Monthly Archives: March 2009 - Page 3

Anlatabildiğim Kadarıyla IMF Yorumları

IMF ile anlaşma yapılası bu dönemde; bu güne kadar neler yaşandı tekrar hatırlayalım ve bu sürecin iyi yönetilip olumlu sonuçlanmasını dileyelim..

1946 devalüasyonu

Tarım ürünleri ihracatına olan dış talebin azalması ve bunun döviz gelirleri üzerinde yarattığı olumsuz etki, en temel tüketim mallarının bile ithalatını imkansız hale getirdi. Ekonominin, kendine yeterli bir sanayi yapıya geçmesini kaçınılmaz kılmıştır ve korumacı-devletçi bir iktisadi yapı oluşmuştur.

1930\’da ekonomik bunalımdan korunmak için izlediği dışa kapalı ekonomik programı, ikinci dünya savaşının etkisiyle 1950\’lere kadar sürdürmek zorunda kalmıştır.

Türkiye IMF\’ye üye olabilmek için ciddi bedeller ödemiştir. Öncelikle, 7 Eylül 1946\’da Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki ilk devalüasyonu yapması gerekmiştir. Çünkü, diğer ülkeler arka arkaya devalüasyon uygularken, bu ülkeler ile Türk Parası arasındaki fark yükseldi. Ama bu devalüasyon aslında Türkiye\’deki dış ticaret bilançosunun, yapısal olarak açık verme özelliğinin de başlangıcı olmuştur. Bu açık ilk dönemlerde rezerv çokluğu sebebiyle sorun oluşturmamıştır.

Ağustos 1958\’de IMF ile istikrar programına gidilmiştir. Bu program temelde, merkez bankası sınırlamaları ile para arzını kısıtlayıcı bir anlayış içerisindedir. Bunun yanında, TL\’nin değeri devalüe edilecek, bütçe harcamaları kısılacak, dış ticaret kolaylaştırılacak, KİT ürün ve hizmetlerinin fiyatları yükselecektir.

Sonuçta istenilen hedeflere ulaşılamamıştır. Yapılan devalüasyon ithal malların fiyatını artırmış ve dış ticaret açığı büyümüştür, kamu kurum ve kuruluşlarının ürettiği mal ve hizmetlerin maliyetleri ve fiyatları artmıştır.

1960-1970 dönemi ve 10 stand-by anlaşması

60\’lı yılların ilk yarısı Türkiye\’de yaraların sarılması dönemidir. 1961 anayasasının yürürlüğe girmesi ile; istikrar, planlı kalkınma anlayışında aranacaktır. Bu amaçla Devlet Planlama Teşkilatı kurularak, birinci beş yıllık kalkınma dönemi başlamıştır. Amaç, GSMH\’nın %7 oranında büyümesi, istihdam sorununun çözülmesi ve dış ödemeler dengesine ulaşılmasıdır.

GSMH %6,6 büyüme ile hedefe çok yakın olarak gerçekleşmiştir. Diğer taraftan, ithal ikameci sanayileşmenin hız kazandığı bu dönemde, kamu kesimi maliyetin altında fiyatlarla satış gerçekleştirirken, sürekli artan bütçe açıklarına neden olmuştur. İthal ikamesinin, dışarıdan gelen makine ve teçhizatla besleniyor olması Türkiye\’nin dışa bağımlılığını artırmış ve döviz darboğazı yaşatmıştır.

1970-1980 dönemi

Ekonomik ve sosyal yönden birçok çalkantıların olacağı bir döneme girilmiştir. Ekonomide fiyat istikrarı bozulmaya başlamış, Kıbrıs barış harekatını nedeniyle oluşan bütçe açıklarının etkisiyle 77 dönemine kadar %10 – 30 arasında değişen ortalama %20 enflasyon yaşanmıştır.

Özellikle sanayi alanında üretim yetersizliği ekonomideki olumsuzluğu artırmıştır. 10 ağustos 1970 stand-by \’ı ile %66 oranındaki yeni bir devalüasyonla 1 dolar 9 TL\’den 15 TL\’ye yükselmiştir.

Devalüasyon kararının içeriği; dış ekonomik istikrarın sağlanmasına ilişkin, TL paritesinin değiştirilmesi ve dış ticaret sisteminin tekrar gözden geçirilmesi ile ihracatta katlı kur uygulaması, ithal teminat oranlarının azaltılması, kotaların sınırlandırılması, faiz ve vergilerin yükseltilmesi, KİT mal ve hizmetlerinin %50 zammı, yurtiçi ekonomik istikrarın sağlanmasına ilişkin, para politikası programı, banka kredileri ve özel tahvil faiz oranlarının artırılması, uzun vadeli mevduatların faiz oranında artış ve bütçe dengesi önlemlerinden oluşmaktadır.

1974 yılından itibaren, petrol fiyatlarındaki artış, dolar ihtiyacını ve dış ticaret açığını artırmış, ödemeler dengesi krizine yol açmıştır. Bu krizin %77\’si dövize çevrilebilir mevduat hesapları ile kapatılmıştır.

Türkiye\’nin içinde bulunduğu olumsuz ekonomik ve siyasi ortam IMF\’in yeni bir stand-by anlaşması ile buluşmuştur. % 32 oranında yapılan devalüasyon – 1$=25TL -, aynı yıl sonunda yapılan denetimlerde yetersiz görülmüştür.

Haziran 1979 yılındaki stand-by ile 1$=47 TL\’ye çıkarılmış, KİT ürünlerine farklı oranlarda zamlar yapılmıştır.

Bu dönemde uygulanan istikrar politikaları, TL\’nin büyük oranda değer kaybetmesine yol açmış, ödemeler dengesinde iyileşme sağlanamamış, milli gelir gerilemiş, enflasyon oranları yükselmiştir.

24 ocak 1980 kararları

Türkiye\’nin birçok problemi olan bu dönemde; siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar, ulusal tasarruf ve yatırımlar arasındaki genişlemiş uçurum, enflasyonun hızlanması, petrol ve enerji yetersizliği, ulaşım sorunu, ithal girdilerin yokluğu, ihracat yetersizliği, ithalatın ihracat karşısında artması sonucu bozulan cari işlemler dengesi, dış borç yükünün artması, vergi yükündeki adaletsizlik sorunları vardı. 70\’li yılların sonlarında yaşanan ekonomik bunalım, yeni kararların alınmasını zorunlu hale getirmiştir.

Döneme damgasını vuran uygulama 24 Ocak kararları ile ekonomik istikrar tedbirleri alınması olmuştur. İzlenen temel ekonomi politikaları tamamen değiştirilmiş, liberal ve dışa açık politikalar konmuştur. Bunlar, 80 öncesinde dünya ekonomilerinde güçlenen, uluslararası piyasalarda bütünleşmeye yönelik, özel teşebbüsün itici gücünü ön plana çıkaran liberal politikalarla paralellik gösterir.
İhracata dayalı büyüme modelini ve ekonomide devletin etkinliğini azaltmayı amaçlaması, programın farklılığıdır.

Bu istikrar tedbirlerine 3 yıllık uzatılmış fon kolaylığı olarak IMF desteği alınmıştır. O ana kadarki en yüksek meblağ olan 1,25 milyar SDR tutarında bir kaynak sağlanmıştır.

Fiyat istikrarını sağlayarak enflasyonist süreci kontrol altına alabilmek, ödemeler dengesi, üretim ve tüketim darboğazlarını giderebilmek, ekonomiyi kendi kendini besleyen bir büyümeye ve yapıya kavuşturabilmek amacıyla; ekonomik istikrar tedbirleri alınmıştır.

Türk ekonomisinde köklü değişimlere gidildi; 1986 yılında faiz oranları liberalize edilerek İMKB faaliyete geçti, Sermaye Piyasaları Kanunu çıkarılarak Sermaye Piyasası Kurulu kuruldu. MB bünyesinde Bankalar arası Para Piyasası, Döviz ve Efektif Para Piyasaları kurularak yeni bir bankacılık kanunu çıkarıldı.

Alınan kararların uygulanması sonucu ekonomide beklenen gelişmeler gerçekleşememiştir. 90\’lı yıllara cari işlemlerdeki olumlu gelişmelere rağmen, yüksek enflasyon oranı para arzının kontrol edilememesi, düşük büyüme oranı, dengesiz gelir dağılımı ve iç – dış borç yükleri ile girilmiştir.

5 nisan 1994 istikrar kararları

5 nisan kararları sadece emek ve mal piyasalarını değil, para ve döviz piyasalarını da dengeye getirmek üzere tasarlanmıştır. Konjonktürel kararlar ve yapısal düzenlemeler olarak iki başlıkta incelenebilir.

Konjonktürel kararlar, tarımsal destekleme politikası, döviz kuru, ücret ve fiyat politikaları, sermaye piyasası, merkez bankası ve bankacılık sektör, kamu kesimi borçlanma gereği ile ilgilidirler.Yapısal kararlar, sosyal güvenlik reformu, KİT\’lere yönelik düzenlemeler, yerel yönetim idari ve mali düzenlemeleri ile ilgilidir.

Mal ve hizmet piyasalarında, mali piyasalarda kısa sürede istikrar sağlamak için;

  • KİT ürünlerine yüksek zam yapılmıştır.
  • Kamu harcamalarında kısıtlamalar yapılmıştır.
  • Yeni vergi düzenlemeleri yapılmıştır.
  • Yüksek faizli hazine bonosu satışı ile, özel kişilerin ellerindeki likidite fazlası hedeflenmiştir.
  • Döviz piyasası serbest bırakılarak TL\’nin devalüasyonu serbestleşmiştir.
  • Bu kararlar ile Türkiye, IMF ile 460 milyon SDR kullanacağı, 610 milyon SDR\’lik bir anlaşma yapmıştır.

Kararların uygulanması sonucu ekonomide oluşan tablo şu şekildedir;

  • Dış ticaret açığı bir önceki yıla göre %37 oranında azalarak 5,2 milyar $ seviyesine gerilemiş
  • İhracat %18 oranında artarak 18.1 milyar $
  • İthalat % 21 oranında azalarak 23,3 milyar $
  • TL\’nin dolar karşısındaki değeri %165,7 oranında azalmış
  • İhracatın GSMH\’ ya oranı %8.4\’den %13.8\’e yükselmiş
  • Tarım kesimi büyüme hızı %1.3\’den %0.3\’e düşmüş
  • Sanayi büyüme hızı %8.2\’den %5.7\’ye düşmüş
  • GSMH %6.9 oranında azalmış
  • Enflasyon %106.2 olarak gerçekleşmiştir.

Alınan yapısal kararlar, özelleştirme ile ilgili KİT\’lerdeki yapısal düzenlemeler oluşmadığı için gerçekleştirilememiştir. Bu anlaşmanın Türkiye üzerinde olumlu bir etkisi olmamıştır çünkü 1994\’ü takip eden yıllarda olumlu gelişmeler devam etmemiştir.

90\’lı yılların ikinci yarısı

90\’ların sonlarına doğru Türkiye ekonomisinin genel durumu;

  • enflasyon %65
  • ekonomik büyüme % -6.1

faiz giderlerinin artması ile, her 100 TL\’lik vergi gelirinin 72 TL\’si faiz ödemeleri için kullanılır hale gelmiştir, yüksek maliyetli iç borçlanma, faiz giderlerinin bütçe içerisindeki payını hızla artırmıştır.
Yüksek reel faizler kamu açıklarının hızla büyümesine neden oldu.
99 yılının haziran ayı sonunda, IMF ile yıl sonuna kadar sürecek olan \’Yakın İzleme Anlaşması\’ başlamış ve 1999 yılında meydana gelen ve yarattığı olumsuzlukların giderilmesi amacıyla, IMF Türkiye\’ye 361:5 milyon SDR\’ lik \’Acil Yardım Kredisi\’ desteği sağlamıştır.

Kamu kesimi toplam borç stokunun GSMH\’ ya oranı 1990 yılında yüzde 29 seviyesindeyken, 1999 yılı sonunda yüzde 61\’e ulaşmıştır. 1990 yılında yüzde 6 olan net iç borç stokunun GSMH\’ ya oranı 1999 yılında yüzde 42\’ye çıkmıştır. Bu artışın nedeni, yüksek faiz dışı kamu açıkları ve yüksek reel faizlerin etkisidir.

2000 yılı enflasyonu düşürme programı ve yaşanan krizler

1999 yılı aralık ayında, 3 yıllık olan fakat 2001 yılı sonunda kesilecek olan bir stand by anlaşması imzalanmıştır. 2002 yılı başında, yine 3 yıllık olacak olan yeni stand by anlaşması ile 2000 yılı başından, 5 yıllık bir stand by anlaşmasına imza atılmıştır.

Yeni ekonomik program asıl olarak \’Döviz Kuruna Dayalı Enflasyonu Düşürme\’ özelliği taşıyordu ve üç temel ayağı vardı;

  • Bütçe ve bütçe dışındaki kamu kesiminde mali disiplinin sağlanması.
  • Sabit kur uygulamasıyla döviz kurlarının belirlenmesi.
  • Özelleştirmenin hızlandırılması ve yapısal reformların uygulanması.

Belirlenen bu hedeflerin sonucunda,
Faiz oranları hızla düşmüştür. Bu düşüş, hazinenin borç yükünü düşürüp, gelecekte merkez bankasının enflasyonla mücadele politikasına zarar verecektir.
Enflasyon önceki yıla göre 10 puan azalarak % 54,5\’e düşmüş fakat beklentilerin üzerinde gerçekleşmiştir. Çünkü bankaların düşük faizlerle önerdikleri bireysel kredilerin de desteğiyle tasarruflar tüketime kaymağa başladı, talep canlı kaldığı için enflasyondaki düşüş beklenen hızda olmadı.
Üretim ve yurtiçi talep artma eğilimine girmiştir.
İthalatın ihracatı karşılama oranı 14 puanlık bir düşüşle % 51 olarak gerçekleşmiştir.
GSMH\’ ya oranla net borç stoku 0.6 puan azalarak % 60.8 olmuştur.
Özelleştirme gelirlerinde hedeflenen 7.6 milyar dolar, 3.1 milyar dolar tutarında gerçekleşmiştir.

Kasım 2000 krizi

Uygulanan para politikaları, iç talebi canlandırdı. TL\’nin reel olarak değer kazanması ve ithalatın artması cari işlemler dengesinde bozulmalar oluşturdu. 2000 yılının ikinci yarısında özelleştirme ve yapısal reformlara ilişkin gecikmeler, artan cari işlemler açığı iç ve dış piyasalarda tedirginliğe yol açmış, sermaye girişlerini dolayısıyla likiditeyi azaltmış ve kısa vadeli faizleri yükseltmiştir.

Portföylerinde yoğun miktarda Devlet İç Borçlanma Senedi tutan ve bunları kısa vadeli kaynaklara yatıran bazı bankaların mali durumlarını bozmuş ve mali piyasalara güvensizliği arttırmıştır.

Kısa vadeli faizlerin bir süreliğine de olsa % 100\’lerin üzerine çıkmasına neden olmuştur.

Bu durum Kamu Menkul Kıymetleri ve hisse senetlerinin değerini düşürmüş ve yabancı sermayenin Türkiye\’den kaçışına sebep olmuştur. TL\’ye olan güvenin azalması para ikamesini hızlandırmıştır. Kasım krizinde yerli ve yabancı yatırımcılar ve bankalar aşırı miktarda döviz talep etmiştir. MB döviz rezervleri azalmış, döviz kuru üzerinde baskı oluşturmuştur.

Olumsuz gelişmelerden tedirgin olan yabancı yatırımcının, döviz talebini daha da artırıp ülkeden çıkarması yine faizleri artırmış oldu. Ekonomideki olumsuz dalgalar sonucu yapılan her akım faizleri artırdıkça artırdı. Merkez bankası %210 faizle piyasaya likidite sundu. Likidite fonlanması ve döviz satışı sonucu Merkez Bankası\’nın kasasından 3,9 katrilyon TL ve 6 milyar dolar civarında para çıkışı olmuştur. Yüksek reel iç borçlanma faizleri, bankacılık sisteminin fonksiyonunu bozarak, kamu açıklarını finanse etmeye yöneltmiştir.

  • Kasım krizi hakkında birçok görüş belirtilmiştir ve bunların ortak noktası;
  • Kriz bir likidite krizidir.
  • Krizin çıkmasının temel nedeni, bankalarla ilgili düzenlemelerin çok kısa sürede yapılacağına ilişkin beklentilerdir.
  • Kriz kamu otoritesince yanlış teşhis edilmiş ve yanlış tedavi yöntemi uygulanmıştır.

Yaşanan bu krizin derinleşmesini önlemek için IMF ile 7.5 milyar dolarlık ek bir destek anlaşması yapıldı. Ek rezerv kolaylığı mali piyasaları görece rahatlatmış fakat faiz oranlarını kasım öncesi seviyesine indirmemiştir.

Şubat 2001 krizi

Kriz sonrasında sermaye girişlerinde kısmen bir canlanma vardı. Kasım krizi başta kamu bankaları olmak üzere bankacılık sisteminin mali yapısında oluşturduğu hasar, sistemin kırılganlığını artırmıştır.
Meydana gelen siyasi olayların piyasalarda panik havası yaratması ve sisteme olan güvenin yok olması neticesinde, 22 Şubat\’ta, TL yabancı paralar karşısında dalgalanmaya bırakılmış, dalgalı kur rejimine geçilmiştir.

Şubat krizinin siyasi bir boyutu da vardır;

18 Nisan 1999 seçimlerinden sonra DSP MHP ve ANAP \’dan oluşan koalisyon hükümeti döneminde Türkiye\’de yeni bir devrin kapısı açılıyordu. Cumhurbaşkanı Sezer \’in Devlet Denetleme Kurulu\’nu devreye sokarak, kamu bankalarını, görev zararıyla ilgili incelemeye aldırması, yakın zamanda devletin zirvesinde yaşanacak olan krizin ön habercisi gibiydi. 19 Şubat 2001\’de yapılan MGK toplantısında yaşanan şiddetli tartışmalar neticesinde, Anayasa kitapçığı fırlatıldı ve bu tartışmaların ekonomiye yansıması sonucu, döviz kurunun serbest bırakılmasıyla, 680 bin TL olan dolar bir gecede 1milyon 380 bin TL\’ye yükseldi.

Krizden sonra Dünya Bankasında görev yapan Kemal Derviş\’in Türkiye\’de \’Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı\’ görevine geçmesiyle 2001\’de \’Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı\’ dönemi başlamıştır.

Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin Türkiye ekonomisine etkileri şunlar olmuştur;

  • Üretimin düşüşü, artan iflaslar ve rekabet gücünün zayıflaması.
  • İşsizlik oranında artış.
  • %9 \’u bulan ekonomik küçülme.
  • IMF\’ den ek borçlanma sonucu borç yükünün artması.
  • İç borç faizlerinin yükselmesi.

Bankacılık sektörü kasım krizi sonrasında faiz riski, şubat krizi sonrasında buna ek olarak kur riski sonucu önemli kayıplar vermiştir.

Güçlü ekonomiye geçiş programı

Programın temeli; kur rejiminin terk edilmesi nedeniyle ortaya çıkan güven bunalımının yok edilmesi, kamu yönetiminin ve ekonominin yeniden yapılandırılarak Türk ekonomisinin istikrara kavuşturulması, sürdürülebilir bir büyümenin sağlanması hedeflenen politika ve tedbirlerdir.

  • Finansal sistem yeniden yapılandırılacak, fiyat istikrarına yönelik maliye, para ve gelirler politikası izlenecektir.
  • Belirsizliklerin azalmasıyla enflasyon hedeflemesine geçilecektir.
  • Kamuda şeffaflık, etkin yönetim ve yolsuzlukla mücadele sürdürülecektir.
  • Dalgalı kur sistemi içinde enflasyonla mücadele sürecektir.

Bu amaçlar doğrultusunda bir takım yapısal yenileme ve yasal düzenlemeler yapılmıştır;

  • Mali sektörün yeniden yapılandırılması,
  • Devlette şeffaflığı artırılması,
  • Kamu finansmanının güçlendirilmesi,
  • Ekonomide rekabetin ve etkinliğin artırılması,
  • Sosyal dayanışmanın güçlendirilmesi
  • Reel ekonomiye yönelik önlemler.

Programın uygulanması sonucunda ekonomide beklentiler şu yöndedir;

  • Enflasyon sorunu çözülecek kamu dengesi iyileştirilecek ve istikrarlı bir büyüme ortamı yaratılacak,
  • Yapısal reformlar ekonomide etkinliği artıracak,
  • Devlet, sosyal harcamalar, teknoloji ve eğitim-sağlık hizmetlerine yeterli kaynak ayırabilecek,
  • Yabancı sermaye yatırımları artacak.

2002 – 2004 Dönemi

2002 yılı başında IMF ile üç yıl sürecek 19. stand-by imzalanmış ve strateji ve hedefler belirlenmiştir.
Bunlar;

  • Enflasyonda düşüşün sağlanabilmesi için enflasyon hedeflemeleri, 2002 yılı için %35, 2003 yılı için %20, 2004 için %12 olmuştur.
  • Özel bankacılık sektörünün güçlendirilip, kamu bankalarının nihai olarak özelleştirilmeleri yoluyla yeniden yapılandırılmaları.
  • Özelleştirme hızlandırılacak, KİT\’lerin bir çoğu özelleştirilecek.
  • Finansal ve makroekonomik istikrarı sağlamak için faiz dışı fazlanın %6.5 olması sağlanacaktır.

Sonuçlar şöyle olmuştur;

  • İhracat artış oranı
    • 2002 yılında % 15.1
    • 2003 yılında % 31.0
    • 2004 yılında % 33.7
  • İthalat artış oranı
    • 2002 yılında % 24.5
    • 2003 yılında % 34.5
    • 2004 yılında % 40.7
  • İhracatın ithalatı karşılama oranı
    • 2002 yılında % 69.9
    • 2003 yılında % 68.1
    • 2004 yılında % 64.8
  • Konsolide bütçe açığı GSMH\’ ya oranla
    • 2002 yılında % 14.4
    • 2003 yılında % 13.0
    • 2004 yılında % 11.1
  • İç borç stoku GSMH\’ ya oranla
    • 2002 yılında % 54.4
    • 2003 yılında % 54.4
    • 2004 yılında % 52.3
  • Özelleştirme gelirleri
    • 2002 yılında 536,5 milyon dolar
    • 2003 yılında 180,6 milyon dolar
    • 2004 yılında 1.282,5 milyon dolar

20. stand-by anlaşması

3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra yeni hükümet de Türkiye\’nin IMF politikaları dışında seçeneği olmadığını kabul etti ve önceki stand-by anlaşmasını devam ettirmenin yanı sıra Mayıs 2008\’e kadar uygulanacak ayrı bir stand-by anlaşması daha imzaladı.

Aşağıdaki tabloda gördüğümüz sürece son on yılda Türkiye\’de İthalat ihracattan daha hızlı arttığı için dış ticaret açığı yükselmiş, yıllık ihracatın 90 milyar $ olduğu bu dönemde, ithalat 143 milyar $\’ı bulmuştur.

Dış ticaret açığının 53 milyar $\’a çıkmasıyla, cari işlemler açığı 32 milyar $ seviyelerine yükseldi. IMF programlarından banka sektörü de büyük faturalar ödedi; 1999 yılında %5\’i yabancıların elinde olan 81 bankanın, 2007 yılında –borsada sahip oldukları payla birlikte- %40.5\’i yabancıların elinde olan 46 banka kalmıştır.

Kurds Seize Iraq Land Past Borders in Blow to U.S. Pullout Plan

Just north of Mosul, Iraq\’s second- biggest city, an ornamental metal gate spans the highway. Beyond it, the sunburst-on-tricolors of the Kurdistan flag proliferate in this region 20 miles (32 kilometers) south of the Kurds\’ agreed-to autonomous zone in the country\’s far northeast.

Neither Iraqi police nor soldiers venture beyond the gate.

The changed scenery reflects the slow, relentless expansion of Kurdish forces into territory far from their officially sanctioned region. The Kurds say that they are simply recovering land where they lived before the late Iraqi leader Saddam Hussein expelled them during his harsh 24-year rule.

The move is creating potentially explosive tensions in mixed ethnic areas of Kurds, Arabs and other minorities at a time when U.S. forces in Iraq are preparing to withdraw.

\”We are providing safety in territories that are ours,\” said Captain Abdullah, a Kurdish military operations officer based in Tel Keif, a village just 10 miles north of Mosul. \”Saddam kicked out Kurds, Arabs came in. Kurds are back, Arabs fled. If the Iraqi army comes, they will stab us in the back and expel Kurds again.\” He declined to allow his family name to be used out of fear for his safety.

Since Hussein\’s overthrow during the 2003 U.S.-led invasion, Kurdish troops, known collectively as the peshmerga, have moved into towns and villages in Nineveh, Tamim and Diyala provinces, places where the Iraqi Army, started from scratch in 2004, has been absent.

Autonomous Zone

All the areas lie beyond the frontiers of the three-province autonomous zone that is ruled by a pair of Kurdish parties under agreement with the central government.

If left unresolved, opposing territorial claims could lead to military clashes, said the International Crisis Group, a Brussels-based conflict management advisory group, in a report on its Web site.

\”As U.S. forces are set to draw down in the next couple of years, Washington\’s leverage will diminish and, along with it, chances for a workable deal,\” said the ICG. \”The most likely alternative to an agreement is a new outbreak of violent strife over unsettled claims in a fragmented polity governed by chaos and fear.\”

American forces will exit Iraq by the end of 2011 under an accord last year between the administration of former President George W. Bush and the Iraqi government. Last month, President Barack Obama unveiled plans to pull all but 50,000 of the U.S.\’s troop strength of 140,000 from Iraq by August 2010. The rest would be used mostly for training and aiding the Iraqi Army.

Friends With Both

It is unclear whether the land rivalry can be resolved by then. The U.S. is friendly with both Prime Minister Nuri Al-Maliki, who is trying to keep Iraq whole in the face of sectarian and communal violence, and the Kurds, who have provided troops to pacify rebellious, anti-U.S. parts of the country.

The contested territory includes the city of Kirkuk, the hub of Iraqi oil production in the north. Kurdish officials have been lobbying to absorb Kirkuk into their autonomous zone and to control the area\’s oil wealth; the central government objects.

Nechirvan Barzani, prime minister of the Kurds\’ regional government, appealed for U.S. mediation on Feb. 17 in the Kurdish city of Arbil. \”What we understand by a responsible withdrawal is that the United States should resolve the problems outstanding in Iraq and help the Iraqis confront these problems,\” he told a press conference.

No Referee

The U.S. military, which patrols both Mosul and areas north of the gate, has no intention of acting as referee, said Colonel Gary Volesky, overall commander of the 3rd Heavy Brigade Combat Team. He described the American mission as battling Sunni Muslim insurgents and Al-Qaeda, the global terror organization that has agents and followers in the area.

\”Kurdish-Arab tension has to be addressed, but we can\’t play the go-between,\” Volesky said in an interview.

Unlike most Iraqi tensions, the battle in the north is based not on religion but on an ethnic conflict between Kurds, about 20 percent of Iraq\’s total population, and Arabs, who account for most of the rest. After Hussein\’s fall, thousands of Arabs fled areas near the Kurdish autonomous zone and were replaced by Kurds.

Kirkuk has become a city of dueling demographics. Kurds say they make up 40 percent of the population; Arabs say Arabs make up half. Turkmen, Iraq\’s third-largest ethnic group, also say they are half of Kirkuk\’s population.

Canceled Elections

Provincial elections that were held on Jan. 31 elsewhere in Iraq were canceled in Kirkuk because no one could work out exactly who was a resident and thus eligible to vote.

A regional referendum on Kirkuk\’s status, constitutionally scheduled for 2007, has been repeatedly put off. The central government plans to issue guidelines for foreign investment in oil in April. Two of the available fields are near Kirkuk, where the Kurds say only they have the right to cut deals, over national government objections.

In northern Nineveh Province, of which Mosul is the capital, political offices of the Kurdistan Democratic Party and the Patriotic Union of Kurdistan have sprouted in several villages. The parties jointly control the peshmerga — the word means someone who is ready to die. Those forces occupy the Saddam Dam, the country\’s largest hydroelectric supplier of energy, which lies 35 miles northwest of Mosul.

\”They have a choke hold on electricity,\” said Lieutenant Colonel Benjamin Matthews, who commands Task Force 2-82 of the 3rd Heavy Brigade Combat Team, First Cavalry Division, in northeast Mosul. Matthews noted that no Kurdish units have been integrated into the Iraqi Army.

In Mosul, Colonel Fadl, an Iraqi Army commander, was more charitable than Captain Abdullah in Tel Keif. \”The Kurds talk like this because they are afraid,\” he said. \”It is understandable. There is a bad history. Eventually, the Iraqi Army will take over, but after a political decision, not by military force.\”

Türkler Tarih Sahnesine İmparatorluk Olarak Dönecek

ABD\’li ünlü stratejist, Stratfor\’un Başkanı George FRIEDMAN, Türkiye\’nin bölgesindeki gücünü artırmaya başladığını ve 2040 yılına kadar Osmanlı toprakları üzerinde yeniden hâkimiyet sağlayacağını söyledi..

Bu iddiayı ortaya atan kişi sıradan bir kişi olsaydı, bu gazetede elbette görüşlerine yer verilmeyecekti. Ama Türkiye\’nin yeniden imparatorluk kuracağını öngören bu kişi, ABD\’nin en önemli stratejik araştırma merkezlerinden biri olan Stratfor\’un başındaysa ve kişi ABD Savunma Bakanlığı\’na yakınlığı ile biliniyorsa söylediklerine biraz kulak kabartmak lazım. Ünlü stratejist George FRIEDMAN, 2040 yılına kadar Türkiye\’nin bölgesinde tek süper güç olacağını ve eski Osmanlı toprakları üzerinde yeniden söz sahibi olacağı öngörüsünde bulunuyor.

Türkiye Doğal Lider

\”Türkiye\’nin eski Osmanlı coğrafyasında kuracağı egemenliğin izlerini şimdiden görebilirsiniz\” diyen FRIEDMAN, \”Süreç zaten başladı. Eğer İslam coğrafyasına bakarsanız, Türkiye\’nin bu ülkelerdeki ağırlığının giderek arttığını görebilirsiniz. Bölgeyi domine etmeye başladı bile. Balkanlar\’da ise Arnavutluk ve hatta Sırbistanla ilişkileri gelişiyor. Kafkasya\’da ise Gürcistan ve Azerbaycan ile güçlü bir ittifak kurdu. Gelecekte olmasını öngördüğüm şeylerin şu anda gelişmekte olduğunu görüyorum\” diyor. FRIEDMAN\’a göre Türkiye doğası gereği lider bir ülke.

Bölgede Benzeriniz Yok

FRIEDMAN, \”Türkiye\’nin iki karakteristik özelliği var. Canlı bir ekonomiye ve çok güçlü orduya sahip. Dünyanın en büyük 17\’nci ekonomisine sahipsiniz. 2020\’ye kadar 10\’uncu sıraya çıkmanızı bekliyorum. Büyük bir orduya ve güçlü hava kuvvetlerine sahipsiniz. Coğrafik yapınız en önemli avantajınız. Kısacası, bölgesel güç olmak için gerekli her şey Türkiye\’de mevcut ve bölgede başka benzeriniz yok\” diyor.

George FRIEDMAN: İkinci Osmanlı Dönemi Geliyor Mu?

George Friedman, bu yüzyılın sonlarında Meksika, Türkiye, Polonya ve Japonya\’ nın çok daha güçleneceklerini öngörüyor:

Despite the snowy morning, about a hundred people, mostly academics, diplomats, businessmen, members of think-tanks and NGOs, gathered at the Carnegie Council\’s regular lectures series to listen to George FRIEDMAN\’s \”The Next 100 years: A Forecast for the 21st Century\”.

Unlike his bearded-picture that appears in the media, Mr. FRIEDMAN was clean shaven. At the beginning of his speech, he poked a bit of fun at what people might think of his own geopolitical forecast. But he was confident and dauntless.

His latest book on the topic has been covered by many media outlets, especially in the Turkish media. He gave examples from the 19th century till now about how power around the world can shift despite common expectations. He emphasized the fact that in a few decades, no one should be surprised if the world has a different power structure than today.

What Could It Be?

\”You can laugh\”, said Mr. FRIEDMAN \”but I believe these following countries will be essential in the world power shift in coming decades: Japan in Asia, Turkey in the Middle East, Poland in Europe, and Mexico in the Americas\”. He expressed that, despite what most people think, he was not impressed by China as the possible next super power. \”It is an extension of the US economy; if the US declines, China would, too. But Japan has a fundamentally strong economy as well as an army that is more powerful than the British, although after World War II their military has been limited constitutionally. Imagine what can happen if they amend it\”.

In the West, Mr. Friedman claimed that if Russia could not get back to its full power, then Poland would be the key country between Russia and the Europeans. Likewise in the Americas, he said that Mexico, considering its economic and population growth, may challenge the US hegemony.

What About Turkey?

As an internationally recognized strategist, Mr. FRIEDMAN claimed that Turkey will also be growing power in coming decades. \”Despite the internal problems now, Turkey still has a strong economy with an excellent army\” said Friedman arguing that, with the active foreign policy of past a few years, \”the country is getting lots of influence on Balkans, Caucuses, Iraq, and in the Middle East. Remember, this will not be new for Turkey. They used to be a superpower of the world before\”.

At the end, Friedman debated the US position, too. He said \”We have been powerful not because we were smarter or wiser than others but simply we were geographically in the right place at the right time. I don\’t see any solution now to the \’we can do whatever we want\’ policies but simply to \’grow up\’ anymore\”.

Although he reminded me of W. BUSH by some of his facial gestures from winking his eyes to the ironic smile on his lips, the way he analyzed and forecast the future world definitely distinguished him from his Texan fellow.

Zombilerin Gecesi

Giriş ve Sonuç: Çok Dikkat

Bu hafta ekonomi ve finansal sistemde yaşananlar kürede dev bir satış dalgasını ya da katasrofik vaka olasılığını artırdı. Bu olasılıklar hala en fazla %50 civarında, ama çok dikkat etmemiz gereken bir dönemden geçiyoruz. Bir ya da bir kaç ay sürecek bir ayı pazarı tüm küreyi etkisi altına alabilir. Bu senaryo ışığında Türkiye\’ye stres testi uyguladığımızda, politikada yönetim eksikliğinin en büyük sorun olduğunu, ardından küresel kredi pazarının tıkanmasının finans dışı sektöre vereceği hasarı görüyorum. Bu hasar TL\’de devaluasyon olarak yansıyarak tüm ekonomi ve piyasaları vurabilir. Döviz ve döviz cinsinden Euro‐tahviller ve altın cazip gözüküyor.

Zombi Bankalar

Yeni bir tsunamiden korkuyorum, çünkü küresel finansal sistemin sorunları bir buçuk yıllık çabalara rağmen halledilemiyor, artmaya devam ediyor. Artık kamu malın olan Citibank\’a yeni sermaye enjeksiyonu yapılacak, ama uzmanlar yeterli olmayacağı görüşünde. Halen en sağlam dev olarak algılanan HSBC bile sermaye artırımına giderken, Doğu Avrupa artık sadece Batı Avrupa\’nın merhametiyle ayakta duruyor. Bir fon yönetim şirketinin yakında ortak para birimi Euro\’nun dağılabileceği haberinin yankı yaratması bile yatırımcıların ne denli panik içinde olduğunun göstergesi.

Finansal sistemin içinde bulunduğu kritik durum bir yandan hisseler vasıtası ile borsaların performansını, öte yandan kurumların düşen kredi notları ve daralan likiditesi nedeniyle kredi koşullarını etkiliyor. Bu hafta Endonezya 10 yıllık vadede ancak %11\’den borçlanabildi. Yavaştan açılan özel şirket tahvil pazarı yeniden kapanabilir. Bunlara bağlı olarak bankaların kredi verirken her gün biraz daha dikkatli olduğunu ve \”evlerine döndüklerini\” görüyoruz. Bu unsurlar da ekonomik krizi derinleştiren bir ters etkileşim yaratıyor.

Ekonomik Kriz Derinleşiyor

ABD yılın son çeyreğinde %6.2 daraldı. Japonya\’da ihracat yıllık %50 civarında daralıyor. Nereden bakarsanız bakın, küre 1970 petrol şoklarından bu yana, belki de 2. Dünya Savaşı\’ndan bu yana görmediği bir daralma içinde. Bu süreçte ise dünyanın geleneksel motoru ABD tüketicisi hem ciddi bir servet kaybı yaşıyor, hem de işsizlik süratle artıyor. Asya ve Latin Amerika ihracat da yapamıyor. Bankacılık sistemi kilitli, GOP\’ların cari fazla ve rezervleri hızla eriyor. Bu derinlikte bir resesyonun artık 2009 yılında bitmeyeceği çok kesin. 2010 yılında ne olacak sorusuna da cevap aranırken, finansal sistem de hiçbir iyileşme olmaması büyük eksi. Ekonomik krizin beklenenden çok daha derin ve uzun süreceği algılaması da tsunami beklentisinin ikinci nedeni.

Altın ve Oynaklık

Altın bu hafta değer kaybetti, ama trend olarak değer kazanıyor. Niçin, bence sebebi basit. Artık birçok yatırımcı finansal sistemde güvenilir bir menkul kıymet türü kalmadığını düşünürken parasının değerini korumak için altına kaçıyor.

ABD doları da değer kazanıyor, çünkü ABD\’nin durumu göreceli olarak Japonya ve AB\’ye göre iyi. Ama, ülkenin şu ana kadar harcama ve finansal sistemi kurtarma taahhütleri 10 trilyon dolara yaklaştı. Bu yıl bütçe açığı GSYIH\’nın %12\’sini bulabilir. Bir noktada, ABD getiri eğrisi deflasyona rağmen hızla yükselebilir, ya da dolarda çok sert bir satış gelebilir. Bu ani yön değişimi de tsunamiden korkmak için üçüncü neden.

Zombi Ülkeler ve Vaka Riski

Elden geldiğince diğer GOP\’larla ilgili raporları inceliyorum. Mesela Latvia batık. Venezuela Arjantin, Romanya, Bulgaristan, Kazakistan ve Rusya hızla F/X rezervi ve bütçe dışı birikmişlerini kullanarak ayakta kalıyor. Kredi not indirimi veya ödemeler dengesi sorunlarından kaynaklanan bir kriz, ya da para biriminden kaçış dönüp dolaşıp bir küresel panik yaratabilir ve bizi vurabilir. Bu da tsunamiden korkmam için son neden.

Türkiye\’ye Stres Testi: Politik Belirsizlik

Şimdi, eğer bu kötü senaryo gerçekleşirse, Türkiye ne kadar direnç gösterebilir, bir bakalım.
Artılarımız var, inkar etmiyorum.

En başta, cari açığın hızla daralması ve enflasyonda düşüşün süreceği algılamasının TCMB ve tüm aktörler arasında paylaşılması geliyor. Para politikası daha bir süre ekonomiyi desteklemek için kullanılacak.

Ama, iki tane de çok büyük sorunumuz var. Birincisi yalnız hükümet değil, tüm Ankara\’nın gözü seçimden başka bir şey görmüyor. Ankara hala paketlerle ve IMF olmadan ülkeyi bu krizden kurtaracağı düşüncesinde. Eğer dışardan şok gelirse, Ankara yanlış tedbir alabilir, veya tedbirleri seçimler sonrasına geciktirerek zararın artmasına neden olabilir. Bununla bağlantılı bir senaryo, Ankara\’nın yardıma ihtiyacı olduğunu kavradığı günlerde, IMF\’nin diğer \”hastaları\” ile meşgul olup zamanında bize yardıma yetişmeyecek olması.

İkincisi ise, cari açıktaki hızlı daralmaya karşın biz bu sene dış finansman gereksinimi hala 15‐25 milyar dolar arasında hesaplıyoruz. Eğer dışarda kredi pazarları tırmanırsa, aşağıda piyasalar bölümünde anlatacağım habis senaryolar ile karşı karşıya kalırız. En son Ödemeler Dengesi verilerinde zaten tüm geleneksel finansman kalemlerinde gözle görülür daralmalar var. Ödemeler dengesinin \”net hata ve noksandan\” gelen 12 milyar dolar kurtarıyor. Bunun kaynağı yerlilerin yastık altındaki dövizi bozdurmaları veya Servet Affı olabilir. Ama, yastık altında kaç milyar var? Ayrıca, EĞER TL\’nin UZUN SÜRE zayıf kalacağı algılaması yayılırsa, kimse doları bozdurur mu? Servet Affı da zaten siz bu satırları okurken bitti. Belki uzatılabilir, ama tekrar ediyorum: Şirketini kurtaramayacağını anlayan patron, bir de yurtdışındaki parasını heba etmez.

Piyasalar: Zombi\’lerin İntikamı

Bence, %50 olasılıkla önümüzdeki bir ay içinde süresi haftalarla ölçülecek 2006 baharı, ya da 2007 Ağustosu türü dev bir şok yiyecek piyasalar. Bunların nedenlerini yukarıda saydım. Ayrıca, hedge fund\’lara yeni itfalar gelmesi ve bankaların \”korumacılık\” nedeniyle başka ülkelere kredi vermek istememesi veya vermemeye zorlanması da bize özgün riskler. Alternatif olarak, mesela Geithner planı çalışmaya başlayacak, konut pazarından aniden iyimser veriler gelecek ve bir ralli yaşayacağız. Bu görüşü asla göz ardı etmiyorum. Birçok uzman da F/K\’ların düşük olduğunu iddia ediyor. Ama üstüne bahse girecek kadar kuvvetli olduğunu sanmıyorum. Ama, Wall Street bir %20 daha sopa yerse, o zaman çok olumlu olabilirim.

Negatif tür şoklar yaklaşıyorsa, şu göstergeler çok mühim olur:

  • VIX ve diğer tüm oynaklık göstergeleri aniden yukarı sıçrar.
  • Büyük bir banka veya ülkenin batmakta olduğu söylentileri yayılır.
  • Altındaki fiyat artışlarının devamı tehlike işaretidir.

Şokun bize yansıması muhtemelen kredi pazarlarının yeniden kitlenmesi ve finans dışı kurumların dış kredilerinin döndürülememesi kanalıyla olacak. Bu durumda, şirket iflasları artacak ki, bu Borsa\’yı vurur, çünkü batan şirketlerin bir kısmı kotedir. İkincisi, tüm bankaların kötü aktifleri artacağı için İMKB‐100 ikinci bir darbe yer.

Daha önemlisi, spot piyasada birçok ayrı kaynaktan döviz alım talebi gelir. 4‐6 hafta sürecek bir çalkantıda TL\’nin sepete karşı %10‐30 arası değer kaybı olası.

Böyle bir ortama yaklaştığımızda derhal dövize geçeceğiz. Başka hiçbir şey kurtarmaz.

Çalkantıdan sonra TL güçlenip, ülke riski düşeceği için 3‐15 yıllık Euro‐tahvilleri de iyi yatırım olur. Altın her türlü riskten korkanlar için güvenli liman. Mevduat vadesinin kısaltın, ama repodan kaçmayın.

AKP %40\’ı Aşarsa Olabilecekler

29 Mart seçimleri her ne kadar mahalli yarış olsa da gerçekte AKP bağlamında referandumdur.

AKP açısından çıta yüzde 40\’tır.
Üstü başarı, altı da başarısızlıktır.
Yüzde 35\’in altı ise AKP\’de çözülme getirecektir.

Peki AKP yüzde 40\’ı geçerse bunun anlamı ya da mesajları ne mi olacak?

  1. AKP\’nin siyaseten alternatifsiz olduğu tescillenecek.
  2. Tayyip ERDOĞAN\’ın adeta seçilmiş krallığı teyit görecek ve ERDOĞAN tıpkı Mısır Firavunları misali yönettiği coğrafyanın tek siyasi egemeni olacak.
  3. Halkın; açlık, işsizlik ve geçinme diye bir sorununun olmadığı anlaşılacak!
  4. Yolsuzluk ve talanın toplumda artık bir karşılığının bulunmadığı kesinleşecek.
  5. Türk seçmeninin bir bölümünün birkaç torba bulgur ile nohuta iradesini satabileceği onaylanacak.
  6. Muhalif medya ki özellikle Doğan Grubu seçimin hemen sonrasında medyayı dizayn projesi bağlamında yeni yeni operasyonlara tabi tutulacak.
  7. Kürdistan bağlamında ABD\’nin isteği doğrultusunda Kürtçe TRT misali yeni radikal adımlar atılacak (Bu iddiamızın en büyük delili Abant Platformu\’nun Washington tarafından zemin inşası için bu işe memur edilmesidir).
  8. Kıbrıs\’ta kapalı kapılar ardında verilen sözler gereği fiili taviz adımları atılacak.
  9. MHP Müdürü Devlet BAHÇELİ tabanın yoğun baskı ve taarruzları sebebiyle istifa etmek zorunda kalacak (Tek iyi şey bu olacak).
  10. CHP ve BAYKAL zora girecek ve partide yoğun tartışmalar başlayacak.
  11. AKP alacağı destekle fütursuzluğu tırmandırıp TSK üzerinde baskı kuracak ve Ergenekon\’u TSK\’ya yapacağı yeni imaj operasyonları için kullanmaya devam edecek.
  12. İş dünyasında AKP\’ye karşıt görülen işadamları ile gruplar bir bir hedef alınacak ve türlü metotlarla üstüne gidilecek.
  13. Toplum AKP yandaşları ve karşıtları diye ortasından resmen ikiye ayrılacak ve fiili çatışmalar sürecine girilecek. Sosyal kaos Nisan sonrasının en temel gündemidir.
  14. Tayyip ERDOĞAN sandıktan alacağı güçle yargıyı ve temel kurumlarını ele geçirme ve dizayn için yeni adımlar atacak.
  15. Türkiye korku devleti olma bağlamında fiili olarak Saddam\’ın Irak\’ı ve Hitler\’in Almanyası ile özdeşleşecek. AKP ile lideri hakkında aleyhte söz edebilme artık; Yaradana, dine, Peygambere, Atatürk\’e ve Türk devletine söz edebilme ile bir olacak.
  16. AKP seçmenden yeniden vize alırsa, siyasi dönüşüm projesinin finalini hayata geçirecek ve gizli ajandada var olan rejim için örtü kaldırılıp harekete geçirilecek.
  17. Tasarlanan rejim ABD-İsrail desteklidir ve dolaylı olarak güya şekler olarak Osmanlı\’yı ihyayı hedeflemektedir. Amaç aslında bu ambalajla eyaletler yapısı ile Sevr\’ı hayata geçirmektir. Washington ile Tel Aviv bu projeye yem olsun diye halifelik kurumunun ihyasına ve de onun Tayyip Bey\’e verilmesine yeşil ışık yakmıştır. Bazılarına ütopya gelebilecek böylesine uçuk bir proje gerçekten vardır ve bu proje seçim zaferiyle iklim ve zemin bulursa hayata geçirilmeye teşebbüs edilecektir.

Evet bütün bu yazdıklarım fantezi ya da komplo teorileri değil, AKP 29 Mart seçimlerinde yüzde 40\’ı aştığı an Türkiye\’nin muhtemel mukadderatıdır.

Ben böyle bir mukadderata razı olmam diyorsanız sadece siz değil çevrenizi de AKP tehdidi bağlamında bilinçlendirmeniz gerekiyor.

AKP yüzde 40\’ı aşarsa bunlar olacak?

Seçim Ertesi Zam!

Ankara kulislerine sızan bilgilere göre Nisan\’ın ilk haftasında zam sağanağı var.

Yeni jenerasyon bilmez, rahmetli ÖZAL\’ın literatüre geçen bir sözü var.Seçimin hemen ertesinde zam paketini açan Turgut Bey medyaya şunları söylemişti: \”Seçimden önce zam yapacak kadar enayi miyim ben…\”

Rahmetli ÖZAL kendince haklıydı. Öyle ya, seçim öncesi gerekse bile zam yapmak, insanın siyaseten kendi bacağına ateş etmesi gibi bir şey. Görüyoruz ki Tayyip ERDOĞAN yatırım yapmıyor vizyon koymuyor ama bu konuda ÖZAL\’ın yolunda yürüyor ve zam için seçimin ertesi gününü bekliyor…

Ankara kulislerine sızan bilgilere göre Nisan\’ın ilk haftasında zam sağanağı var. İğneden ipliğe aklınıza gelebilecek her şeye zam yapılacak ve de KDV oranları yükseltilecek. IMF\’nin anlaşma için olmazsa olmaz talebi budur. IMF talebi diye sızdırılan haberler kamuoyunu yanıltmak içindir. Gerçek ise IMF\’nin zam istemesi sebebiyle anlaşmanın seçim sonrasına bırakılmasıdır. IMF zam istiyor, çünkü bütçe delik deşik…

RTÜK\’ten Pes Dedirten Ceza

RTÜK, hükümeti eleştiren haberler nedeniyle Show TV\’yi taraflı yayın yapmaktan suçlu buldu ve YSK\’ya başvurdu. Karar, kurulun AKP kontenjanından seçilen üyelerinin oylarıyla alındı. Kurula CHP kontenjanından üye olan Sevinç, Akman\’ın Deniz Feneri e.V yolsuzluğu nedeniyle kanallara baskı uyguladığını ileri sürdü

RTÜK\’ten Pes Dedirten Ceza

Vay başımıza gelene vay…
Bu vakitten sonra kimse basın özgürlüğünden bahsedemez….
Medya başka neyi haber yapacak?!.

Sizce şu 2 resim arasında fark var mı??????

\"\"

\"\"