Darbe Günlükleri

4 Åžubat 1949: TBMM Genel Kurulu. Dinleyici localarından, birden fazla ziyaretçi ezan okumaya baÅŸlıyor. Yaka paça dışarı çıkarılıyorlar. Ertesi gün gazeteleri, \”iki meczup\”tan söz ediyor.

1 Mart 1950: İktidar partisi CHP, tekke ve türbelerin kapatılmasına dair 677 sayılı yasayı yürürlükten kaldırıyor. İlk 19 türbeyi halka açma görevi, nedense Milli EÄŸitim Bakanlığı\’na veriliyor.

14 Mayıs\’tan öteye 1950: İktidar partisi DP\’nin çiçeÄŸi burnunda baÅŸbakanı Adnan Menderes, \”Millete mal olmuÅŸ inkılâplarımızı saklı tutacağız\” sözüyle mürtecilere diÄŸerlerini hacamat edecekleri müjdesini veriyor. TV\’lerin olmadığı Türkiye\’nin yegâne devlet radyosunda dini programlar baÅŸlıyor. Milli EÄŸitim Bakanlığı, ilkokullarda seçmeli din dersi baÅŸlatıyor. Arap harfleri yasağı kaldırılıyor, Arapça Kur\’an kursları ve imam hatip okullarının temeli atılıyor. Türkçe okunan ezan, Arapçaya döndürülüyor.

1953: Köy Enstitüleri kapatılıyor.

1955: Menderes, DP meclis grubuna sesleniyor: \”Siz isterseniz Anayasa\’yı deÄŸiÅŸtirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz!\”

1956, Menderes\’in seçim vaadi: \”İstanbul\’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii\’ni ikinci bir Kâbe yapacağız!\”

1957-1959: Seçmeli din dersi, liselere tırmanıyor. Din dersi öğretmeni yetiştirmek için okullar kuruluyor.

26 AÄŸustos 1965: Milli EÄŸitim Bakanı Cihat Bilgehan, \”imam hatip okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerini\” açıklıyor.

***

1967: Süleyman Demirel, BaÅŸbakan. TBMM\’de iftar yemekleri baÅŸlıyor.

21 Åžubat 1968\’de Milli EÄŸitim Bakanı İlhami Ertem, Demirel baÅŸkanlığındaki AP iktidarının Büyük Türkiye hedefini ifÅŸa ediyor: \”Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu açmak!\”

1975-1978: Süleyman Demirel, Başbakan. Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı. İlk ve orta öğretimde din dersi zorunlu kılınıyor. Olanlara ek, 233 imam hatip okulu daha açılıyor.

21-25 Aralık 1978: KahramanmaraÅŸ\’ta \”Allah için cihada\” çaÄŸrılan Sünniler, tekbir getirerek \”Müslüman Türkiye\” sloganıyla sokaÄŸa dökülüyor. Üç gün boyunca sol partiler ve Alevi dernekleri ateÅŸe veriliyor, çoÄŸu Alevi 111 yurttaÅŸ öldürülüyor. BaÅŸbakan Demirel, \”Bana saÄŸcılar, milliyetçiler cinayet iÅŸliyor dedirtemezsiniz!\” diyor.

12 Haziran 1979: Necmettin Erbakan, haftalık tatilin cuma günü olmasını, nikâhları müftülerin kıymasını, \”mektep\” lere Kur\’an dersi konulmasını talep ettiÄŸi konuÅŸmasında, \”Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla baÅŸlamaz?\” diye soruyor.

4 Temmuz 1980: Çorum katliamı. Ölü sayısı 58. BaÅŸbakan Demirel, saÄŸcıların solcuları öldürdüğü \”Çorum\’u bırakın Fatsa\’ya bakın!\” yorumuyla, Türk İslam sentezinin yaratıkları Müslüman Milliyetçilere, yeni hedef olarak solcu Fatsa\’yı iÅŸaret ediyor.

22 Temmuz 1980: DİSK\’in kurucu baÅŸkanı sendikacı Kemal Türkler öldürülüyor. (Bu cinayetin davası 30 yıldır sürüyor. Davanın sonuncu tutuklu sanığı da 2010 Temmuz\’unda zaman aşımından serbest bırakılmayı bekliyor…)

7 Eylül 1980, MSP\’nin Konya mitinginde atılan sloganlar: \’Ya ÅŸeriat, ya ölüm/Dinsiz devlet yıkılacak elbet/Anayasa Kur\’an/Laiklik dinsizliktir.

***

10 AÄŸustos 1981\’de, 1 numaralı darbeci Org. Kenan Evren, Çanakkale\’de 12 Eylül darbesinin amacını açıklıyor: \”Muhterem din adamlarının elini öpeceÄŸiz!\”

1983 yılında, 1739 sayılı yasanın 31.maddesinde yapılan değişiklikle camiden okula geçiş ve imamların okullarda öğretmen olmaları sağlanıyor.

Mart 1987, Süleyman Demirel konuÅŸuyor: \”Siyasetin emrinde din deÄŸil, baÅŸka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir ÅŸey yok. Tevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi kitap deÄŸildir. Åžayet Kur\’an kursları ve din eÄŸitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eÄŸitimi deÄŸildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu\’dur… Laiklik çiÄŸneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır…\”

***

28 Aralık 1989: Turgut Özal, Başbakan. Hükümet üniversitelerde türbanı serbest bırakıyor.

2 Kasım 1990: GüneydoÄŸu\’da \”faaliyet\” gösteren irticai terör örgütü Hizbullah\’tan ilk kez Cumhuriyet Gazetesi\’nde söz ediliyor.

31 Ocak 1990: Prof. Dr. Muammer Aksoy öldürülüyor.

7 Mart 1990: Gazeteci Çetin Emeç öldürülüyor.

4 Eylül 1990: Dine yönelik eleştirileriyle tanınan eski müftü, yazar Turan Dursun öldürülüyor.

6 Ekim 1990: Prof. Dr. Bahriye Üçok öldürülüyor.

31 Ocak 1991: Turgut Özal, CumhurbaÅŸkanı. Dini ve dine göre kutsal sayılan gerekçeleri kullanarak halkı devletin güvenliÄŸini ihlal edebilecek hareketlere teÅŸvik ve bu amaçla örgüt kurulmasını suç sayan TCK\’nın 163. Maddesi kaldırılıyor.

16 Åžubat 1992: DoÄŸu Perinçek ve İP\’nin dergisi \”2000\’e DoÄŸru\”, \”Hizbullah\’ı Çevik Kuvvet mi eÄŸitiyor?\” baÅŸlığıyla çıkıyor. Haberi yazan ve görüntüleyen, derginin Diyarbakır muhabiri Halit Güngen.

18 Şubat 1992: Gazeteci Halit Güngen öldürülüyor.

20 Eylül 1992: Gazeteci Musa Anter öldürülüyor.

22 Ocak 1993: Gazeteci UÄŸur Mumcu, \”İmam Subay\” baÅŸlıklı ve sonuncu olacak makalesinde: \”Dinsel ticaret 12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra parasal kaynaÄŸa da kavuÅŸarak devlet içinde de köşe baÅŸlarını tuttu. 1983 yılında Milli EÄŸitim temel yasasını deÄŸiÅŸtirdiler, bugün Harb Okulları yasasını. İmam hatip olarak yetiÅŸtirilenler emniyet müdürü, savcı, yargıç, kaymakam olacaklar, bu yasa deÄŸiÅŸikliÄŸi TBMM\’den geçerse subay da olacaklar\” diye yazıyor.

24 Ocak 1993: Gazeteci Uğur Mumcu öldürülüyor.

17 Şubat 1993: Org. Eşref Bitlis, organize bir uçak kazasında ölüyor.

2 Temmuz 1993: Sivas\’ta Alevi derneklerin düzenlediÄŸi Pir Sultan Abdal Åženliklerine katılan 33 aydın yakılarak öldürülüyor. Madımak Oteli\’ni ateÅŸe veren Sünni mürteciler, yangından kaçanlar linç etmeyi beklerken: \”Cumhuriyet Sivas\’ta kuruldu, Sivas\’ta yıkılacak/Åžeriat gelecek zulüm bitecek/Kahrolsun laiklik\” diye haykırıyorlar.

27 Mart 1994: Necmettin Erbakan\’ın baÅŸkanlığındaki Refah Partisi, İstanbul ve Ankara dahil 22 ilde yerel seçimleri kazanıyor.
***
19 Nisan 1994, Necmettin Erbakan konuÅŸuyor: \”GeçiÅŸ dönemi sert mi olacak, yumuÅŸak mı? Kanlı mı olacak, kansız mı? 60 milyon buna karar verecek…\”

10 Kasım 1994\’te Anıtkabir\’e saldıran \”meczup\” haykırıyor: \”Sizleri Kur\’ana davet ediyorum!\”

11 Ocak 1995: Yazar ve şair Onat Kutlar öldürülüyor.

9 Ocak 1996: Bir gün önce gözaltına alınan gazeteci Metin Göktepe, polislerce dövülerek öldürülüyor. İş adamı Özdemir Sabancı, Haluk Görgün ve Nilgün Hasefe, Sabancı Center\’a yapılan terörist baskında öldürülüyor. Katillere kapıyı açan terörist iÅŸbirlikçi Fehriye Erdal\’ın, İstanbul eski emniyet müdürü yardımcısı Hüseyin KocadaÄŸ\’ın \”ricasıyla\” iÅŸe alındığı söyleniyor.

28 Temmuz 1996: Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfi Topal öldürülüyor.

3 Kasım 1996: Bir Mercedes\’le bir kamyon çarpışıyor, içinden Hüseyin KocadaÄŸ, Abdullah Çatlı ve Gamze Öz\’ün ölüsü, DYP milletvekili ve Kürt aÅŸiret reisi Sedat Bucak\’ın dirisi, ama bagajından politikacı / mafya / kontrgerilla iÅŸbirliÄŸi çıkıyor. Susurluk skandalı patlıyor.

26 Kasım 1996: BaÅŸbakan yardımcısı ve DışiÅŸleri Bakanı Tansu Çiller, Susurluk\’ta ortaya çıkan \”faili meçhul\” eÅŸkıyalığı, \”Devlet için kurÅŸun atan da yiyen de ÅŸereflidir,\” diye savunuyor.

11 Ocak 1997: Başbakan Necmettin Erbakan, 51 adet tarikat ve cemaat şeyhine başbakanlık konutunda iftar yemeği veriyor.

8 Mayıs 1997: RP Åžanlıurfa milletvekili İbrahim Halil Çelik, \”Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak,\” diyor.

17 Temmuz 1998: İslamcı feminist yazar Konca KuriÅŸ, Mersin\’deki evinin önünden silahlı üç kiÅŸi tarafından kaçırılıyor.

***

Seri cinayetler, tümevarım sistemiyle çözülür, sevgili seyirciler. Seri katili, cinayetlerin zaman ve mekândaki ortak noktalardan yola çıkarak belirleyebilirsiniz.

Darbeler de farklı deÄŸildir. Hele her darbe öncesi ve sonrası kan banyosundan geçen Türkiye\’de.

Biraz sabredin. Yukarıdaki kronolojiyi tamamladığımda, siz de Türkiye\’deki cinayet ve katliamların ortak noktasını görecek, darbelerin ne iÅŸe yaradığını ve darbecilerin kim olduklarını anlayacaksınız.

Åžimdiden görmeye baÅŸladığınıza eminim…

***

21 Ekim 1999: Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı öldürülüyor. 21 Ocak 2000: İki yıl önce Mersin\’de kaçırılan İslamcı feminist Konca KuriÅŸ\’in cesedi, Hizbullah\’ın Konya\’daki mezar evinden çıkıyor.

2000-2001 arası yapılan operasyonlarda, deÄŸiÅŸik illerde Hizbullah\’a ait mezar evlere, hatta bazıları sahillere gömülmüş 60\’tan fazla cesede ulaşılıyor. Türkiye\’de 1991\’den öteye kaybolup ne ölüsü, ne de dirisi bulunabilen insan sayısı bu tarihe kadar 543…

24 Ocak 2001: Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan öldürülüyor.

25 Ağustos 2001: İş adamı Üzeyir Garih öldürülüyor.

18 Aralık 2002: Prof. Dr. Necip Hablemitoğlu öldürülüyor.

15 Kasım 2003: İstanbul\’daki Neve Åžalom ve Beth İsrail sinagoglarına yapılan saldırılarda 27 kiÅŸi öldürülüyor.

20 Kasım 2003: İstanbul\’daki İngiltere BaÅŸkonsolosluÄŸu ve HSBC Genel Müdürlüğü\’ne yaptığı saldırılarda 30 kiÅŸi öldürülüyor.

3 Mayıs 2004: Tuzla\’da \”Dost Tarikatı\” lideri olduÄŸu öne sürülen Em. Binbaşı İhsan Güven ve İmam Hatip Lisesi Felsefe öğretmeni eÅŸi Sibel Güven\’in baÅŸlarından kurÅŸunlanmış cesetleri bulunuyor.

5 Åžubat 2006: Trabzon\’daki Santa Maria Katolik Kilisesi\’nin rahibi Andrea Santoro öldürülüyor.

17 Mayıs 2006: Danıştay\’a saldırı. Yargıç Mustafa Yücel öldürülüyor, dört yargıç yaralanıyor.

19 Ocak 2007: Gazeteci Hrant Dink öldürülüyor. Trabzon\’dan gelen katil Ogün Samast, \”Cuma namazını kıldım, vurdum,\” diyor.

18 Nisan 2007: Malatya\’daki Zirve Yayınevi\’nde biri Alman 3 kiÅŸi, İncil basıp dağıttıkları gerekçesiyle Hizbullah usulü baÄŸlanıp boÄŸazları kesilerek öldürülüyor.

12 Haziran 2007: Ümraniye\’de bir evde bulunan silahlarla, Ergenekon davasına konu olacak operasyonlar baÅŸlıyor. Ergenekon, dalga numaraları verilen toplu gözaltılarla 2008\’in tamamına yayılıyor ve gerek soruÅŸturma, gerekse yargılama süreci halen devam ediyor.

***

Ey Türkiye\’nin masum ve düzgün yurttaÅŸları, Sayın Seyirciler!

Yukarıda üçüncüsü yer alan ve son ikisini tümüyle belleÄŸime dayanarak hazırladığım olaylar dizini, çok eksiktir. 12 Eylül 1980 darbesinin binlerce ölüsü, iÅŸkence malulü ve darbeyi izleyen mezalimin doÄŸurduÄŸu PKK terörüne verilen 30 bin can, aynı yıl Çorum ve 1995 Gazi Mahallesi\’nde gerçekleÅŸen, nedense hep Alevileri hedef alan toplu katliamlar, Van, Åžemdinli gibi isyan provalarını sıralamaya deÄŸil gazete, kitap yetmez, ansiklopedi gerekir.

Ama üç makaleye yayılan bu sınırlı tarihçeyi hazırlarken, parçaları alt alta sıralamanın böylesine korkunç bir bütün oluÅŸturacağını, inanın öngörmemiÅŸtim, ortaya çıkan dehÅŸet tablosuna ben bile ÅŸaşırdım! Bu sıralamaya dair gönderdiÄŸiniz mektuplardan sizin de etkilendiÄŸinizi anlıyorum…

Bu tabloya, fon rengi olarak her gün işlenen ortalama 5 cinayet, 2,5 tecavüz (Emniyet istatistikleridir), cesetleri bulunan ve bulunamayan kayıpları eklediğinizde sonuç çok açık:

Türkiye, eÅŸi benzeri hiç bir demokraside görülmeyen bir ÅŸiddet ülkesidir. Terör, töre, suikast, toplu ve münferit cinayetleri birleÅŸtirdiÄŸinizde, böyle bir ÅŸiddet yaygınlığı, uygarlık belirtisi olmasa gerekir. Hatta suikast ve katliam yoÄŸunluÄŸu, 1970\’den öteye (1980 darbesine kadar 5 bin, sonra 30 bin kiÅŸi katle kurban gitti) geri kalmış ülkelerle dikta rejimleri ortalamasını da aÅŸmakta, bir iç savaÅŸ sonuçlarına taÅŸmaktadır.

Oysa hepimiz biliyoruz ki Türk halkı ne diğerlerinden daha kötü yürekli, ne de acımasızdır. Tam tersine, iyilik, dostluk, yadımseverlik ve dayanışma nitelikleri başka toplumlardan daha yüksektir.

Öyleyse niçin bunca cani vardır bu ülkede? Nasıl olup da ardı arkası kesilmeyen bu cinayetleri işleyen, suikastları ve katliamları yapan, yenilerini de yapmaya hazır bunca adam çıkmaktadır bu toplumdan?

Nerede hata yapılmış, bu şiddet potansiyeli nasıl hazırlanmış, azımsanmayacak sayıda ölmeye ve öldürmeye meraklı bir nüfus yoğunluğu nasıl yaratılmıştır?

Net olarak söylüyorum: Yapılan hata değildir, sürekli darbe politikasıdır.

Sürekli darbe politikasını ve Türkiye\’nin kimler tarafından nasıl çökertildiÄŸini yarın yazacağım.

***

Türkiye\’de 1949\’dan bu yana devletten ancak saÄŸcı ve muhafazakâr devlet anlaşılmış, toplumu taşıyan siyasal araç olarak hangi hükümet yalpalasa, direksiyonu saÄŸ ÅŸeritten hiç çıkmayacak biçimde kırılmıştır.

İster gerçekten solcu olsun, ister solcu gibi görünsün, ortaya sol diye çıkan her akım, her hareket, her giriÅŸim, 1949\’dan bu yana asker ve sivil devletin tamamen koordine organizasyonuyla yok edilmiÅŸtir.

Yine asker ve sivil devletin tamamen koordine organizasyonu, daima sağda seyreden toplumsal bütünlüğü tehlikeye düşürecek her riskin karşısına nedense hep din iman birliğine abanarak çıkmıştır.

Ne tuhaftır ki bünyesinde ne dinci, ne solcu barındırmamaya uÄŸraÅŸan TSK\’nın içinden çıkan cuntacılar bile, ulusun siyasal parçalanmasını önlemek için çareyi milliyetçilikte deÄŸil ümmetçilikte bulmuÅŸtur. GüneydoÄŸu\’da salt solcu oldukları için \”dinsiz\” sayılan Alevi ve Kürtlerin karşısına Sünni imanlı Türkler ve Kürtler çıkarılmış, askerin zaten Allah adına canını diÅŸine taktığı Türkiye\’ye baÄŸlı aÅŸiretlerin sırtı \”din kardeÅŸiyiz\” diye sıvanmış, velhasıl aranan toplumsal bütünlük iman birliÄŸinde bulunmuÅŸtur. Zaten tüm okullarda (tabii Sünni) din eÄŸitimini zorunlu hale getiren, rekor sayıda İHL açan, imam hatiplere öğretmenlik hakkı tanıyan, üniversitelere türbanla giriÅŸi serbest bırakan da \”imamların elini öpen\” Evren PaÅŸa dönemi deÄŸil midir?

1980 darbesinin din iman bütünlüğünden, ayrılıkçı PKK\’ya karşı doÄŸan en baÅŸarılı birlik, Sünni Kürtlerle Türklerin dinsiz ve yeterince dindar olmayanları domuz bağıyla baÄŸlayıp kıtır kıtır kesen Hizbullah kardeÅŸliÄŸi deÄŸilse nedir?

***

Bu açıdan bakınca, asker ve sivil devletin sürekli ezdiÄŸi solda, solculuk iddiasıyla var olan kimi siyasal örgüt ve kiÅŸilerin, ideallerindeki \”laik cumhuriyetçi\” devleti TSK\’dan beklemeleri en azından tuhaftır. Hatta askeri cuntaların darbesini yemiÅŸ bazılarının, laik cumhuriyetin kurtuluÅŸunu askeri darbelerde aramasını, ordu darbe yapsın diye uÄŸraÅŸmasını anlamak hiç mümkün deÄŸildir!

Kafasızlık deÄŸilse ancak MazoÅŸizm ya da Stockholm Sendromu\’yla açıklanabilecek bu durum, aslında böylesi ulusal bir solun pek de evrensel solda olmadığını göstermektedir, Türkiye\’de.

Ülkemizde özgür düşünce demek olan felsefe eğitimine verilen önem (!) ve okullarda edinilen yurttaşlık bilgisizliği, herhalde bu duruma yabancı değildir.

Öyle ya da böyle, sağcısının solcusunun ve dahi ayrılıkçı Kürtlerin buram buram faşizan kokulu bir milliyetçilikte buluştuğu Türk toplumunda, siyasal doktrin kamplaşması dincilik ve laiklik ayrışmasına indirgenmiştir.

İşte bu noktada sizleri geçen hafta yayınladığım kanlı kronolojiye dikkatle bakmaya davet ediyorum: Türkiye\’de son elli yıldır iÅŸlenen tüm siyasal cinayetlerin, tüm siyasal suikastların hedefinde, dört cinayet dışında (Nesim Malki, Ömer Lütfü Topal, Özdemir Sabancı ve Üzeyir Garih) hep laik aydınlar vardır!

Bu cinayet ve suikastların çoÄŸu faili meçhul kalmış, yakalanıp hüküm giyenlerin çoÄŸu da bir süre sonra \”af\”la serbest bırakılmışlardır. Hedef gütmeden yapılan tüm toplu katliamlar, Sivas Madımak Oteli\’nin yakılmasından Hizbullah cinayetlerine, sinagog saldırılarından HSBC Genel Müdürlüğü\’nün bombalanmasına, hepsi dinci örgütlerin eseridir!

Türkiye\’de \”dinci\” kesimden tek bir yazar, düşünür ya da iÅŸ adamını hedef alan suikast yapılmamış, faili meçhul cinayet iÅŸlenmemiÅŸtir.

***

Hal böyle olunca, ben de diyorum ki: Türkiye\’nin yakın tarihindeki her faili meçhul cinayet ve her suikast, siyasal bir darbedir. Suyun damlaya damlaya taşı oyması gibi biteviye suikastlarla Türkiye\’yi sarsmak düzeneÄŸi, bir \”sürekli darbe\” politikası olup, amaç yarım yüzyıldan beri aynıdır: Ülkeyi saÄŸda tutmak.

Ancak sağ şeritte yolun sonuna gelindi, menzil göründü.

Ergenekon davası, varılan menzili hoş göstermek için şimdi son darbeyi vurmak ve laiklerin kendi kendilerine karşı suikast yaptıklarını kanıtlamak zorunda.

Leave a Comment