toplantısı yaptı. Digos ajanları, gazetecilerin donunu bile aradı, kalemlerini bile kontroletti, teyp, fotoğraf makinesi sokulmadı. Giriş katındaki salon, çanak anten bağlantıları, uydu telefonları, telsiz, bilgisayar, faks ve mikrofonlarla haberleşme merkezini andırıyordu. Apo\’nun üstünde Calvin Klein gri kadife takım elbise, Ferragamo kravat, çivit mavisi Enrico Coveri gömlek, ayağında Alman işi sandalet, gri yün tenis çorabı, bileğinde Suriye hatırası altın kol saati vardı. Antik Roma dönemine ait kitaplar okuduğunu, Machiavelli\’ye hayran olduğunu söyledi.
Türkiye ayağa kalkmıştı…

İtalyan markaları boykot ediliyor, ahali makarnaya PKK\’lı muamelesi yapıyor, spagetti bile yemiyordu. Ahaliye İtalyan görünmek için markalarını ellona mellona diye koyanlar ise, yandım Allah diyor, gazetelere sayfa sayfa \”ekmek çarpsın biz Türk\’üz\” ilanları veriyordu.

Sonra?
Buhar oldu Apo… Türkiye Başbakanı Ecevit, bugün de gene İsrail Başbakanı olan Netanyahu\’dan yardım istedi, Mossad devreye girdi, Amsterdam Schipol havalimanından Kenya\’ya uçtuğu, Yunan Büyükelçiliği\’ne yerleştiği saptandı. Özel uçakla Kuzey Irak\’a gidiyorum zannederken, paketlendi, memlekete hoş geldin oldu.

Sonra?
İtalya apar topar Ankara Büyükelçisi\’ni değiştirdi, eşi Türk olan büyükelçi gönderdi, İstanbul ve İzmir konsolosları değiştirildi, piar ekipleri kuruldu, partiler verildi, yedirip içirdiler bizim yalaka basını, kafaladılar. Tesadüfe bakın ki, beş sene önce sıra takımı Torino\’da bile başarılı olamayan Hakan Şükür\’ü İnter\’e, Fatih Terim\’i önce Fiorentina\’ya, hemen ardından Milan\’a transfer ettiler.
Sempati patlaması oldu,
Spagetti bile yemeyen ahali, aniden İtalyano oldu!

Sonra?
Bu arkadaşlar geldi.
Açılım yapıldı.
İtalya cankuşumuz
Yunanistan dostumuz
Suriye kardeşimiz oldu.
Terörle mücadele edenlerin alayı hapse tıkıldı, şeref madalyalı subaylar kafasına sıktı, PKK kırmızı halıda halay çekti.

Ve şimdi…
Apo villaya çıkıyor.

Soner Silivri\’ye, Mustafa\’yla Tuncay hücreye konuyor…
Nedim\’in evi basılıyor.

Türkiye\’nin en dürüst, en yurtsever gazetecilerinden biridir Nedim… Rayında yaşar. Eviyle işi arasında gidip gelen tren rayı… Onur duyulan arkadaş, kusursuz eş, mükemmel babadır.

Apo\’yu koruyan İtalyan gizli servisi vardı hiç olmazsa… Nedim\’in evini bizim kendi polislerimiz basıyor… İleri demokrasi dedikleri bu oluyor.

Ben Apo\’nun yerinde olsam…
Palmiyeli isterim.