Monthly Archives: March 2009 - Page 2

Büyük Buhranı Görecek Miyiz?

Euro\’yu Batıracaklar Mı? 1 Katrilyon Dolar Da Ne?

Küresel ekonomik krizin Türkiye\’ye yansımalarını, sanki Türkiye\’nin kendisinden kaynaklanan bir kriz varmış gibi, ekonomi bu yüzden krize batmış gibi göstermeye çalışmak, dolayısıyla olumsuz gelişmelere içeriden sorumlu aramak hiç de adil değil.

Seçim kampanyaları sırasında benzer yaklaşımlar bir şekilde anlaşılabilir ama ekonomide kötü görüntüleri büyük bir sevinçle karşılamak, bir nevi öc alma girişimi gibi yansıtmak, dünya büyük bir çöküşe sürüklenirken bunu iç politika malzemesi yapmak, genel bir seferberlik havasında üstesinden gelinmesi gereken böyle bir sorunu sokak kavgasına dönüştürmek tam bir basiretsizlik örneği.

Bu bakışın en zarar verici yanı, gerçeğin, görülmesi gerekenin üstünün örtülmesi oluyor. Krizin sebebini, büyüklüğünü, etkilerini, sonuçlarını anlama konusunda kitleler yanlış yöne sevkedilirken, alınacak tedbirlerin önü de kapatılmış oluyor. Krize karşı verilecek mücadelede en büyük yanlışlık bu. En zarar verici olacak yanlışlık da bu.

Hepimiz biliyoruz artık; bu krizin Türkiye ile, gelişmekte olan ülkelerle hiçbir ilgisi yok. Bu kriz merkez ekonomilerin krizi. Küresel ekonominin patronlarının krizi. Aslında batan da onlar, biz değiliz. Her ne kadar Türkiye ve orta ölçekli ekonomilerde büyük korkular yaşansa da asıl korku, panik bu piyasalarda yaşanıyor. Asıl bedeli onlar ödeyecek. Ödüyor da. Üstelik, pek kimse dile getirmek istemese de, gelişmekte olan ekonomilerin krizi daha hafif atlatma, kriz sonrası büyük sıçrama yapma ihtimali daha fazla. Daha şimdiden, çöken bankacılık sistemine karşı faizsiz bankacılık sistemi ve Müslüman ülkelerin potansiyel gücüne işaret edilmeye başlandı.

Biraz daha net bilgilerle tartışalım:

  1. Sadece bir buçuk yıl içinde dünyanın ortak zenginliğinin yüzde 45\’i eridi.
  2. Amerika\’nın ithalat-ihracatı yani dış ticareti, Ocak ayı verilerine göre 1930\’dan bu yana en büyük düşüşünü yaşadı.
  3. Türev piyasaları izleyen tek kurum olan The Bank of International Settlements verilerine göre, küresel türev piyasalar 1.14 katrilyon dolara yükseldi. Dikkat edin milyar dolar değil, trilyon dolar değil, katrilyon dolar. Bunun 548 trilyon doları kredi piyasalarından. Dünyanın toplam gayri hasılası ne kadar biliyor musunuz? 60 trilyon dolar… Mesela; Mart 2008\’de Bear Stearns battı. Bu şirketin türev piyasası 13.4 trilyon dolardı. Amerika\’nın toplam gelirinden büyük.
  4. Bazıları buna ekonomik sistem diyor. Küresel ekonomik sistem. Türkiye\’nin de Amerika\’nın da Avrupa Birliği ülkelerinin de Asya ülkelerinin de içinde bulunduğu dünya ekonomik düzeni. Oysa bu tam bir sahtekarlık. Bir balon. Bu zaman ayarlı bomba. Şimdi bu balon sönüyor, bombalar birer birer patlıyor.
  5. ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Ben Bernanke, siyasi iradenin, bankacılık sistemini kurtarmaya yönelik destek paketlerini tamamlaması halinde, ABD ekonomisinin gelecek yıl toparlanmaya başlayacağını söylüyor. Ona göre kriz bu yıl dibe vuracak, gelecek yıl toparlanmaya başlayacak. Yine ona göre ABD, 1930\’daki büyük bunalımı yaşamayacak.
  6. Krizin bu yol dibe vuracağı doğru. Belki Haziran aylarında bunu göreceğiz. Haziran\’a kadar her alanda şaşırtıcı spekülasyonlar yaşayacağız. Mesela önümüzdeki haftalarda Euro üzerinde bu spekülasyonları görebiliriz. Ama 1930\’lardaki bunalıma düşülmeyeceği yanlış.
  7. ABD, 1930\’lardan çok daha büyük bir bunalım yaşayacak. Çünkü; Ekim 1929\’da borsa çökerken bankacılık sistemi hala ayaktaydı. Daha sonra bankalar spekülasyona girdi ve büyük bataklar oluştu. Şimdi bankacılık sistemi neredeyse tamamen çöktü.
  8. 1930\’larda ABD uluslararası kreditör ülkeydi. Şimdi tam tersine çöküşe ABD öncülük ediyor. ABD çöktüğü için dünya çöküyor, dünya ABD\’ye kreditör oluyor. Dünya ABD\’nin zararlarını ödüyor. Aslında hepimiz bu ekonomik sistemin ve ABD ekonomisindeki sarsıntının bedelini ödüyoruz.
  9. Krizden kurtulmanın tek yolu var ve bunu aslında herkes biliyor. Öyle yüz milyar dolarlık yardım paketleri değil çözüm. Spekülatörler silinip atılmadan bu kriz önlenemeyecek. Krizin sebebi onlar; bu sistem üzerinden bir küresel kumar masası kurulmuş, onlar oynuyor bizler, dünyanın tamamı bunun bedelini ödüyor.
  10. Hal böyle iken Türkiye\’deki ekonomi çevrelerinin, medyanın, siyasilerin krizi algılama ve pazarlama biçimi bu gerçeklerin çok ötesinde. Böyle bir yaklaşım Türkiye\’ye yapılan en büyük haksızlıktır. Açıkça, içinde bulunduğumuz krizin Türkiye\’de bir sorumlusu yoktur. Krize rağmen, bu sarsıntının etkilerine rağmen Türkiye, bugünkü haliyle krizden kısmen az etkilenen ülkeler kategorisinde yer alıyor. Japonya\’dan G. Kore\’ye, ABD\’den Avrupa Birliği ülkelerine kadar, krizin etkileriyle ilgili verileri karşılaştıranlar bunu görecektir.
  11. Bakmayın Batı\’dan gelen \”batacaksınız\” yaygaralarına. Bu kampanyaların tek hedefi, içinde bulundukları krizi, dünyanın geri kalanına özellikle de gelişmekte olan ülkelere ihraç etmektir.

Obama Tayyipçi mi, GÜLcü mü!?

Al sana bir büyük sorun daha, \”Geliyor da kime geliyor?!\” Obama kimi daha çok muhatap alacak, işte mesele bu?.. Kademe Çankaya.. Ama icraat?.. Suyun başında Erdoğan, hele bir de o zaman seçim sonuçları elinde istediği gibi olursa…
Obama\’ya ziyafeti Çankaya çeker ama;
\”Gel bakalım Hüseyin bey kardeşim!..\” diye havayı o atar…
Gül ne yapar?..
Soğukkanlılıkla, tepeden manzarayı gülerek, sabırla seyreder!..
Böyle, ölçülü, biçili ne yazıyoruz?.. Var olan ama kabul edilmeyen tepe rekabeti!.. Aslında iktidardaki koalisyonu!.. AKP koalisyonunu.. Yok mu?..Yengelerin durumunu geçelim, sadece \”Dış politikayı kim yürütüyor\” diye soralım, cevabı bu işte…
Kabinede, partide, belediyelerde Tayyipçiler de belli, Gülcüler de… Geçelim, gezilerdeki uçak mürettebatı matbuat mensuplarına bakın..! Yazarları da belli!.. Yazarların yazılarındaki \”Obama, aslında benim padişaha daha yakın!\” mesajlarındaki kıran kırana telkinler bile ölçü… Tayyip\’in kavga ettiği para babalarının kime neden yakın durup, \”Memleketi düze çıkarsa çıkarsa o çıkarır… İşte dış politikadaki temasları\” diye kimi adres gösterdikleri de belli.
Bu yüzden Obama\’nın gelerek memleketten ne istediği önemli değil, mühim olan kime geldiği!..

Gül çağırmış, geliyor!.

Bize demişlerdi ki; \”Bizim Dışişleri bu Obama\’ya daha adaylık sırasında bile soğuktu. Bu mu Hillary\’yi devirecek, boş versene… diye hiç şans vermiyordu.. Bu yüzden Başkan olması hayalde bile yoktu ve temas falan düşünülmemişti\” değerlendirmesindeydi.. Bakan da malum Gül bey…
Ama öyle değilmiş, meğerse Obama\’yı keşfeden Gül beymiş!.. Kendileri, İran yolunda vakanüvistlere meseleyi şöyle anlatmış bulunuyor:
\”Obama\’nın kitaplarını iki yıl önce okuduğum için düşüncelerini biliyordum. Şimdi yeni yönetim ile tanık olduğumuz Amerika\’nın yeni yaklaşımı iki yıl önce okuduklarımla uyuşuyor..\”
Dahası da var..
Gül bey diyor ki;
\”İki kâğıt verilse ve ilgi alanlarınızı yazın dense, Türkiye ile Amerika\’nın hemen her konuda ilgi alanları kesişir..\”
İşte bu kadar…
ABD ile ilgi alanları kâğıtta kesişen Türkiye\’nin başındaki kişi olarak ne yapsın, Obama\’ya \”Atla uçağa gel de bir konuşalım birader!..\” demiş, Amerikalı da \”Seni kıracağıma Türkiye\’ye bile gelirim abi, ok..\” demiş.
\”Biz onunla, seçiminden sonra telefonda bir tebrik konuşması boyutunun çok ötesine geçtik..\” diyor Gül bey ve işte bu nedenle \”Yakında güzel gelişmeler olacağını\” söylüyor…
Zurnanın \”zırtladığı!\” nokta da bu, \”güzel gelişmeler…\” \”Obama\’yı çağırdım, bir sözümle koşa koşa geliyor\” diye hava atmak muhteşem..!
\”Bu arkadaş geldi de siz ona ne vereceksiniz?!\” faslı biraz zor durum…
\”Davet ettim\” diyen, \”Verdimse ben verdim sana ne?!\” diyebilecek mi, istenenler konusunda..!
Bu yüzden, davet konusunda Tayyip Erdoğan\’ın önüne geçen Gül, verilecek olana, \”Hükümet karar verdi, ben ne yapayım!?\” pozisyonunda kalabilir ve yıpranmaz yani!.. Öyle bir durum var işte…

Verme paketi zengin!..

Gül Bey\’in \”Çağırdım geliyor\” diye ilan ettiği Obama\’nın gelişine alkış tutan \”kalemşörlerinin\” endamına-encamına bakınca, \”bu gelişin\” ne kadar hayırlara vesile olacağı da ortadadır!..
Bir kere madde bir, \”PKK planı\” malum… \”Yeni Obama Planı\” diye sunulan, bize eşkıyanın tasfiyesi diye aktarılan mevzu yeni falan değildir.. Apo\’nun son kullanma tarihinin dolması ile, yani Türkiye\’ye verilip İmralı\’da hayat garantisinin sağlanmasından sonra, uygulamaya konulan ABD planıdır yeniden sunulan.. Kuzey Irak\’ta tanınmış Kürt devleti, Barzani şemsiyesinde bir yapılanma, adı konmamış, Türkiye-Barzani federatif yakınlaşması vs..
Afganistan üzerine sürülecek PKK devşirmeleri… Beyaz Saray ile direkt temasa geçmiş, azınlık kabul edilen, kendi kaderini tayin talebi mevcut bir etnik varlık..
Paketi incelemeyi sürdürelim..
Kıbrıs?!.
AB\’nin dayattığı gibi, Türkiye\’nin terk ettiği Kıbrıs…
Karadeniz kıyılarında askeri üsler ABD için!.. Devam edelim, Ermenistan\’la o malum temenni içinde taviz ilişkisi…
İsrail\’le kayıtsız şartsız işbirliği..
Yeni olan şu, \”artık direnmeye gerek yok..\” muhtırası..
Bu olması istenen başlıklar sıralandıktan sonra eklenene bakın..
\”Seçimden sonra IMF ile de anlaşılırsa, sorun kalmaz!..\”
Yani \”Ver ..ver ..ver… IMF\’den al patronlara dağıt, ABD\’yi dinle, kurtul!\”
İşte işin bu \”son fasıllarını\” Tayyip Erdoğan yapacak, orda Gül yok, icraat öyle!..
Obama kime geliyor, Tayyip\’e mi, Gül\’e mi bilemem..!
Bildiğim öpülecek olan değişmeyecek!..

ATATÜRK\’ten ve Ordudan Ne İstiyorsunuz?

Milletten, özellikle gençlerden gelen mektup ve yorumlara bakıyorum, çoğunda \”Atatürk\’e dil uzatılmasına ve ordunun bir tartışma içine çekilme gayretine\” büyük tepki var. Düşünün, bu ülkede Meclis Başkanlığı yapmış hukukçu bir kişi; Bülent Arınç (ki bu konuyu dün yazacaktım yer kalmadı) \”sanki iyi düşünülerek planlanmış bir adım gibi\” aniden ortaya çıkıyor ve \”biz yargıya intikal etmiş bir olay hakkında konuşmayız\” diyen ordu mensuplarına tam bir kışkırtma içeren sözleriyle hakaret ediyor.

Kemal Kılıçdaroğlu ile partisini ve herkesi \”Deniz Feneri ve Şaban Dişli davalarını ağzınıza alamazsınız, gizlilik kararı var, yayın yasağı var\” benzeri çıkışlarla sustururken yine yargıda olan ama \”yargı kararı çıkmamış\” henüz sadece iddialardan söz edilen bir davayla ilgili suçlamalarda bulunuyor. Yaptığı yanlışa sıkılmadan bir de \”Allah\”ın adını karıştırarak emekli orgeneraller için \”Allah\’a şükrediyorum ki Türkiye bunların zamanında bir savaşa filan girmemiş. Bunların savaşacak halleri yok. Savaştan, askerlikten başka her şeyle uğraşmışlar, darbelerle uğraşmışlar, dış güçlerle işbirliği bile yapmışlar\” diyor.

Şimdi, bu cümlelerin her biri kışkırtma veya ağır suçlama olduğu gibi mahkemeyi etkileme anlamını en güçlü şekilde taşımıyor mu? Taşıyor…

Peki neden Deniz Feneri ve Şaban Dişli için Kemal Kılıçdaroğlu konuşamasın da, bir başka dava için Bülent Arınç konuşabilsin? Bir gazete \”Darbeder Paşalar\” başlığı atabilsin ya da verilecek müebbet hapis cezaları dava bitmeden liste halinde yazılsın?

Bülent Arınç\’ın konuşmasına TSK\’dan haklı bir cevap geldi tabii ama beklediği 22 Temmuz öncesi muhtırasına benzer, partisine oy katacak, mağdur rolü oynamasını sağlayacak (lütfen ama lütfen biri bu görevi üstlensin, bütün hesap bu) sertlikte değildi. Sadece \”bir hukukçunun yargı kararı olmadan kimseyi suçlamaya hakkı olmadığını\” bildiriyordu.

MAĞDUR ROLÜ ŞART!

Ama Bülent Arınç kesin kararlıydı, sanki \”hukuk\” hatırlatılmamış da kendisinin yaptığı gibi \”hakaret edilmiş\” havası yaratarak aynı gün: \”Bunun hukukla ne ilgisi var, bu suçlamayı kabul etmiyorum, Türk siyasetçisi cesur olmak zorundadır, sivilleri azarlamak olmaz, siyasetçi paspas değil\” benzeri (bu durumda çok) anlamsız cümleleri ardarda sıraladı.

Devam eden bir davayla ilgili sonuç söylüyorsun, bunun hukukla ilgisi yoksa, \”masuniyet karinesi\” ile ilgisi yoksa neyin var? Ayrıca o kadar hakarete karşılık yapılmış bir hatırlatmanın paspaslıkla, azarla ne ilgisi var? Yani herkes ve her kurum sizin baskınıza, hakaretinize susmak zorunda mı?

Seçim öncesi (22 Temmuz\’dan tadı damaklarında kalan) muhtıra beklenmiyorsa ne bekleniyor da bu kışkırtma yapılıyor?

TSK\’nın bu oyuna gelmemesi ve asla iktidarla tartışmaya girmemesi gerektiği apaçık ortada…

Öte yanda Atatürk\’le ilgili \”Vahdettin ona on bin altın verdi\” benzeri sözleri gündeme getirmelerinin de toplumda tepki yarattığını bilmeleri lazım. Seçim öncesi Atatürk\’e, orduya, laikliğe sataşmadan istedikleri oya ulaşmaları zor mu olacak, endişe bu mudur acaba?

Altına Koşanları Bekleyen Tehlike

\"AltınaFiyatların yeni rekorlar kırmasıyla, endişeli zenginler altın külçelerini evlerindeki kasalarda biriktiriyor. Newsweek bu değerli maden için alışverişe çıktı.

Yüz onsluk bir altın külçesini elinize aldığınızda, size şaşırtıcı derecede küçük ve daha da şaşırtıcı olarak ağır gelir. Büyükçe bir gofret paketinden daha uzun ve geniş olsa da ağırlığı eski matematik kitabınızla hemen hemen aynı, yani 3 kiloya yakındır. Rengi aklınızdan çıkmaz. Saf altın gerçek altındır. Alyansınız ya da anneannenizin bileziğine benzemez. Tıpkı okyanusun laciverti gibi koyu, yoğun bir sarı ve parlaktır. En sonunda neden İncil\’de cennetin sokaklarının onunla kaplı olduğunun yazıldığını anlayabilirsiniz. O gün elimde duran altın külçesinin değeri yaklaşık 100 bin dolardı. Yanımdaki kişi emeklilik çağında, kurulu düzeni olan, başarılı ve hali vakti yerinde bir işadamıydı. Dow Jones\’un düşüşü ve Obama\’nın teşvik planının kaçınılmaz olarak çok yüksek bir enflasyona neden olacağı korkusuna karşı bir tedbir olarak o külçeyi satın aldı. Alışveriş, HSBC Bankası\’nın Manhattan\’ın merkezinde bulunan şubesinin bodrum katında gerçekleşti. Külçeyi ona verdim, çantasına koydu. Yukarı çıktık, korumaların yanından metal kapılara doğru ilerledik. Dışarı çıkarken ona hoşçakal, dedik ve 100 bin dolarlık çanta taşıyan bu ince uzun adamın arkasından baktım. Bana adını söylemek istemedi, aslında onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Altını bodrumundaki bir kasada saklıyor. Söylediğine göre, arkadaşları da aynı şeyi yapıyormuş. \”Altın alıp bir kenara koyan zeki, akıllı, iyi eğitimli ve iyi niyetli insanların sayısında bir artış var\” diyor finans haberlerinin günlük analizlerinin yapıldığı The Gartman Letter adlı bültenin editörü Dennis Gartman.

Cincinatti\’de yaşayan hidrolik kontrolörü John Wynocker 15 yıldır altın, gümüş para ve külçeler satın alıyor. Fakat Obama\’nın teşvik paketinin kabul edilmesinin ardından daha fazla almaya başlamış. Şakayla karışık bu değerli madeni kendisinin bile bulamayacağı yerlerde sakladığını söylüyor. Altınları gömüp gömmediğini soruyorum. \”Belki de\” diyor. \”Ülkemiz bir süredir borçlu, ekonomi tökezliyor, bir gün emekli olmak istiyorum. Kendimi korumak için başka ne yapabilirim?\” Bu delilik mi? İşte şehrin dışında yaşayan, saygın, sıradan biri; dünyanın sonunun geldiği paranoyasıyla hareket ediyor. İşte Wynocker, mali geleceğinin dizginlerini bir kürek yardımıyla elinde tutmak isteyen bir iş- adamı. Altın tüm zamanların en yüksek fiyatına yaklaşarak, 13 Mart\’ta ons (28,5 gr) başına değeri bin doları geçti. Altın para ve külçelerini teslim alan Amerikalılar\’ın sayısı da artıyor. Dünya Altın Konseyi\’ne göre, Amerikalılar 2008\’de 600 ton altın külçe ve para satın aldı. 2007\’ye göre yüzde 47\’lik bir artış var. Tabii bu rakamlar altın çılgınlığının salgına dönüştüğü Avrupa\’daki kadar olmasa da, madenin yükselen fiyatı göz önünde bulundurulduğunda gayet dikkat çekici. ABD ekonomisinde yukarı doğru bir hareketlenme var ve alıcılar muhtemelen kendilerini bu dev altından balonun bir parçası olarak görüyor.

Fakat analistler borsaların kontrol altına alınamaması ve emlâk değerlerinin düşmeye devam etmesi halinde daha fazla insanın güvenilir ve değeri bakımından hükümetlere bağımlı olmayan yatırımlara yönelmek isteyeceği görüşünde. \”Kasım\’da, kredi krizi ciddi biçimde kontrolden çıkmaya başladığında, insanlar altının tetiğine basmıştı\” diyor Amerikan Değerli Maden Borsası Başkanı Scott Thomas. \”En başta da emeklilik fonlarının zamanla aşındığını gören anne ve babalar.\” Bu arada cengâver yatırım danışmanları da altın için yanıltıcı propaganda yapıyor, hatta bazıları ons başına fiyatın 2 bin 300 dolara yükseleceğini vaad ediyor. \”İnsanlara \’Panik var, acele etmeyin\’ diyoruz\” diye dalga geçiyor online finans bülteni The Daily Reckoning\’in yayıncısı Addison Wiggin.

Geleneksel olarak iki tür altın yatırımcısı var: Spekülatörler ve stokçular. İlk grup, altının fiyatını belirleyen vadeli işlemler piyasasından faydalanıyor. Genellikle kazandıkları ya da kaybettikleri paranın, altının sahibi olmakla bir bağlantısı yok: Çoğu modern çağ yatırımcısı gibi, altın edinimleri bilgisayar ekranındaki görüntülerden ibaret. Stokçularsa farklı. Onlar altını gerçek bir mal olarak satın alıyor ve kara günler için saklıyorlar. Stokçular her zaman vardı, fakat krizler sırasında sayıları artıyor. 1929 bunalımı sürerken, Başkan Franklin Roosevelt likiditeyi sağlamak amacıyla 1933\’te çıkarılan bir kanunla stokçuluğu yasaklamıştı. Altın para ya da külçelere sahip olan herkesten (koleksiyoncular dışında) ellerindekini ons başına 20 dolara paraya çevirmelerini talep etmişti. Kanun 1975\’te yürürlükten kaldırıldı ve o zamandan beri satıcılar gerçek, somut altın satıyor.

Yöntemler çeşitli olsa da, bütün altın satıcıları peşin fiyatın üstüne bir prim ekleyerek altını nereye isterseniz oraya (genellikle de ABD posta servisi ile) gönderiyorlar. Kendi postacımın bir altın külçesini apartmanın posta kutusuna bıraktığını düşünerek, California Newport Beach merkezli bir satış noktası olan Monex\’in yetkilisi Michael Maroney\’e soruyorum. Postaneler değerli metaller için sigorta oranlarını düşük tutuyor, diye açıklıyor Maroney. \”Ne zaman teslim alacağınızı söyleyemeyiz ama asla kaybolmaz.\”
Altın satışları en son 2000\’de yaşanması beklenen dijital kıyametten önceki yıl tavan yapmıştı. Kıyametin geleceğini düşünen Amerkilalılar, bodrum ya da arka bahçelerinde silah ve konserve kutularının yanında altın da sakladı. Evinizde çok miktarda altın tutmak sizi bir hedef heline getirir, sigortalama da maliyetli bir iş. Ve altın bir kez çalındı mı eritilmesi ve başka şekle dönüştürülmesi kolay olduğundan onu geri almak neredeyse imkânsız hale gelir. First Federal Coin şirketinin başkanı Nick Bruyer tam da bu nedenle her zaman \”iyi bir bankada, iyi bir kasa\” önerdiğini söylüyor. Yine de, altın stokçularının mantıkları acil durumda onları yakınlarında tutmak şeklinde işliyor ve bankalara güvenmiyorlar. Cannon Safe şirketinin kasa satışları 2008\’de yüzde 43 arttı ve CEO Aaron Baker\’in tahminlerine göre yeni müşterilerinin yüzde 30\’u kasalarında değerli maden saklıyor. Şirket yeni bir reklam kampanyası üzerinde çalışıyor. \”Hiç kapanmayan banka. Siz Cannon kasasısınız.\” Kısa süre sonra bu sloganın Wall Street yakınlarındaki reklam panolarında yer almasını umuyor.

Baskı dönemlerinde, benzersiz nitelikleri ve değerli bir varlık olarak uzun tarihi, altın almayı cazip hale getiriyor. Altın altındır diyor propagandacılar. Parasal değeri yükselip düşebilir ama öz değeri asla değişmez. Altın endüstrisinden insanlar bu durumu şöyle örnekliyor: Ortaçağ\’da, bir ons altın parçası bir erkeği baştan aşağı giydirirdi. Bugün bir ons altın parçası (yaklaşık 950 dolar) bir erkeği baştan aşağı giydirir. Sağladığı ağırlık hem psikolojik hem de finansal. \”Güneşe benziyor ve mükemmel yansıtıyor\” diyor Amerikan Nümizmatik Topluluğu\’ndan küratör Robert Hoge. \”Dövülerek toz ya da folyo haline getirilebilir; bir tel yapılabilir, şimdiye kadar bilinen en iyi madde. Oldukça yumuşak ve düşük ısıda da eritilebiliyor\” diyor Hoge. \”Kuşlar bile parlak nesneleri topluyor.\”

En azından milattan önce altıncı yüzyılda, Lidya Kralı Krezus (Krezus\’tan zengin, lafından hatırlayın) altın yığınlarının eritilerek standart şekil ve ağırlıklara dönüştürülmesine karar verdiğinden beri altın para harcandı, ticarete konu oldu, stoklandı ve madeni paraların en değerlisi oldu. Modern tarihin büyük bölümünde, devletlerin para birimleri altınla desteklendi, altın standardı olarak bilinen ekonomik bir uygulama enflasyonu sınırlama anlamına geldi. Fakat şimdi altın almanın makul bir yanı var. Tarihi olarak, altın fiyatı dolardaki dalgalanmalarla ters yönde bir ilişkiye sahipti ve bu nedenle nihai enflasyon önlemi olarak görüldü. Kitco şirketi için çalışan ve borsalara kötümser bakan altın analistlerinden Jon Nadler, \”Altın, portföyünüzün geri kalanı için hayat sigortasıdır\” diyor.

Nadler boşa konuşmuyor. 1972\’de komünist Romanya\’dan kaçarken \”ceplerim dörtlük ve birlik düka altınlarıyla doluydu\” diyor. Hayatında üç kez altın saklamış: Romanya\’dan ayrılırken, küçük bir mülk edinirken ve en son da büyük oğlu Harvard\’a kabul edildiğinde. Demokratik hükümetlerin ve finansal piyasaların genellikle düzgün işlediği Kuzey Amerika\’da, bir insanın kaçarken yanına somut varlıklar alması ihtimali acayip bir durum olarak değerlendiriliyor. Fakat doğal afetler nedeniyle sığınma arayanlar, soykırım ya da Ruanda\’daki iç savaştan kaçanlar için, alım satım veya takasta kullanmak üzere somut varlıklara sahip olmak sadece akıllıca değil, aynı zamanda hayat kurtarıcı olabilir. \”Bu yüzden insanlar altını, çağların para birimi olarak görüyor\” diyor Nadler.

Geoff Farnham altına yaptığı yatırım hakkında net bir vizyona sahip. Bu bir tedbir, aşk macerası değil. California\’lı emekli yazılım mühendisi altın biriktirmeye, amcasından kalan nadide birkaç altın paradan sonra başlamış. Ama geçen yıl çok daha fazlasını satın almış. Bugün sahip olduğu portföyün yüzde 15\’ini bir kasada sakladığı altın paraların oluşturduğunu söylüyor. Gollum\’un (J.J.R. Tolkien\’in \’Yüzüklerin Efendisi\’ kitabındaki karakterlerinden biri) \’kıymetlisi\’ne yaptığı gibi altınlarını zevkle seyretmeyi çekici bulmuyor. \”Neticede sadece bir maden\” diyor. \”Daha önce olabileceğini düşündüğüm kadar heyecan verici değil.\” Aynı zamanda Farnham kim olursa olsun tüm altın meraklılarının bir aşamada en kötü ihtimalin gerçekleşmesinden korktuklarına inanıyor. \”Altın almak hayatta kalma gibi bir güdü içeriyor. Sanırım amcam bu yüzden herşeyden önce altın aldı. Ona ihtiyaç duyulacak günü yaşamaktan nefret edeceğim sanırım.\”

Sorunun kaynağı da bu zaten. Küresel ekonomik çöküş ve enflasyon zamanında, kâğıt banknotların değersiz olduğu bir dünyada, iyi niyetle saklanan altınlar ne olacak? Altın külçenizle 7-Eleven\’a gidip nasıl bir şişe süt alırsınız? California merkezli Goldline şirketinin yöneticisi Mark Albarian, dolar değersiz olduğunda, bir külçe altınla bir deste dolar satın alabilir ve bunu da süt almakta kullanabilirsiniz diyor. \”Aklımıza gelmeyen başımıza gelir diye satın alıyoruz.\” GoldMoney adlı bir şirketi yöneten James Turk, bu kıyamet senaryosunu bir adım öteye götürüyor: Mali bir felaket sırasında, altınınızı eritip şekil vererek para haline dönüştürecek ya da bunları değerli bir para birimi için değiştirecek girişimciler ortaya çıkacak.

Nadler bunu onaylamıyor. Öncelikle, altın satıcılarının kendi kazançları için sistemik bir çöküş korkusunu körüklemelerinin iki yüzlü bir davranış olduğunu söylüyor (kendi de bir perakendeci için çalışmasına rağmen). İkincisi, iyimser olmak için nedenler var. \”Bu işler döngüsel olma eğilimindedir. Yaratıcılık, beceri ve insan azmi sorunları çözer. Beyaz Saray\’da zinde ve sorunları çözmeye kararlı bir yönetim var.\” Ne olursa olsun, altın külçeler ve parçalar kıyamette hayatınızı kurtarmayacak diyor Nadler. \”Bence o gün sakinleştirici Cipro ve mermilerle daha rahat edersiniz.\” Altının tüm zamanların en yüksek noktasında olduğu konusunda uyarıyor ve çok sayıda insanın yüksek fiyattan altın aldığında neler olduğunu gördüğümüzü söylüyor. Nadler\’e göre yapılacak en iyi şey, küçük bir altın satın almak – \”Gitmek zorunda kalırsanız Fiji\’ye son bir uçak bileti almaya yetecek kadar\” – ve sonra da fiyatların düşmesini ümit etmek. Altın düşüşe geçerse, emeklilik fonunuz muhtemelen eski haline dönecek ve siz de hazine için arka bahçenizi kazmak zorunda kalmayacaksınız.

www.newsweekturkiye.com.tr

Klonlamadan Sonra Bu

\"\"AKP teşkilatının kadın üyelere göndereceği mesaj, yanlışlıkla medya mensuplarına da ulaştı

GAZİANTEP\’te, AKP Kadın Kolları Genel Başkanı ve Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin\’in katılacağı panel için teşkilat tarafından kadın üyelere gönderilen mesaj, yanlışlıkla medya mensuplarına da ulaştı. Cep telefonu mesajında panele her kadının yanında 5 kişi getirmesi istendi, yanlışlık fark edilince \”düzeltme\” başlığıyla yeni bir SMS gönderildi.

AKP\’nin Manisa mitingini kalabalık göstermek için uyguladığı photoshop programıyla uygulanan klonlama yönteminin yankıları sürerken, Gaziantep\’te de yine tartışılacak bir uygulama \”yanlışlıkla\” ortaya çıktı. AKP Kadın Kolları Genel Başkanı Fatma Şahin\’in Dünya Kadınlar Günü nedeniyle konuşmacı olarak katılacağı, Şato Restaurat\’daki panel için kadın üyelerine toplu SMS atan parti teşkilatı, SMS\’leri yanlışlıkla tüm gazetecilere de yolladı. Mesajda, \”09.03.2009 Pazartesi saat 09.30\’da Şato Restaurant\’da Sn. Fatma Şahin\’in katılımıyla düzenlenecek panele katılımlarınızı rica ederiz. (Her kadın yanında 5 kişi getirecektir)\” ibaresi yer aldı.

SMS yanlışlıkla gazetecilere de gönderildiğinin farkına varan teşkilat görevlileri, birkaç dakika sonra AKP İl Kadın Kolları Başkanı Gülsüm Avcı imzasıyla medya mensuplarına \”Düzeltme\” başlığıyla sadece davetiye niteliği taşıyan yeni bir SMS gönderdi. Bu mesajda ise \”09.03.2009 Pazartesi saat 09.30\’da Şato Restaurant\’da Sn. Fatma Şahin\’in katılımıyla düzenlenecek panele katılımlarınızı rica ederiz. Gülsüm Avcı İl Kadın Kolları Başkanı\” bilgisi yer aldı.

\"\"

AKP\’nin Miting Alanında Photoshop

\"\"AKP Manisa İl Başkanlığı\’nın, MHP\’nin mitingine katılımın az olduğu iddiasıyla yaptığı basın açıklamasında sunduğu, kendi mitinglerindeki kalabalığı gösteren fotoğraflar şaşkınlık yarattı. Dağıtılan 4 gün önceki AKP mitinginin fotoğrafında, bilgisayarda photoshop programında klonlama tekniğiyle insanların çoğaltıldığı ortaya çıktı. Olayı \”skandal\” olarak niteleyen MHP İl Başkanı Mesut Bayram LAÇALAR, \”Bunların iyice gözü dönmüş. Kaybedeceklerini anlayınca gerçekleri örtbas etmeye çalışıyorlar\” dedi.

MHP lideri Devlet Bahçeli\’nin önceki günkü Manisa mitinginin ardından ortalık karıştı. Cumhuriyet Meydanı\’ndaki mitingin bitiminden yaklaşık 2 saat sonra AKP İl Başkanlığı\’ndan basın bürolarına, \”Boylarının ölçüsünü aldılar\” başlıklı bir açıklama geçildi. İl Başkanı Mustafa Uyumaz imzalı açıklamada şöyle denildi.

\”Değerli Manisalılar; hepinizin medyadan takip ettiği üzere MHP mitingini de görmüş olduk. AKP mitingine dil uzatanlar boylarının ölçüsünü aldılar. AKP mitinginde Cumhuriyet Meydanı, sokaklar ve caddeler tıklım tıklım dolu olmasına rağmen 20 bin kişi olduğunu iddia edenler kendi mitinglerini de gördüler. Onların deyimiyle o zaman kendi mitinglerinde 5 bin kişi bile yoktu. Gelen insanları da çevre illerden getirdikleri ortada. 40-45 otobüs, 30-35 minibüs, 20-25 midibüs dolusu insan getirerek alanı doldurmaya çalıştılar. Bunu diğer partililer gibi haybeye söylemiyorum. Şehir giriş çıkışlarında bulunan arkadaşlarımızın tespiti üzerine bunları söylüyorum. Bunların seçimler yaklaştıkça paçaları tutuşuyor ve kime laf atacaklarını şaşırdıkları için böyle bir komik duruma düşüyorlar.\”

Klonlamalı Fotoğraf

Açıklamaya, AKP\’nin 4 gün önce, aynı meydanda, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan\’ın katılımıyla düzenlediği mitingi gösteren fotoğraflar da eklendi. Ancak, AKP\’nin miting fotoğrafına dikkatli bakıldığında, sol alt köşesindeki kalabalıkta benzer insanların dizili olduğu, sol alt tarafta ise aynı kıyafetli ve kollarını birbirine kavuşturmuş birden fazla insan ile aynı kasket ve montu giymiş kopya insanların bulunduğu flu görüntü dikkat çekti. Üzerinde oynandığı açık şekilde belli olan fotoğraflar şaşkınlık yarattı.

MHP İl Başkanı Mesut Bayram Laçalar, AKP\’nin kolonlanmış miting fotoğraflarını skandal olarak niteledi. Yağmura rağmen MHP mitingine katılımın fazla olmasının AKP\’li yöneticileri rahatsız ettiğini savunan Laçalar, şunları söyledi:

\”AKP\’nin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan\’ın katılımıyla düzenlediği mitinge belediye hizmet araçlarıyla insanların meydanlara doldurulduğunu tespit ettik. Yine Soma Linyit İşletmeleri\’ndeki işçiler mesailerinden alınarak baretleri, iş kıyafetleriyle alanlara taşındılar, bunu herkes gördü. Buna rağmen mitingteki coşkusuzluğu AKP\’li yöneticiler izah edemedi. MHP\’nin mitinginde şiddetli yağmura rağmen insanlar para verilmeden ve devletin gücü kullanılmadan alanlarda toplanabildi. AKP miting fotoğrafına fotomontaj yaparak MHP\’nin mitingini karalamaya çalışmıştır. Olmayan insanları varmış gibi çoğaltmış, boş yerleri bilgisayar yardımıyla doldurarak insanları basın yoluyla kandırmaya çalışıyorlar. Bunların gözü dönmüş, kaybedeceklerini anlayınca gerçekleri örtbas etmeye çalışıyorlar. Miting fotoğrafındaki boş alanlara foto montajla insan eklemek ak siyasetin neresinde?\”

AKP Manisa İl Başkanı Mustafa Uyumaz ise kolonlamayla meydandakilerin sayısının artırıldığı fotoğrafları sadece bilgisayar çıktısı olarak gördüğünü söylemekle yetindi.

Danışman Görevden Alındı

AKP\’nin Manisa mitingine gelenleri olduğundan daha kalabalık göstermek için photoshop tekniğiyle kolonlanmış fotoğraf skandalının ardından, bir yıldır AKP Manisa İl Başkanlığı\’nda görev yapan 22 yaşındaki Hilmi Özyılmaz\’ın işine son verildi.

Partide görev almadan önce yerel televizyonlarda muhabirlik yapan Hilmi Özyılmaz, \”AKP mitinginin fotoğrafını panoramik çekmek istemiştim. Bunu yapma şansım olmayınca photoshop programıyla düzeltmeye çalıştım. Photoshopu kullanmayı da çok iyi bilmediğim için insanlar üst üste binmiş. Kötü bir niyetim yoktu\” dedi.

İl Başkanı: Teknik Hata Olmuş

AKP Manisa İl Başkanı Mustafa Uyumaz da sözkonusu fotoğrafların, AKP İl Başkanlığı\’nda basın işlerinden sorumlu Hilmi Özyılmaz tarafından kendilerine bilgi verilmeden servis yapıldığını öne sürdü. Özyılmaz, \”Yapılan, art niyetli olmayan teknik bir hatadır. AKP Manisa mitingine gösterilen ilgiye herkes şahit oldu. Bizim böyle bir bilgisayar düzenlemesine ihtiyacımız yoktur. Ama bu hatayı yapan arkadaşımızın işine de son verdik\” diye konuştu.

Türkiye Batacak Da Siz Ayakta Mı Kalacaksınız!

ABD\’nin sembol şirketlerinden General Motors\’un iflas edebileceğini açıklaması dün bütün dünyayı sarstı. Çok önemli olsa bile sadece bir şirketin çökme ihtimalinin yıkıcı etkisini ölçmek için dikkat çekici bir örnek. ABD ekonomisinde resesyonun başlama tarihi kabul edilen Aralık 2007\’den bu yana 3.6 milyon kişi işini kaybetti. Şirketin batması bu sayının üstüne 260 bin daha eklenmesine yol açacak. Şirketin kurtarılması ise en az o kadar zararlara yol açıyor. 61.66 milyar dolar zarar açıklayan AIG, Pazar günü devletten 30 milyar dolar daha aldı. Trilyonlarca dolar yükümlülük altındaki bu dev şirket, kaç 30 milyar dolarla toparlanabilir? Mümkün mü? Bu hiç mümkün olmayacak. Olmayacağını bilenler AIG üzerinden başka bir tartışma başlatıyor: \”Bırakın şirketler batsın. Bırakın bankalar batsın. General Motors batmazsa, AIG batmazsa devlet batacak, Amerika batacak.. Batmalarına izin verilmeden yeni bir başlangıç yapılamayacak. O zaman bu lüklerden kurtulalım ve yeniden başlayalım…\”

Aslında bu da çok doğru değil. Bu dev şirketleri kurtarma operasyonları da ABD\’yi batırıyor, gözden çıkarılmaları da batırıyor. Bu böyle bir kriz işte… Dolayısıyla hazırlanan yüz milyarlarca dolarlık kurtarma paketlerinin çözüm olacağına gerçekte kimse inanmıyor. Şu anki, İkinci Dünya Savaşı\’ndan sonra oluşturulan ancak çöküşünü izlediğimiz sistemin devam etmesini isteyen, çökse bile bu sistemle devletleri ve dünya ekonomisini kontrol eden çevreler, bu kudretlerinin paylaşılacağı korkusuyla çözüme yönelik köklü adımları engelliyor. Asıl sorun bu. Böyle olunca da yakın gelecekte, belki de tamamen dibe vurmadan krizden kurtulma ihtimali olmayacak emektir.

Bu yüzden; \”ABD, tarihin en büyük çöküşüne doğru gidiyor. Bu hal birkaç yıl daha devam ederse, devlet tamamen iflas gedecek, geri dönüşüm mümkün olamayacak. Büyük çöküş başladı\” deniliyor.

ABD böyle iken Avrupa farklı mı? İngiltere geri dönülmez çizgiye doğru geriliyor. Avrupa Birliği ülkeleri önümüzdeki haftalarda, trilyonlarca doları bulacak feci finansal çöküşler bekliyor. AB\’nin genişleme ve dünya açılma yerine ulusların, devletlerin hareket alanını daraltacak, onları adeta boğacak bir yapıya dönüşebileceği söyleniyor. Doğu Avrupa ülkelerini gözden çıkaran, onların \”bizi kurtarın\” çığlıklarına kulaklarını tıkayan merkez ülkeler, kendilerini kurtarıp kurtaramayacakları konusunda büyük bir panik yaşıyor.

Hal böyle iken, ABD ve Avrupa, yani merkez ülkeler, yani krizin gerçek sahipleri, yani dünya ekonomisini yönetenler, krizin maliyetini dünyaya ihraç etmek için var güçleriyle mücadele ediyorlar. Merkezdeki kriz, çevreyi zaten sarsarken onun üstüne bir de kendi kriz maliyetlerini yüklemeye çalışıyor. Buna karşı siyasi bir duruş sergilenmeli. Asya, Ortadoğu, Latin Amerika gibi çevreler, merkez güçlerin bencilce krizden kurtulma yaklaşımlarını sorgulamalı. Sorumlusu olmadıkları bir maliyeti, kabullenmemeli. Ciddi bir direnç oluşturup, merkez ülkelerin ortak çaba harcamasını sağlamalı.

The Economist dergisinin \”dibe vuracak 17 ülke\” listesini hazırlarken gösterdiği açıklığı, İngiltere\’yi tartışırken göstermemesi dikkat çekici. Batacak ülkeleri şöyle sıralamış: Güney Afrika, Macaristan, Polonya, Güney Kore, Meksika, Pakistan, Brezilya, Türkiye, Rusya, Arjantin, Venezüella, Endonezya, Tayland, Hindistan, Tayvan ve Malezya… Türkiye batacaklar arasında sekizinci sırada. Bu ülkeler sadece gelişmekte olan ekonomiler değil. Bu ülkeler, onlarca yıldır hemen her on yolda bilinçli olarak krize sürüklenen ve bu şekilde bütün birikimlerine el konulan ülkeler. Liste, tipik bir \”kriz ihraç listesi\” görünümünde.

Oysa merkez ülkeler içinde en hazin durumda olan ülkelerden biri İngiltere. Bu yaklaşıma bakılırsa, gelişmekte olan ülkeler çökecek, kendilerine bir şey olmayacak. Oysa büyük çöküşler ABD ve Avrupa\’da olacak, gelişmekte olan ülkelerde değil. Körfez Arapları\’na, Asya ülkelerine, Çin\’e yalvaran, bir kaç milyar dolar için diz çöken onlar şuan. Biz burada asıl merkez ülkelerin neler yaşayacağını, krizin siyasi ve sosyal sonuçlarının neler olabileceğini tartışmalıyız. En önemli tartışma bu.

Küresel krizi tartışırken üç konuya dikkat etmek gerektiğine inandım hep.

Birincisi: Bu kriz sadece ekonomik bir kriz değil. Aynı zamanda sistemik bir kriz, siyasi bir kriz. Ve sonuçları sadece ekonomik olmayacak. Çok ciddi siyasi ve sosyal krizlere yol açacak.

İkincisi: Bu kriz gelişmiş ekonomilerin krizi. Asıl çöküşü onlar yaşayacak.

Üçüncüsü: Kriz asla iç politika tartışmalarına konu edilmemeli. O zaman hiçbir şekilde konuyu anlamak mümkün olmayacak ve bu çok büyük bir basiretsizlik olacak. Krize bakış bir seferberlik havasında, ülkenin bütün kurum ve çevrelerinin ortak çabasıyla şekillenmeli.

Zbigniev Brzezinsky, krizin Amerika\’da iç isyanlara yol açabileceğini söylüyor. 1907\’deki bankacılık krizi sırasında olan olaylara dikkat çekiyor. ABD yönetimine, kurumlara \”neden kafa kafaya verip bu konuya eğilmiyorsunuz\” diye veryansın ediyor. Bir süre sonra binlerce insanın sokaklara dökülebileceği uyarısı yapıyor.

Birkaç yıldır ABD\’de ve bazı Avrupa ülkelerinde \”iç güvenlik, isyan, iç çatışma\” gibi olağanüstü hallere yönelik hazırlıklara dikkat çekiyoruz. Biz bunları o zamanlar \”terör saldırısına hazırlık\” olarak görmüştük. Oysa ekonomik krizin siyasi ve toplumsal sonuçlarına yönelik hazırlıkmış. Bunları tartıştığımızda bazı aptallar şaşkınlıklarını saldırıya dönüştürmüştü. Irak\’tan dönen askeri birimlerin şehirlerde görevlendirilmesi, acil durumlar için yasaların değiştirilmesi, kitle kontrolüne yönelik polis tatbikatları ve lojistik hazırlıklar hep krizin etkilerine yönelikmiş.

\”Domino etkisi\” sadece Ortadoğu\’da olmuyor. The Economist\’in listesinde olduğu gibi, sadece gelişmekte olan ülkelerde de olmuyor. Domino etkisi asıl Atlantiğin iki yakasında olacak gibi. Dikkatle bakanlar bunun yaşandığını görecektir…

Başbakan Doğan Grubu\’nu Clinton\’a Şikayet Ederse

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton\’un yarın yapacağı Ankara ziyaretinin en önemli gündem maddelerinden biri şimdiden belli oldu: Başında bulunduğu ABD Dışişleri Bakanlığı\’nın Türkiye hakkında hazırladığı yıllık insan hakları raporu.

Bu raporu gündeme sokan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan\’dan başkası değil. Erdoğan, geçen cumartesi günü Van\’dan dönerken uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada, raporun basınla ilgili bölümünden duyduğu rahatsızlığı anlatıp, \”Bu nasıl bir rapor, soracağım Hillary Clinton\’a…\” diye serzenişte bulunmuştu.

İlginç olan, Başbakan\’ın, rapordaki bu durumun -isim vermeden- Doğan Grubu\’nun yürüttüğü uluslararası bir kampanya sonucu ortaya çıktığını ileri sürmüş olması.

Uçakta bulunan Economist dergisi ve Taraf gazetesi yazarı Amberin Zaman\’ın aktardığına göre, Erdoğan bu suçlamayı yönelttikten sonra Doğan Yayın Grubu\’na kesilen cezayı kastederek, şöyle demiş: \”ABD Maliye Bakanlığı\’nın bu tür bir vergi kaçakçılığı konusunda nasıl bir tavır alacağı sorusunu da kendisine (Clinton) soracağım…\”

DIŞ BAĞLANTI İDDİASI

Başbakan, aynı görüşlerini önceki gece TV-24 kanalında da tekrarladı. Erdoğan, sözü ABD\’nin insan hakları raporuna getirip, Doğan Grubu\’nun dış bağlantılarını kullanarak yabancı basını ve dış çevreleri yönlendirdiğini iddia ederek şöyle konuştu:

\”Bu hafta sonu Sayın Dışişleri Bakanı (Clinton) geldiğinde, haberin doğrusunu kendisine anlatacağız. Yani \’Dışişleri Bakanlığı\’nın yayınladığı rapor bizi üzdü\’ diyeceğiz. Tek kaynaktan böyle bir şey geliyor. Acaba bu kaynağın köküne indiniz mi?\”

Başbakan\’ın açıklamaları şu mantığı izliyor: \”Doğan Grubu\’na vergi cezası kesildi, onlar da ABD Dışişleri Bakanlığı raporunun basın bölümüne sert ifadeler koydurtup, dış basında olumsuz bir hava estirdiler. Ben de o zaman Hillary Clinton\’a sizde böyle bir durum olsa ABD Maliye Bakanlığı ne yapar diye sorarım.\”

DÜNYA GÜNDEMİYLE EŞDEĞER BİR SORUN!

Böylelikle, Doğan Yayın Grubu\’ndan talep edilen 820 milyon lira tutarındaki ceza, ABD kuvvetlerinin Irak\’tan çekilmesi, Afganistan\’daki savaş, İsrail\’in Gazze\’ye saldırıları sonrasında Ortadoğu\’da barış sürecinin yeniden canlandırılması gibi uluslararası sorunlarla aynı ölçekte bir mesele olarak yarınki kritik buluşmanın gündemine girmiş bulunuyor.

Burada açıklık kazandırılması gereken bir dizi soru işareti var.Maliye Bakanlığı, ceza talebine ilişkin raporunu Doğan Yayın Grubu\’na 18 Şubat tarihinde bildirdi. ABD Dışişleri Bakanlığı\’nın insan hakları raporu ise 24 Şubat tarihinde, yani tam 6 gün sonra açıklandı.

Erdoğan\’ın mantığını izlerseniz, Doğan Grubu\’nun 6 gün içinde bütün ABD Dışişleri\’ni etkileyip raporun Erdoğan aleyhtarı bir içeriğe kaymasını sağladığı gibi bir anlam çıkıyor.

Demek ki Başbakan, Doğan Grubu\’nun ve bu grupta çalışan bizlerin, Obama yönetimi üzerinde bu ölçüde bir güç sahibi olduğumuzu düşünüyor.

Ama gerçek o ki, ABD\’nin Ankara Büyükelçiliği bu raporun taslağını geçen ocak ayının sonunda Washington\’a göndermişti ve Maliye Bakanlığı müfettişleri o tarihte henüz astronomik cezanın altına imza atmamıştı.
Şimdi raporun basın bölümünün Başbakan\’ı neden mutsuz ettiğine bakalım. Herhalde kendisine yöneltilen suçlamalar çok rahatsız etti Başbakan\’ı.

ABD\’NİN RAPORU NE ANLATIYOR?

AB\’nin Başbakan\’ın adını geçirmeyen raporlarına kıyasla, ABD\’nin raporu Erdoğan\’ı ismen eleştirmek konusunda oldukça cesur ve ileri bir içerik taşıyor. Örneğin, Başbakan\’ın gazetecileri ve karikatüristleri sıkça mahkemeye verdiğini, bu eğilimin ülkede bir \”otosansür ortamı yarattığını\” belirtiyor.

Raporda yayın gruplarının, hükümeti eleştirdikleri takdirde kendilerine misilleme olarak ticari alanda zarar verilebileceği kaygısını taşıdıkları da anlatılıyor. Keza, Başbakan\’ın Almanya\’daki bazı yolsuzluk iddialarını yazan gazetelere ve medya patronlarına ağır suçlamalar yönelttiklerini de yazıyor bu rapor…

Bu bölümle ilgili örnekler artırılabilir. Ama raporun en dikkat çekici yönü, basın özgürlüğüne ve eleştirilere tahammül edemeyen, farklı sesleri sindirmeye, susturmaya çalışan bir Başbakan Erdoğan portresi çizmiş olmasıdır.

RAPOR, BAŞBAKAN\’IN YÜZÜNE AYNA TUTTU

Özetle, ABD Yönetimi Başbakan\’ın yüzüne bir ayna tutup, \”biz basın özgürlüğü söz konusu olduğunda sizi böyle görüyoruz\” demiştir.

Ayrıca Başbakan\’ın tutumunda problemli bir başka nokta daha var. Başbakan, raporun işkence olaylarında artış olduğuna ilişkin bölümlerine ve diğer insan hakları ihlalleri alanındaki eleştirilere hiç değinmemeyi tercih ediyor. Basın özgürlüğü konusundaki eleştirilere şiddetle tepki gösteren Başbakan\’ın, işkenceye ilişkin tespitler karşısındaki suskunluğu, kendisinin demokratlık iddiaları açısından kuşkusuz çok hazin bir durumdur.

Başbakan, yarın Doğan Grubu\’na kesilen vergi cezası konusunu Hillary Clinton\’a açtığında, ABD Dışişleri Bakanı\’ndan nasıl bir yanıt alacaktır bilemiyoruz.

Ama usta bir avukat olarak kendisini kanıtlamış olan Hillary Clinton, konuya muhtemelen basın özgürlüğü açısından da yaklaşma ihtiyacını duyabilir.

Başbakan Erdoğan, önceki akşam \”Denetleme yapılır, netice ortaya çıkar, ondan sonra bakanım benim önüme getirir. Bu da böyle olmuş olaylardan bir tanesidir\” diyor. Hillary Clinton ise eski bir başkan eşi olarak, ABD\’de bir yayın grubuna (örneğin Washington Post\’a) kesilecek bir vergi cezasının kuruma tebliğ edilmeden önce Internal Revenue Service (ABD Vergi İdaresi) tarafından Beyaz Saray\’a gönderilip gönderilmeyeceği hususundaki tahminini Erdoğan\’la paylaşabilir.

ABD\’DE BÖYLE DENETİM OLUR MU?

Keza, kocasının başkanlığı sırasında South Dakota\’da miting meydanında \”onların gazetelerine para vermeyin, eve sokmayın, onları yokluğa mahkûm edin\” diye bir konuşma yapıp yapamayacağı sorusunun yanıtını da Başbakan\’la paylaşmalıdır.

Bu, en azından demokrasi kültürü alanındaki bir birikimin stratejik ortağa aktarılması açısından yararlı olacaktır.
Bu ölçüde yoğun bir vergi denetiminin neden seçmeli bir şekilde yalnızca bir medya grubunu hedeflemesi gibi bir duruma ABD\’de rastlanıp rastlanmayacağı sorusu da Erdoğan-Clinton diyaloğunu tamamlayabilir.

Türk-Amerikan ilişkileri tarihi, pek çok krize, pek çok karambole sahne olmuştur. Ama Türkiye\’nin en büyük medya grubunu susturmak için astronomik bir ceza işletip, sonra bu grubun, Türk Başbakanı tarafından ABD Dışişleri Bakanı\’na şikâyet edilmesi şimdiden bu ilişkilerin tarihindeki en garip olaylardan biri olmaya adaydır.

Maliye 430M TL Ceza Kesti, BP \’Yanlış Yorum\’ Dedi

\"v\"Maliye Bakanlığı, vergi cezası yağdırmaya devam ediyor. Doğan Yayın Holding\’e 862 milyon TL\’lik vergi cezasının ardından sektörün önde gelen firmalarından British Petrol\’e (BP) de 430 milyon TL vergi cezası kesildi. Vergi cezası firmaya Büyük Mükellefler Vergi Dairesi tarafından 3 Mart\’ta tebliğ edildi. BP, Maliye Bakanlığı tarafından şirkete çıkarılan vergi cezası ile ilgili olarak, yasalara aykırı bir işlemin bulunmadığını, vergi dairesince yapılan yanlış tatbikatın söz konusu olduğunu öne sürdü.

BP Türkiye Kurumsal İletişim Müdürü Murat Lecompte imzasıyla, dün yapılan yazılı açıklamada, söz konusu cezanın, Kapıkule ve İpsala Gümrük kapılarında, Bilnam İşletmecilik ve Ticaret Limited Şti. tarafından yurtdışına ihraç malları taşıyan araçlara yapılan ve Özel Tüketim Vergisi Kanunu uyarınca ÖTV\’den muaf, Katma Değer Vergisi Kanunu\’na göre ise KDV istisnası olan yakıtlarla ilgili olduğu belirtildi.

Konunun şirketin ilgili birimlerince incelendiği ve değerlendirildiği belirtilen açıklamada, bakanlar kurulunun, belirlediği gümrük kapılarında, Özel Tüketim Vergisi Kanunu 7/A Maddesi\’ne göre ihraç malı taşıyan araçlara ÖTV\’den muaf ve KDV iadesine tabi yakıt satılmasını öngörerek, ihracatın desteklenmesine karar verdiği, bu madde kapsamında Kapıkule ve İpsala Gümrük kapılarında, Bilnam firmasınca yurtdışına çıkış yapan araçlara, gümrük makamlarınca onaylanan beyannamelere göre ürün satış ve ikmali yapıldığı ifade edildi.

Yorum ihracat desteği ile çelişiyor

Bilnam tarafından gerçekleştirilen satışlar için açılan beyannamelerin, gümrük makamlarınca onaylanmış ve bu satışlara ait bildirimlerin vergi dairelerine de ayrıca gönderildiği ifade edilen açıklamada, vergi dairelerinin de kendisine yapılan beyanları görüp doğruluğunu teyit ve kabul ederek, KDV iadelerini Bilnam\’a yaptığı kaydedildi. Açıklamada şöyle denildi: \”ÖTV Kanununun 7/A Maddesi\’nde ürün ikmalinin, araçların standart depo kapasitesi kadar olması kuralı vardır. Standart depo ise araç üreticisi tarafından belirlenen, her araç için değişik olan yakıt alma kapasitesidir. ÖTV Kanunu uyarınca yurtdışına ürün ihraç eden taşıtlara standart depoları kadar ürün ikmali, bu araç sahiplerinin yasal hakkıdır. Ancak, yurda ithal ürün getiren araçlar için ise bakanlar kurulu akaryakıt kaçakçılığına fırsat vermemek için araç standart depolarında azami 550 litre ürün ile giriş yapılabileceğini hükme bağlamıştır. Bizce, bakanlar kurulunun bu kararı vergi dairesince yanlış yorumlanmış ve araçların çıkışında da azami 550 litre yakıt alabilecekleri şeklinde anlaşılmıştır. Bu yorum, hem ihracatın desteklenmesi için tüm önlemleri alan bakanlar kurulu kararı hem de ülkemiz menfaatleri ile çelişmektedir.\”

Açıklamada Bilnam tarafından yürütülen işlemler sonucunda, satış ve ikmal edilen ürünlere ait bildirimler, vergi dairelerine de iletildiği ve KDV iadelerinin Bilnam firmasına yapıldığına dikkat çekildi. BP, mevcut kanunlar ile örtüşmeyen vergi cezası ile ilgili her türlü kanuni hakkını kullanacağını açıkladı.

Sektör potansiyel suçlu olarak görülüyor

Maliye Bakanlığı\’nın kestiği cezalar akaryakıt sektörünün en ciddi sıkıntılarından biri haline geldi. Aynı zamanda TOBB Petrol ve Petrol Ürünleri Sanayi Meclisi Başkanı olan Shell Türkiye Genel Müdürü Canan Edipoğlu, geçen günlerde Capital Dergisi tarafından düzenlenen CEO Club toplantısında bu sıkıntıyı Devlet Bakanı Nazım Ekren\’e iletmişti. Edipoğlu, Ekren\’e hükümetin kayıtdışı mücadelesinin saygın şirketlere zarar vermeye başladığına dikkat çekmişti. Edipoğlu, sektörün sıkıntısını şöyle dile getirmişti: \”Akaryakıt sektörü 62 milyar YTL\’lik büyüklüğü ile en önemli sektörlerden biri. Hükümetin kayıtdışı mücadelesi artık o noktaya geldi ki saygın şirketler kaçakçılık soruşturmalarıyla karşı karşıya, potansiyel suçlu olarak görülüyor.\” Edipoğlu, dün BP\’ye kesilen ceza sonrasında ise \”Böyle bir vergi cezası neden gelsin? Ceza, vergiyi zamanında ödemezsiniz o yüzünden gelir. Biz uzun yıllardır Türkiye\’deyiz. Vergimizi zamanında öderiz. BP\’de çok uzun zamandır Türkiye\’de… Bu konuda bir yanlışlık olduğunu düşünüyorum\” açıklamasında bulundu.

İktidar Akraba Her Daim El Ele

Adnan Menderes, oğlu öğrenimini bitirince sormuş: \”Ne yapmayı düşünüyorsun?\”, \”Baba ticaret yapacağım\” yanıtını alınca \”Hangi parayla, ne iş yapacaksın ki?\” diye sormuş. Oğlu cevap vermiş, \”Bana çok kişi iş teklifi getirdi. Sermayeyi onlar koyacak\”… Aldığı bu cevap üzerine baba Menderes ise şu cevabı verir: \”Sana iş teklif edenler, dolaylı olarak bana para vermeye kalkıyor. Bir Başbakan oğlu olarak sen ticaret yapamazsın, madem ki yurtdışında okudun, sınava gir, Dışişlerine memur ol.\” Başbakan Recep Tayyip Erdoğan\’ın çocuklarının ticaret hayatına ilişkin iddiaların giderek dozunun arttığı şu günlerde Adnan Menderes\’in oğluna verdiği cevap, eski çamların bardak olduğunun da kanıtı. Çünkü Türkiye\’de Menderes sonrasında iktidara gelen her isim, aynı zamanda birinci derecede akrabalarının ticari hayatlarının yanı sıra yolsuzluk ve batık hikayeleri ile anılageldi.

Demireller ile ilk hayali ihracat

Süleyman Demirel\’in Başbakan olduğu dönemde Türkiye ilk kez hayali ihracat olayı ile tanıştı. Türkiye\’yi hayali ihracatta vergi iadesi alarak zenginleşme tekniğiyle tanıştıran Demirel\’in yeğeni Yahya Demirel oldu. Demirel döneminin diğer önemli olayı ise kardeş Şevket Demirel ve oğlu Yahya Murat Demirel\’in adının geçtiği Ege Bank\’tı. Eski Cumhurbaşkanı Süyleyman Demirel\’in Çankaya\’dayken çektirdiği ve \’bu bizim ailemiz\’ dediği aile fotoğrafında İnterbank\’ı batıran Cavit Çağlar, Bayındırbank\’ı batıran Kemal Çörtük ve adı arsa yolsuzluğuna karışan Süleyman Demirel\’in kayınbiraderi Ali Şener\’in yanı sıra, Ege Bank\’ı batıran yeğen Yahya Murat Demirel ile kardeşi Şevket Demirel de bulunuyordu. Yahya Murat Demirel\’e yönelik bir diğer iddia da \”Başbakan\’ın yeğeni, SEKA ürünlerine zam gelmeden 1 gün önce 2.5 milyar liralık duralit aldı\” yönündeydi. Demirel\’in yengesi Şefika Demirel\’in 1992 yılında KKTC\’de banka satın alması dönemin tartışılan gündemleri arasındaydı.

Yasa yoktu ama özel tv kuruldu

Turgut Özal döneminde ise oğul Ahmet Özal, henüz özel televizyonlarla ilgili yasa yokken, 1990 yılında Cem Uzan ile birlikte Türkiye\’nin ilk özel televizyon kanalı Magic Box\’ı kurdu. İleriki dönemde sektörde Kanal 6 ile şansını deneyen Ahmet Özal 1994 krizinin de etkisiyle Kanal 6\’nın çalıştığı TYT Bank, Impexbank ve Marmara Bank\’ın üçüne birden el konmasıyla Kanal 6\’yı da gözden çıkarmak zorunda kaldı. Zeynep Özal ile hediye Jaguar\’ı ile bir süre gündemi meşgul etti. Jaguar, henüz piyasada yaygın olmadığı için reklam amacıyla dönemin Başbakanı Turgut Özal\’ın kızı Zeynep Özal\’a sıfır kilometrede tam aksesuvarlı bir Jaguar hediye etmişti.

Çıkın zengini Çiller

Tansu Çiller\’in eşinin adı İstanbul Bankası olayı ve hayali ihracatla anıldı. Çiller döneminin hafızalarda kalan en önemli olayı ise Tansu Çiller\’in mal varlığına ilişkin yaptığı açıklama oldu. Çiller, başbakan olduktan sahip oldukları mal varlıkları konusunda annesi Muazzez Hanımı kastederek \”Rahmetliden bize 570 bin dolar, 690 bin mark ve 880 adet cumhuriyet altını kaldı. Şimdi bu geliri beyan ediyoruz\” demişti. Çiller Ailesinin ekonomiden sorumlu devlet bakanlığı döneminoe ABD\’de otel, alışveriş merkezi ve villadan oluşan, milyonlarca dolarlık gayrimenkulu edindiği iddilar arasındaydı. Çiller Ailesinin adı ayrıca Turban ve İSKİ yolsuzluklarıyla da anılmıştı.

Yılmaz\’ın da kardeşi suçlandı

Mesut Yılmaz\’ın kardeşi Turgut Yılmaz, hakkında birçok iddia bulunuyor. Hayali ihracat iddiaları ile ilgili uzun bir süre gündemi meşgul eden Turgut Yılmaz, Meclis Yolsuzluk Komisyonu\’nda adı resmen geçen ilk akraba oldu. Dönemin İçişleri Bakanı Saadettin Tantan\’ın başlattığı Örümcek Ağı Operasyonu\’nu yürüten isimler tarafından yapılan bir açıklamada Yılmaz\’ma ilgii öne sürülen iddialar şöyleydi: \”Türkiye\’de 670 firma bu operasyonun içindedir. Hepsi yolsuzluğa bir şekilde bulaşmıştır. Toplam olarak 56 milyar dolarlık bir hortum söz konusudur. Bankacılık, hayali ihracat, fatura yolsuzluğu, kara paranın aklanması bu kapsamdadır. Ancak biz ancak ilk iki katı inceleyebildik. 3 Kasım seçimlerine giderken, bu operasyonun tepe noktasına ulaşıldı. Çok önemli bir siyasinin kardeşine ulaşıldı.\”