Monthly Archives: September 2007

Başbakan İnönü ve Başkan Jonhnson yazışması

Alıntıdır.. Öhhö öhhöms..

\"LyndonSayın Bay Başbakan (İnönü),

Türkiye hükümetinin, Kıbrıs\’ın bir kısmının askeri kuvvetle iÅŸgal etmek üzere müdahalede bulunmaya karar vermeyi tasarladığınız hakkında büyükelçi hare vasıtasıyla sizden ve dışiÅŸleri bakanınızdan aldığım haber beni ciddi surette endiÅŸeye sevk etmektedir. En dostane ve açık ÅŸekilde belirtmek isterim ki geniÅŸ çapta neticeler tevlit edebilecek böyle bir hareketin Türkiye tarafından takip edilmesini, hükümetinizin bizimle evvelden tam bir istiÅŸarede bulunmak hususundaki taahhüdü ile kabili telif addetmiyorum. Büyükelçi hare, görüşlerimi öğrenmek üzere birkaç saat tehir etmiÅŸ olduÄŸunuzu bana bildirdi.

Yıllar boyu Türkiye\’yi en saÄŸlam ÅŸekilde desteklediÄŸini ispat etmiÅŸ olan Amerika gibi bir müttefikin, bu ÅŸekilde neticelere olan tek taraflı bir kararla karşı karşıya bırakılmasının, hükümetiniz bakımından doÄŸru olduÄŸuna hakikaten inanıp inanmadığınızı sizden sorardım. Binaenaleyh, böyle bir harekete tevessül etmeden önce birleÅŸik Amerika devletleri ile tam istiÅŸarede bulunmak mesuliyetini kabul etmenizi hassaten rica etmek mecburiyetindeyim.

1960 tarihli garanti antlaÅŸması ahkamı gereÄŸince böyle bir müdahalenin caiz olduÄŸu kanaatinde bulunduÄŸunuz intibaındayım. Bununla beraber Türkiye\’nin mutasavver müdahalesinin, garanti antlaÅŸması tarafından sarahaten men edilen bir hal sureti olan takvimi gerçekleÅŸtirme gayesine matuf olacağı yolundaki anlayışımıza dikkatinizi çekmek zorundayım. Ayrıca, söz konusu antlaÅŸma teminatçı devletler arasında istiÅŸareyi gerektirmektedir. BirleÅŸik Amerika bu durumda, tek taraflı harekete geçme hakkının henüz kabili telif olmadığı kanaatindedir.

DiÄŸer taraftan, Bay BaÅŸbakan, NATO vecibelerine de dikkat nazarınızı celbetmek mecburiyetindeyim. Kıbrıs\’a vaki bir Türk müdahalesinin Türk-Yunan kuvvetleri arasında askeri bir çatışmaya müncer olacağı hususunda zihninizde en ufak bir tereddüt olmamalıdır. DışiÅŸleri bakanı (Dean) Rusk Lahey\’e yapılan son NATO bakanlar konseyi toplantısında, Türkiye ile Yunanistan arasında bir harbin \”kelimenin tam manasıyla düşünülemez\” olarak telakki edilmesi gerektiÄŸini beyan etmiÅŸti. NATO\’ya iltihak, esası icabı olarak, NATO memleketlerinin birbirleriyle harp etmeyeceklerin kabul etmek demektir. Almanya ve Fransa NATO\’da müttefik olmakla yüzyıllık husumet ve düşmanlıklarını gömmüşlerdir; aynı ÅŸeyin Yunanistan ve Türkiye\’den de beklenmesi gerekir. Ayrıca, Türkiye tarafından Kıbrıs\’a yapılacak askeri bir müdahale Sovyetler birliÄŸinin meseleye doÄŸrudan doÄŸruya karışmasına yol açabilir. NATO müttefiklerinizin tam rıza ve muvafakatleri olmadan Türkiye\’nin giriÅŸeceÄŸi bir hareket neticesinde ortay çıkacak bir Sovyet müdahalesine karşı Türkiye\’yi müdafaa etmek mükellefiyetleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir buyuracağınız kanaatindeyim.

DiÄŸer taraftan Bay BaÅŸbakan, bir BirleÅŸmiÅŸ Milletler üyesi olarak Türkiye\’nin vecibeleri dolayısıyla da endiÅŸe duymaktayım. BirleÅŸmiÅŸ Milletler adada sulhü korumak için kuvvet temin etmiÅŸtir. Bu kuvvetlerin vazifesi zor olmuÅŸtur, fakat geçen son birkaç hafta zarfında, adadaki ÅŸiddet hareketlerinin azaltılmasında tedrici bir ÅŸekilde muvaffak olmuÅŸlardır. BirleÅŸmiÅŸ Milletler arabulucusu henüz iÅŸine bitirmemiÅŸtir. Hiç şüphem yok ki, BirleÅŸmiÅŸ Milletler üyelerinin çoÄŸunluÄŸu, BirleÅŸmiÅŸ Milletler gayretlerini baltalayacak olan ve bu zor meseleye BirleÅŸmiÅŸ Milletler tarafından makbul ve barışçı bir hal tarzı bulunmasına yardım edebilecek herhangi bir ümide yıkacak olan Türkiye\’nin tek taraflı hareketine en sert ÅŸekilde tepki gösterecektir.

Aynı zamanda, Bay BaÅŸkan, askeri yardım sahasında Türkiye ve BirleÅŸik Devletler arasında mevcut iki taraflı anlaÅŸmaya dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye ile aramızda mevcut Temmuz 1947 anlaÅŸmasının IV\’üncü maddesi mucibince, askeri yardımın hükümetinizin, BirleÅŸik Devletlerin muvafakatini alması icap etmektedir. Hükümetiniz, bu ÅŸartı tamamen anlamış bulunduÄŸunu muhtelif vesilelerle BirleÅŸik Devletlere bildirmiÅŸtir. Mevcut ÅŸartlar tahtında Türkiye\’nin Kıbrıs\’a yapacağı bir müdahalede Amerika tarafından temin edilmiÅŸ olan askeri malzemenin kullanılmasına BirleÅŸik Devletlerin muvafakat etmeyeceÄŸini samimiyetimle ifade etmek isterim.

Mutasavver (tasarlanan) Türk hareketinin fiili neticelerine gelince, böyle bir hareketin Kıbrıs adası üzerinde on binlerce Kıbrıslı Türk\’ün katledilmesine yol açabileceÄŸi keyfiyetine en dostane bir ÅŸekilde dikkatinizi çekmek mecburiyetini hissediyorum. Tarafınızdan böyle bir harekete tevessül edilmesi, infiali mucip olacak ve giriÅŸeceÄŸiniz askeri hareketin himaye etmeye çalıştığınız kimselerin pek çoÄŸunun imhasını önlemeye yeter derecede müessir olması imkansız olacaktır. BirleÅŸmiÅŸ Milletler kuvvetlerinin mevcudiyeti böyle bir faciayı önleyemez.

Sözlerimi pek fazla sert bulabilir ve bizim, Kıbrıs meselesinde Türkiye\’nin ilgisine karşı bigane olduÄŸumuzu düşünebilirsiniz. Durumun böyle olmadığını size temin ederim. Gerek alenen gerek hususi olarak, Kıbrıs Türklerinin emniyetini saÄŸlamakta ve Kıbrıs meselesinin nihai hal tarzının konuyla doÄŸrudan doÄŸruya ilgili tarafların rızasına dayanması hususu üzerinde ısrar etmekte gayret gösterdik. Amerika BirleÅŸik Devletlerini sizin lehinize yeter derecede faaliyet sarf etmediÄŸi hissini taşımanız mümkündür.

Fakat herhalde bilirsiniz ki politikamız Atina\’da en sert ÅŸekilde infiale yol açmış (bizim aleyhimize orada nümayiÅŸler yapılmış) ve Amerika BirleÅŸik Devletleri ile baÅŸpiskopos Makarios arasında esaslı bir uzaklaÅŸma husule getirilmiÅŸtir. Daha birkaç hafta önce yaptığımız görüşme sırasında dışiÅŸleri bakanınıza da söylediÄŸim gibi, Türkiye ile olan münasebetlerimize çok büyük deÄŸer veriyoruz. Sizi kendisiyle temel menfaatlerimiz olan büyük bir müttefik telakki etmiÅŸizdir. Sizin güvenlik ve refahınız Amerika halkı için ciddi bir alaka mevzuu olagelmiÅŸ ve bu alakamız en pratik ÅŸekillerde ifadesini bulmuÅŸtur. Biz ve siz komünist dünyasının ihtiraslarına karşı koymak üzere birlikte dövüştük. Bu tesanüt bizim için büyük bir mana ifade etmektedir. Hükümetiniz ve halkınız için de aynı derecede bir mana taşıdığını ümit ederim. Kıbrıs\’la ilgili olarak Türk cemaatini tehlikeye maruz bırakacak herhangi bir hal tarzını desteklemeyi düşünmüyoruz. Nihai çözüm yolu bulmaya muvaffak olamadık, zira bunun dünyadaki en girift meselelerden biri olduÄŸu aÅŸikardır. Fakat Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin menfaatleri konusunda ciddi ÅŸekilde alakadar olduÄŸumuz ve alakadar kalacağımız hususunda sizi temin etmek isterim.

Nihayet Bay BaÅŸbakan, en ciddi meseleyi, harp mı, sulh mu meselesini vazetmiÅŸ bulunuyorsunuz. Bu meseleler Türkiye ve BirleÅŸik Devletler arsındaki iki taraflı münasebetlerin çok ötesinde giden meselelerdir. Bunlar, sadece Türkiye ve Yunanistan arasında bir harbi muhakkak olarak tevlit etmekle kalmayacak, fakat Kıbrıs\’ a tek taraflı bir müdahalenin doÄŸuracağı, önceden kestirilemeyen neticeler sebebiyle, daha geniÅŸ çapta muhasemata (çatışmaya) yol açabilecektir. Sizin Türkiye hükümetinizin BaÅŸbakanı olarak mesuliyetiniz var, benim de birleÅŸik Amerika baÅŸkanı olarak mesuliyetim mevcuttur. Bu sebeple, en dostane ÅŸekilde size ÅŸunu bildirmek isterim ki, bizimle yeniden ve en geniÅŸ ölçüde istiÅŸare etmeksizin böyle bir harekete tevessül etmeyeceÄŸinize dair bana teminat vermediÄŸiniz takdirde, meselenin gizli utulması hususunda büyükelçi Hare\’e vaki talebinizi kabul etmeyecek ve NATO konseyi ile BirleÅŸmiÅŸ Milletler güvenlik konseyinin acilen toplantıya çaÄŸrılmasını istemek mecburiyetinde kalacağım.

Bu mesele hakkında sizinle ÅŸahsen görüşebilmemizin mümkün olmasını isterdim. Maatteessüf, mevcut anayasa hükümetimizin icabı dolayısıyla, birleÅŸik Amerika\’dan ayrılamamaktayım.

Teferruatlı müzakereler için siz buraya gelebilirseniz bunu memnuniyetle karşılarım. Genel barış ev Kıbrıs meselesinin aklıselime ve sulh yoluyla halli hususunda sizinle benim çok ağır mesuliyet taşımak olduğumuzu hissediyorum. Bu itibarla aramızda en geniş ve en samimi istişarelerde bulununcaya kadar sizin ve meslektaşlarınızın tasarladığınız kararı geri bırakmanızı rica ederim.

Hürmetlerimle

Lyndon B. Johnson
(ABD başkanı)

Cevabı:

\"Mustafa13 Haziran 1964
Sayın Başkan,

5 Haziran tarihli mesajınızı büyükelçi Hare\’in delaletiyle almış bulunuyorum. Kıbrıs\’ta garanti antlaÅŸması gereÄŸince ferdî hareket hakkını kullanma kararını arzunuz veçhile talik ettik. Mesajınıza hakim olduÄŸunu buyurduÄŸunuz açık kalplilik ve dostluk hislerine dayanarak, ben de size cevabımda durumu ve düşündüklerimizi tam bir samimiyetle izaha çalışacağım.

Bay BaÅŸkan,

Mesajınız gerek yazılış tarzı, gerek muhtevası bakımından Amerika ile ittifak münasebetlerinde daima ciddi bir dikkat göstermiş olan Türkiye gibi bir müttefikinize karşı hayal kırıcı olmuş, ittifak münasebetlerine değinen muhtelif konularda önemli görüş ayrılıkları belirmiştir. Gerek bu ayrılıkların, gerek mesajın umumi havasının sadece çok sıkışık bir zamanda acele toplanmış mutalara dayanarak yapılmış iyi niyetli bir teşebbüsün telaşından doğmuş hususlardan ibaret olmasını yürekten dilerim.

İlk önce, garanti antlaÅŸması icabı olarak Kıbrıs\’a bir askeri müdahale zarureti görüldüğü zaman birleÅŸik Amerika ile istiÅŸare etmekte kusur ettiÄŸimiz önemle belirtilmektedir. 1963 sonundan beri Kıbrıs\’ta askeri müdahale ihtiyacı, bu seferle beraber, dördüncü oluyor. Başından beri bu konuda Amerika ile istiÅŸare ettik. 25 Aralık 1963\’te ilk buhran patladığı vakit, garantör devletlerle temasa geçtiÄŸimizde, derhal Amerika\’yı haberdar ettik ve Amerika bize bu meselede kendisinin bir taraf teÅŸkil etmediÄŸi cevabını verdi. Ondan sonra müdahale müzakeresini İngiltere ve Yunanistan ile yaptık ve bildiÄŸiniz gibi 26 Aralık\’ta (1963) İngiliz komutası altında üçlü bir askerî idare kuruldu.

Londra konferansının ve İngiliz-Amerikan müşterek tekliflerinin Makarios\’un tutumu yüzünden akamete uÄŸraması ve ada\’da Türklere tecavüzlerin devamı dolayısıyla Åžubat (1964) ayında çok buhranlı günler geçirdik ve durumun vahametinden Amerika\’yı Ankara\’yı ziyaret etmiÅŸ olan Mr. Ball vasıtası ile haberdar ettik. İngiliz-Amerikan tekliflerinin reddi ile hasıl olan boÅŸluk dolayısı ile ada\’da nizamı tesis için müdahalenin zaruretini anlattık ve her an müdahale mecburiyetinde kalacağımızı size bildirdik. Hatta sizden muayyen meseleler için teminatlar istedik. Bunlara müspet cevap verdiniz. Buna raÄŸmen, bizden müdahale etmememizi istediniz ve Makarios\’a BirleÅŸmiÅŸ Milletlerde lüzumlu dersin verileceÄŸini ve Türk hak ve menfaatlerinin tamamıyla korunmasını saÄŸlayan bir plan hazırlandığını ifade ettiniz.

Bu talebinize uyduk; fakat BirleÅŸmiÅŸ Milletlerde arzu edilen netice saÄŸlanamadı. Üstelik güvenlik konseyinin kurulmasına karar verdiÄŸi BirleÅŸmiÅŸ Milletler Kuvveti\’nin teÅŸkili birinci mesele halini aldı. İşte üçüncü defa müdahale ihtiyacı, 4 Mart (1964) güvenlik konseyi kararından sonra, BirleÅŸmiÅŸ Milletler kuvvetlerinin teÅŸekkül edip etmeyeceÄŸi hakikaten tereddüt uyandırdığı günlerde, Kıbrıs\’taki tedhişçilerin cesareti artınca, tecavüzlerine karşı Türk cemaatini korumak için yeniden ortaya çıktı. Fakat BirleÅŸmiÅŸ Milletler kuvvetinin en kısa zamanda teÅŸkil edileceÄŸini bize temin ederek, güvenlik konseyi kararından sonra müdahale yapmamamızda ısrar ettiniz. TeÅŸebbüsümüzü tekrar tehir ederek, BirleÅŸmiÅŸ Milletler kuvvetlerinin vazife almasını bekledik.

Sayın Başkan,

Kıbrıs\’taki mezalim devrinin, bütün tedbirleri tesirsiz kılan hususi bir karakteri vardır. Başından beri emniyeti korumak için yapılan müzakereler ve geçirilen muvakkat devreler, hepsi yalnız Makarios idaresinin tecavüzünü ve tahribatını arttırmaÄŸa hizmet etmiÅŸtir.

Son defa Kıbrıs Hükümeti açıktan silahlanmaya baÅŸladı ve BirleÅŸmiÅŸ Milletleri kendi zulmünü ve anayasa dışı idaresini takviye edecek yardımcı bir vasıta gibi farz etti. BirleÅŸmiÅŸ Milletlerin anayasa nizamını iade ve tecavüzleri durdurmak için salahiyetlerinin ve müdahale niyetlerinin eksik olduÄŸu aÅŸikar bir gerçek halini almıştır. Yunan hükümetinin Kıbrıs idaresini nasıl teÅŸvik ettiÄŸini biliyorsunuz. Bu ahval içinde Kıbrıs\’ta mezalimi durdurmak için bir müdahaleye mecbur olacağımızı Amerika\’da sizin huzurunuzda konuÅŸurken söyledik. La Haye\’de hariciye nazırınıza böyle bir ihtimal için Amerika\’nın bizi destekleyip desteklemeyeceÄŸini sorduk. Bir cevap vermediniz. Kıbrıs\’ta muhtelif vesilelerle müdahale istikrarını kaç defa, ne suretle geçtiÄŸini hikayet etmiÅŸ oluyorum. Her defasında sizi haberdar ettik ve sizin iyice bildiÄŸinizi tahmin ediyorum. BirleÅŸik Amerika\’nın ittifak manzumesi içinde hususi sorumluluÄŸunu ve ittifak manzumesini mütesanit bir surette yürütebilmesi için ona ayrıca dikkatli ve yardımcı olmak lazım geldiÄŸini takdir ettiÄŸimizi yüksek derecede yetkili memurlarınıza defaatle söylediÄŸimi iyice hatırlarım.

Görüyorsunuz ki, sizi tek taraflı bir kararla karşı karşıya bırakmak istidadı bizde yoktur. Bizim ÅŸikayetimiz, aylardan beri had bir surette ıstırabı içinde yaÅŸadığımız bir meseleyi size anlatamamış olmamız ve Yunanistan\’a iki müttefik arasında husule gelen haklı ve haksız durumda samimi ve ciddi bir vaziyet al­mamış olmanızdandır.

Sayın Başkan,

Yine mesajınızda, Türkiye\’nin münferiden harekete geçmeden önce, antlaÅŸma hükümleri mucibince diÄŸer teminatçı iki devletle istiÅŸare etmek vecibesini tebarüz ettiriyorsunuz. Türkiye, bu vecibesini tamamıyla müdriktir. Altı aydan beri bu vecibenin icaplarını samimiyetle yerine getirdik. Fakat Kıbrıslı Rum sorumlularının, milletlerarası antlaÅŸmaları ayaklar altına almaları karşısında Türkiye\’nin bu gidiÅŸe son verme çarelerinin müştereken araÅŸtırılması için Yunanistan\’a yaptığı teÅŸebbüsleri bu devlet neticesiz bırakmakla kalmayıp, bilakis Kıbrıslı Rum sorumluların hukuk ve insanlık dışı fiillerini savunmuÅŸ ve hatta onları teÅŸvik etmiÅŸtir.

Yunanistan Hükümeti bizzat kendisi dahi, imzaladığı milletlerarası antlaÅŸmaların artık mer\’iyette olmadığını resmen beyan eylemekten çekinmemiÅŸtir. Bu husustaki çeÅŸitli misaller, zamanında dışiÅŸleri bakanlığına yazılı ve ÅŸifahî olarak tafsilatı ile bildirilmiÅŸtir.

Teminatçı devletlerden İngiltere Hükümeti ile de devamlı istişare vecibemizi yerine getirdik. Birçok hallerde İngiltere Hükümeti ile birlikte Kıbrıs Hükümeti nezdinde, anayasa düzenini ihyaya matuf müşterek teşebbüslerde bulunduk. Fakat maalesef bu teşebbüsler Kıbrıslı Rum sorumluların menfi tutumları yüzünden hiç bir müsbet netice vermedi.

Görüyorsunuz ki Türkiye, diÄŸer teminatçı iki devletle devamlı istiÅŸare ve gerektiÄŸinde müşterek hareket etme imkanlarını ciddiyetle aramıştır. Bu durumda, Türkiye\’nin münferiden harekete geçmeden evvel diÄŸer teminatçı iki devlet ile istiÅŸare etmek vecibesini yerine getirmediÄŸi iddia edilebilir mi?

Türkiye\’ye samimiyetle ve sadakatle yerine getirdiÄŸi istiÅŸare vecibesini hatırlatmaÄŸa lüzum hisseden Amerika BirleÅŸik Devletleri hükümetinin, imzaladığı antlaÅŸmaları reddeden Yunanistan\’a milletlerarası hukukun temeli olan \”Pacta Sunt Servanda\” kaidesine riayet zaruretini hatırlatması icap etmez mi? 15 gün evvel bizzat sayın dışiÅŸleri bakanınız tarafından \”American Law Institute\” da irad edilen nutukta en beliÄŸ bir tarzda \”bekanın temeli\” olarak vasıflandırılan bu kaide bugün maalesef NATO müttefikimiz Yunanistan ve Kıbrıs\’taki Rum sorumlular tarafından hiçe sayılmaktadır.

Sayın Başkan,

Mesajınızda zımnen belirttiÄŸiniz gibi, garanti antlaÅŸmasının 4 üncü maddesi hükümleri, üç teminatçı devlete, antlaÅŸma hükümlerinin ihlali halinde, antlaÅŸma ile ihdas edilen düzeni tekrar kurmak münhasır maksadile, müştereken, bu mümkün olmadığı takdirde de, münferiden harekete geçmek hakkını vermektedir. Garanti antlaÅŸması, bu anlayış bütün mümzi taraflarca paylaşılarak imzalanmıştır. Nitekim Türkiye ve Yunanistan\’ın o zamanki dışiÅŸleri bakanları arasında 19 Åžubat 1959 tarihinde Londra\’da imzalanmış olan \”Gentlemen\’s Agreement\” da bu müşterek anlayışın bir delilidir.

Diğer taraftan Birleşmiş Milletler teşkilatına Kıbrıs cumhuriyeti, bütün milletlerarası taahhüt ve vecibeleri teşkilatın üyelerince bilinerek ve hiç bir itiraza uğramadan kabul edilmiştir. Buna ilaveten, Kıbrıs hakkında 4 Mart 1964 tarihli karara müncer olan güvenlik konseyi müzakereleri sırasında birçok temsilciler arasında Amerika Birleşik Devletleri temsilcisi de birleşmiş milletlerin, milletlerarası antlaşmaları iptal veya tadil yetkisi bulunmadığını açıkça beyan etmiştir.

Mesajınızın, Türkiye\’nin Kıbrıs\’a müdahalesi ada\’yı taksim gayesi ile vuku-bulacağı kanaatinde olduÄŸuna dair ifadelerini büyük bir hayret ve derin bir üzüntü ile karşıladım. Hayretim, Türkiye\’nin niyetleri ile ilgili olarak size temin edilen mutaların defaatle tarafımızdan ilan edilmiÅŸ olan gerçeklerden nasıl bu kadar uzak kalabilmiÅŸ bulunmasından doÄŸmaktadır. Üzüntümün sebebi ise, ÅŸimdiye kadar milletlerarası hukuka, taahhütlerine ve vecibelerine mutlak sadakatini, ABD hükümetinin yakinen bildiÄŸi çeÅŸitli ahvalde fiilî deliller ile ispat etmiÅŸ bulunan Türkiye\’nin dış siyasetinin temelini teÅŸkil eden bu prensipten ayrılabileceÄŸinin müttefik ABD hükümetince düşünülebilmiÅŸ olmasıdır.

Sizi en kesin ve açık bir surette temin etmek isterim ki, eÄŸer Türkiye bir gün Kıbrıs\’a askeri müdahale ızdırabında bırakılırsa, bu, tamamıyla milletlerarası antlaÅŸmaların hükümlerine ve gayelerine uygun olarak yapılacaktır.

Bu münasebetle, Bay BaÅŸkan, kararımızın tehirinin tabiatıyla garanti antlaÅŸması 4 üncü maddesinin Türkiye\’ye verdiÄŸi haklara hiç bir suretle halel getirmediÄŸini belirtmeme müsaade buyurunuz.

Bay BaÅŸkan,

Mesajınızda NATO taahhütlerine temas ederek, NATO müttefiklerinin birbirlerine karşı harp etmemelerinin NATO\’nun ruhunu teÅŸkil ettiÄŸini, Kıbrıs\’a bir Türk müdahalesinin Türk-Yunan silahlı kuvvetleri arasında çarpışmalara müncer olacağını ifade ediyorsunuz.

İfadelerinizin birinci kısmı ile tam mutabakat halindeyim. Fakat NATO müttefiklerinin birbirleriyle imzaladıkları milletlerarası antlaşmalara, yekdiğerinin ahdî haklarına, karşılıklı vecibelerine riayet mükellefiyetleri de, ittifakın aynı derecede hayatî önemde bir icabıdır. Yekdiğerine karşı ahdî vecibelerini, taahhütlerini istediği zaman reddeden devletler arasında bir ittifak tasavvur edilebilir mi?

Türkiye milletlerarası antlaÅŸmalarda tasrih edilmiÅŸ ve hak ve vecibelerine uygun olarak Kıbrıs\’a müdahalesi halinde bir Türk-Yunan harbinin çıkacağı hakkında izhar eylediÄŸiniz endiÅŸeye gelince, Türkiye Kıbrıs\’a karşı \”askerî harekete\” münhasıran antlaÅŸmaların tasrih ettiÄŸi ÅŸartlar ve gayeler için tevessül edecektir. Bu itibarla Sayın Dean Rusk\’ın gayet yerinde olarak \”gayrı kabili tasavvur\” (diye) tavsif ettiÄŸi Türk-Yunan harbi ancak, Yunanistan\’ın Türkiye\’ye tecavüzü halinde vuku bulabilir. Müdahale halinde bizim düşüncemiz, teminatçı devletler sıfatıyla Yunanistan ve İngiltere\’yi Kıbrıs\’ta anayasa düzenini ihya amacıyla fiilî iÅŸbirliÄŸine davet etmektir. Davetimize ve ahdî taahhütlerimize raÄŸmen Yunanistan, Türkiye\’ye tecavüz ederse, hasıl olacak neticelerin sorumluluÄŸu Türkiye\’ye atfedilebilir mi? ümit etmek isterim ki, bu hususlara Yunan hükümetinin dikkatini ehemmiyetle çekmiÅŸ bulunuyorsunuz.

Mesajınızın, Kıbrıs\’ta giriÅŸeceÄŸi bir hareket neticesinde Sovyetlerin müdahalesine maruz kaldığı takdirde, NATO müttefiklerinin Türkiye\’yi müdafaa mükellefiyetleri hususunda tereddüt izhar eden kısmı, NATO ittifakının mahiyeti ve temel prensipleri bakımından aramızda büyük görüş farkı olduÄŸu intibaını vermektedir. İtiraf edeyim ki, bu, bizim için büyük bir teessür ve ciddi bir endiÅŸe kaynağı olmuÅŸtur. NATO müttefiklerinin herhangi birine yapılacak tecavüz, tecavüz eden tarafından tabiatıyla daima haklı gösterilmeye çalışılacaktır. NATO\’nun bünyesi, mütecavizin iddialarına kapılacak kadar zayıfsa, hakikaten tedaviye muhtaç demektir.

Bizim anlayışımıza göre, Atlantik antlaÅŸması, üye devletlere taarruza uÄŸrayan üyeye derhal yardım etmek vecibesini yüklemektedir. Her üye devletin takdirine bırakılmış olan husus, bu yardımın sadece mahiyet ve vüs\’atidir. Åžayet diÄŸer üyeler, Sovyet müdahalesine maruz kalan NATO üyesinin haklı olup olmadığı, müdahaleyi kendi hareketi ile tahrik edip etmediÄŸi gibi hususları münakaÅŸaya kalkışırlar ve münakaÅŸa neticesine göre yardım mükellefiyetleri olup olmadığının tespiti cihetine giderlerse, NATO ittifakının temel direkleri sarsılmış ve manası kalmamış olur. Yardım vecibesinin manası olabilmesi için, bu vecibenin maruz kalınan tecavüzle birlikte derhal doÄŸması gerekir. Bunun içindir ki, kuzey Atlantik antlaÅŸmasının 5 inci maddesi, bir üyeye karşı giriÅŸilen tecavüzü bütün üye devletlere karşı giriÅŸilmiÅŸ addetmekte ve lüzumlu görecekleri harekete hemen tevessül etmek suretiyle kendilerine tecavüze uÄŸrayan tarafa yardım etmek vecibesini yüklemektedir.

Bu münasebetle ÅŸu noktayı da belirtmekte fayda görüyorum: Kıbrıs\’la ilgili antlaÅŸmalar, deÄŸil 1963 Aralık ayı olaylarının patlak vermesinden sonra, hatta Kıbrıs devletinin kurulmasından evvelki devreden de önce, daha birleÅŸmiÅŸ milletlerde mesele müzakere safhasında iken, bu müzakerelere muvazi olarak NATO konseyinin tasvibinden geçmiÅŸtir. Hatırlanacağı üzere, ada\’daki durum ve Kıbrıs\’ın statüsü bakımından antlaÅŸmaların meÅŸruiyete mesnet olmaya devam ettiÄŸi, bundan 3 hafta evvel la haye\’de NATO bakanlar konseyi toplantısında da teslim edilmiÅŸti. Hal böyle iken taraflardan birinin aÅŸikar surette ada\’da hukuk dışı hareketleri neticesi bu antlaÅŸmalar ihlal edilince, sanki mer\’iyetten düşmüşler gibi, Türkiye\’nin mezkûr antlaÅŸmaya dayanan haklarından ve vecibelerinden tegafül edilmek manası çıkmaktadır. Yani, bu temayüle göre, hadise çıkmadığı müddetçe antlaÅŸmalar mer\’idir, aksi halde hükümden düşmüş sayılmaktadır. Böyle bir hukukî anlayışın benimsenmemesi gerektiÄŸinde benimle birleÅŸeceÄŸinize ve Türkiye\’nin hiç bir surette indî addedilmeyecek bir hareketi dolayısı ile hasıl olacak durumda onun, NATO ittifakı çerçevesinde korunması husususun bir şüphe konusu olabileceÄŸi görüşüne katılmayacağınıza inanıyorum. Aksi bir düşünce tarzı, yalnız hukuk mefhumunu ve BirleÅŸmiÅŸ Milletler yasasının 51 inci madde hükümlerini red ve inkarla kalmaz.

Mesajınızda, Türkiye\’nin BirleÅŸmiÅŸ Milletler üyesi sıfatı ile mükellefiyetleri bakımından endiÅŸe izhar ediliyor. PaylaÅŸamadığım bu endiÅŸenin esassız olduÄŸu- nu söylersem, bilhassa ÅŸu sebeplerle, eminim ki, bana hak vereceksiniz: Türkiye kuruluÅŸundan beri BirleÅŸmiÅŸ Milletlerin en sadık bir kaç azasından biri olmakla temayüz etmiÅŸtir. Türk milleti BirleÅŸmiÅŸ Milletler yasası prensiplerinin korunmasını kanını da dökerek yerine getirmiÅŸ bir millettir. TeÅŸkilatın aksamadan çalışabilmesini teminen, malî imkanlarının en sıkışık olduÄŸu zamanlarda dahi onu, manen olduÄŸu gibi, maddeten de büyük fedakarlıklar pahasına desteklemekten geri kalmamıştır. Hükümetimin BirleÅŸmiÅŸ Milletlere baÄŸlılığı ve ona gösterdiÄŸi itibar, son defa garanti antlaÅŸmasının kendisine tanıdığı sarih yetki ve imkana raÄŸmen, güvenlik konseyinin 4 Mart 1964 tarihli kararını kabul etmesi ve bu karara öncelik tanıması ile de meÅŸhut olmaktadır. Åžayet BirleÅŸmiÅŸ Milletlere ada\’da mevdu vazife, mesajınızda kaydedildiÄŸi gibi, tedricen baÅŸarılı bir ÅŸekilde yürütülebilmiÅŸ olsa idi, bugün sizi ve beni bu derece endiÅŸeye sevkeden bir durum tahassül etmezdi. Halbuki BirleÅŸmiÅŸ Milletlerin ada\’daki faaliyeti zulüm idaresini durduramamıştır. Son bir kaç hafta içinde nisbî bir sükûn görülmesi, ancak Rumların yeni hazırlıklarının baÅŸlangıcıdır. Mahsur köyler devam ediyor. BirleÅŸmiÅŸ Milletlerin kuvvetleri Türkleri teskin ederken, Rumların mahsullerini kaldırmalarını saÄŸlıyorlar. Türklerin, mahsullerini kaldırabilmeleri için Rumların sakin durmalarını temin etmiyor ve Rum tecavüzlerine seyirci kalıyorlar. Hayatî ehemmiyeti haiz olan bu teferruat yüksek ıttılaınıza gelmeyebilir. Ama biz, her gün bu faciaların hikayesi içinde yaşıyoruz.

Sayın Başkan,

Kıbrıs davasının takibinde hakem ve idareci mevkiinde bulunan müttefiklerimiz esaslı bir hatadan davayı kurtaramamışlardır. Kıbrıs faciası, Kıbrıs cumhuriyetinin antlaÅŸmaları iptal ederek ve anayasayı kaldırmak gibi tasmim edilmiÅŸ politikasından çıkmıştır. Emniyet tesisi, Kıbrıs hükümetinin üstünde bir otoritenin iÅŸlemesiyle mümkündür. Halbuki Kıbrıs\’ta emniyet tesisi için, Kıbrıs hükümetinin razı olabileceÄŸi bir tedbirle çare bulunmaya çalışılıyor. İngiliz idaresi, İngiliz-Amerika teklifleri ve nihayet BirleÅŸmiÅŸ Milletler idaresi, hep bu sakat temel üzerine kurulmuÅŸtur ve netice olarak Makarios\’un razı olabileceÄŸi her tedbir en az olarak kısır kalmış, umumi olarak zulmü ve tecavüzü arttırmıştır.

Sayın Başkan,

Takip buyurduÄŸunuz politikanın Yunanistan\’da infial yaratmış olmasını, bana karşı olarak gösteriyorsunuz. Yunanistan Kıbrıs meselesinde antlaÅŸmaları tamamıyla iptal edinceye kadar her suretle tesir etmeye çalışacak bir mizaçta ve yoldadır. Biz, müttefiklerimize haklı davalarımız için ızdıraplarımızı anlatamıyoruz. İnfial nümayiÅŸlerinden istifade aramamıza da mizacımız elveriÅŸli olmuyor. Sizi temin ederim, ızdırabımız derindir; haklı durumumuzu anlatamıyoruz ve sizin, meseleye layık olduÄŸu ehemmiyeti verip bu meselenin bünyesinde sakladığı tehlikeleri önlemek için bütün gayretinizi ve otoritenizi kullanmanız lazım geldiÄŸini kabul ettiremiyoruz.

Fransa ile Almanya arasındaki düşmanlığın bırakılması güzel bir misal. Fakat biz, bu imtihanı, bütün Anadolu\’yu yangın yerine çeviren mezalimden sonra Yunanlılarla dostluk kurmak suretiyle 40 sene evvel geniÅŸ ölçüde geçirmiÅŸ bir milletiz.

Sayın Başkan,

Vazifelerini, haklarını bilen bir millet olarak ittifak manzumesi içinde bulunuyoruz. Kıbrıs davasının antlaşmalara riayet edilmek suretiyle hallinden başka bir gaye takip etmiyoruz. Yardımcı olursanız, Amerikan milletinin tabiatında bulunan adalet hissini kudretli otoritenizle tatbik ettirirseniz meselenin halli mümkündür.

Sayın Başkan,

ABD\’nin Türkiye ile olan münasebetlerine atfettiÄŸi kıymeti belirten ifadeleriniz ve Türk milleti hakkındaki güzel sözleriniz için teÅŸekkürlerimi sunarım. Kıbrıs meselesi üzerinde sizinle görüşmek üzere Amerika\’ya gitmekten bahtiyar olacağım. 17 Haziran\’da (1964) BirleÅŸmiÅŸ Milletler güvenlik konseyi toplanacaktır. Bu arada NATO genel sekreteri Mr. Dirk Stikker\’in memleketimize ziyareti vuku bulacaktır. Ayrıca, arabulucu Mr. Tuomioja da genel sekretere raporunu verecektir. Bu inkiÅŸaflarla yeni bir vaziyet hasıl olabilir. 20 Haziran\’ı takip eden günlerde sizce uygun görülecek bir tarihte size mülaki olmak üzere seyahate çıkmaklığım mümkün olacaktır.

Kıbrıs meselesi hakkında tebellür etmiÅŸ düşünce ve tasavvurlarınız mevcut ise, bunları bana ÅŸimdiden bildirmeniz, Washington\’a bunlar üzerinde imali fikrederek hazırlıklı gitmem bakımından çok faydalı olacaktır.

Bu mesajımı size göndermek üzere iken, Mr. G. Ball\’un Ankara\’ya vaki ziyaretinde kendisiyle yaptığımız açık, faydalı ve ümit verici görüşmelerden duyduÄŸum memnuniyeti bu vesileyle belirtmek isterim.

Saygılarımla.

İsmet İnönü

Birileri okuduklarından (tümünü okuyabildiyseniz ne mutlu size) birÅŸeyler alabildiyse, ne mutlu bana…

ATATÜRK mü Cami Minaresinden Medet Umanlar mı?

Bir köyün camisinde, imam cemaate vaaz vermektedir. Ansızın içeri dalan bir köylü, köyü sel basmakta olduÄŸunu haber verir. Bütün cemaat hemen kendilerini dışarı atıp kaçar. Sadece imam, bütün ısrarlara raÄŸmen köyü terketmeyi reddeder ve Tanrı\’nın kendisini koruyacağını söyleyerek camide kalır. Kısa bir süre sonra sular camiye ulaşır, imam çaresiz minareye çıkar. Sular minarenin ilk katına yükselirken bir tekne imamı kurtarmaya gelir. Ancak dini bütün imam, Tanrı\’nın kendisini koruyacağını söyleyerek tekneye binmez. Sular yükselir. İmam ikinci kata çıkmak zorunda kalır. Bir tekne daha gelir, ancak imam yine Tanrı\’nın kendisini koruyacağına inancının tam olduÄŸunu söyleyerek tekneye binmez. Sular iyice yükselir. İmam artık minarenin en tepesindedir. Bir helikopter yaklaşır. İçindekiler, durumun kötü olduÄŸunu anlatarak , imama helikoptere gelmesi konusunda ısrar ederler. İmam helikoptere binmeyi de reddeder. Bir süre sonra sular iyice yükselir ve imam boÄŸularak ölür. Kendisini ahiretin kapısında melekler karşılar:

Melek: \”HoÅŸgeldiniz, buyrun…\”
İmam: \”Cennete girmek istediÄŸimden emin deÄŸilim..\”.
Melek: \”Neden?..\”
İmam: \”Tanrı\’ya biraz kırgınım….\”
Melek: \”Ne oldu ki?..\”
İmam: \”Ben hayatımı ibadet ederek geçirdim, insanlara hep iyilik yaptım, günahtan uzak durdum. YaÅŸadığım köyü sel bastı, herkes kaçtı ama tanrı\’nın beni kurtaracağına inandığımdan ben kaldım. Görüyorsunuz ki ÅŸimdi burdayım….\”

Tam bu sırada yukarıdan tanrı\’nın sesi duyulur:

\”SalaÄŸa bir adam, iki tekne, bir helikopter gönderdik.. Böylesine geri zekâlının benim katımda da yeri yoktur..\”

Yukardaki fıkrayı benim yüce milletime uyarlamaya kalkacak olursak.

Muhtemelen tanrı o gün geldiğinde bu ülke insanlarına şöyle seslenecektir;

\”Bu salaklara, örnek alsınlar ve onu izlesinler diye Mustafa Kemal ATATÜRK\’ü gönderdim. Musibetlerden kurtuluÅŸ yolunu, onun eliyle bunlara göstermeye çalıştım. Ama onlar halâ cami minaresinden medet umuyorlar ise benim katımda da yerleri yoktur…\”

\"On

Email ile geldi, ileteyim dedim…

ABDullah GÜL Kimdir?

İşte size sinemalardan en yeni haliyle: Kral Çıplak (2007)

\"AhandaABDullah GÜL\’ün siyaset hayatı epeyce eski… GeçmiÅŸte belli zamanlarda bakanlık görevinde bulunmuÅŸ, Refahyol döneminde Devlet Bakanı olarak görev yapmıştı.

Türkiye Kalkınma Bankası kendisine bağlıydı.

ABDullah Bey\’in emriyle bu bankaya yaptırılan yasadışı harcamaları bankanın TeftiÅŸ Kurulu inceledi. BaÅŸbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu raporlarında bu yasadışı harcamalara yer verildi.

Paralar kendisinden istendiÄŸi halde vermedi. Yani iade etmedi.

Sonuçta, Türkiye Kalkınma Bankası, ABDullah GÜL\’ü mahkemeye verdi. Hakkında tazminat davası açıldı.

Dava dilekçesinde, Bay GÜL\’ün kendisi için bankaya yaptırdığı yemek, çiçek, hediyelik eÅŸya, kartvizit gibi harcamaların kendisinden tahsili isteniyordu.

Davaya Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi baktı. Mahkemenin Esas 1999/216, Karar 1999/6l8 sayılı gerekçeli kararında özetle şöyle denildi:

\”Davalının (GÜL\’ün) bankaya yaptırdığı (o günkü deÄŸerlerle) 1 milyar 652 milyon liralık harcamanın görevle ilgisi olmayan ÅŸahsi harcama niteliÄŸinde olduÄŸu saptanmıştır. KiÅŸisel iliÅŸkileri ile ilgilidir. Görev gereÄŸi deÄŸildir. TeftiÅŸ Kurulu tarafından tespit edilen bu para davalıdan istenmiÅŸtir.

Ancak davalı tarafından ödeme yapılmamıştır.Bunun üzerine uyuşmazlık çıkmış ve dava açılmıştır.

Açıklanan olgular, harcamalara ilişkin belgeler, uzman bilirkişi raporları ve tüm dosya içeriği ile doğrulanmıştır.

Bu bakımdan davalı (ABDullah GÜL) bizzat kendisi ödemekle yükümlüdür. (Devlete ait olan devlet parası) 1 milyar 652 milyon liranın yüzde 50 yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya (devlete) verilmesine karar verilmiÅŸtir.\”

ABDullah GÜL, hakkında mahkeme tarafından verilen bu karara Yargıtay\’da itiraz etti.

Şimdi Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından oybirliği ile verilen Esas 2000/6788, Karar 2000/7375 sayılı karara bakalım:

\”Dosyadaki yazılarda, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlerde, özellikle delillerin deÄŸerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmediÄŸinden, hükmün ONANMASINA ve yazılı onama harcının davalı Abdullah GÜL\’e yükletilmesine 11 Eylül 2000 günü oybirliÄŸi ile karar verildi.\”Abdullah GÜL, kiÅŸisel amaçla kullandığı devlet parasını bu kesinleÅŸmiÅŸ yargı kararı sonrasında devlete ödemek zorunda kaldı.

Abdullah GÜL\’den İnciler\’de yazalım buraya bakalım kafasının içinde neler taşıyor Türk Milleti öğrensin. AÅŸağıda okuyacağınız sözler, adayımız ABDullah Bey\’e aittir. Refah Partisi milletvekili kimliÄŸiyle bir seminerde yaptığı konuÅŸmadan özetlenmiÅŸtir. Bu konuÅŸması kitap haline getirilip basıldı. (Türkiye\’nin Milli Bütünlüğü ve GüvenliÄŸi. İş Dünyası Vakfı Yayını.)

\”Türkiye\’de bir sistem bunalımı var. Halka zorla diretilen, halkına zıt, ona düşman bir sistem. İşte onun içindir ki, bugün senelerdir beraber olduÄŸumuz bazı insanlar ayrılıkçı mücadele içine girmiÅŸler. (PKK için söylüyor!) Ülke bütünlüğünü bile tehlikeli duruma getirir hale gelmiÅŸ böyle bir sistem…\”\”Türkiye\’nin resmi ideolojisinin tabii karakterleri bu sistemi kuran tek partinin altı sloganı ile ortaya çıktı. Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devrimcilik, devletçilik ve laiklik. Ama bu milletin halkı bir araya gelip biz devletçi olalım, laik olalım, milliyetçi olalım diye bir karar vermedi. Bu ilkeler hep bu halka bir zorlatma ÅŸeklinde dayatıldı…\”

\”Uygulamada tam bir diktatörlük. Tam halka zıt bir yönetim. Hálá tabuların olduÄŸu, söylenemez ÅŸeyler olduÄŸu, halkın yıldırıldığı Türkiye\’de yaşıyoruz.\”

\”(Atatürk için konuÅŸuyor) Türkiye\’nin Irak, Libya, Suriye\’ye benzeyen çok yanları var. Neden? Aynı TEK ADAM pozisyonu. Bugün Libya, Irak ve Suriye\’ye gidin, tek insanın resimleri vardır her yerde. Tek insanın heykelleri vardır.\” (Atatürk\’ü Saddam, Kaddafi, Hafız Esad gibilerle kıyaslamaya yelteniyor. Ayıptır be!)\”Devrimcilik adı altında yine bir dizi hukuki düzenleme tepeden inme, zorla getirilmiÅŸ ve zorla kabul ettirilmiÅŸtir.\” (Harf devrimi, hukuk devrimi, kıyafet devrimi, kadın hakları ve ötekileri kastediyor.)\”Milliyetçilik maalesef bir nevi ırkçılık ÅŸeklinde devam etmiÅŸtir. Halbuki içinde bulunduÄŸumuz coÄŸrafyada bütün insanlar İslam\’ın potasında barışık yaÅŸamış ve İslam\’ın etrafında bütünleÅŸmiÅŸti.

Milliyetçilik öyle olmuÅŸ ki, Türkçülük ÅŸeklinde alınmış ve bu ister istemez aksini de bazı insanların aklına getirmiÅŸtir. Mesela bunları açık söylemek zorundayım, \’Ne mutlu Türk\’üm diyene\’ lafını tutup her yere yaza yaza, Türkiye aslında İLKEL bir hale dönmüştür. Bu laflar Türkiye\’nin geçmiÅŸte bütün insanları İslam kardeÅŸliÄŸi etrafında toplayan bütünlüğünü tehdit eder anlama gelmiÅŸtir. Bunlar halkın inanç deÄŸerleriyle bütünleÅŸmeyen bir dünya sistemini halka zorla kabul ettirmektir.\”

\”Türkiye\’nin bütünlüğünü tehdit eden, en büyük tahribatı vermiÅŸ olan sistemin ilkelerinden biri de LAİKLİK ilkesidir. Türk milletinin moral deÄŸerlerinin ana kaynağı din olacak, İslam olacak, sonra siz bunu potansiyel tehlike olarak göreceksiniz ve bunu uygulamalarla ortaya koyacaksınız.\”

\”Aynı ÅŸekilde, dindar olan bir subaya da siz kendi ordunuzda hayat hakkı vermiyorsanız, bunu açıkça söylemeden onu saf dışı ediyorsanız, sanki safra atar gibi, ajan yakalamış gibi onları ayıklıyorsanız, siz o zaman bu ülkenin devamını, bütünlüğünü nasıl temin edersiniz?..\”

Ve konuşmasının sonunda baklayı ağzından çıkarıyor:

\”Bu açıdan ikinci Cumhuriyet, yeni OSMANLICILIK kavramlarının ve bu tartışmaların ortaya gelmesini ben çok saÄŸlıklı görüyorum ve geleceÄŸe çok ümitle bakıyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.\”

Peki ÅŸimdi ne diyecek çıkıp? \”Efendim ben artık deÄŸiÅŸtim… Cumhuriyet rejimine özde olmasa bile sözde baÄŸlıyım\”

Bu masallarını bile bu saatten sonra hiç kimse yutmaz…

Biz devam edelim:

Fezleke.
TBMM Başkanlığına sunulmak üzere Adalet Bakanlığına.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı.
Dosya No. Basın Hz. 1998/1160.
Davacı: Kamu Hukuku.
Müşteki: (Şikayet eden) Maliye Bakanlığı-Ankara.
Sanık: Abdullah GÜL.
Ahmet Hamdi oÄŸlu, Adviye\’den olma 1950 doÄŸumlu. Halen Fazilet Partisi Kayseri milletvekili.
Suç: Özel evrakta sahtecilik ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununa aykırılık.
Suç tarihi: 1997-1998 yılları arasında muhtelif tarihlerde.

Ankara Cumhuriyet BaÅŸsavcısı Melih Tarı imzasıyla Adalet Bakanlığı\’na gönderilen suç fezlekesinin baÅŸlangıç bölümü aynen böyle.

Fezlekenin içinde yer alan yargılama sürecine iliÅŸkin sözleri özetliyorum. Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Refah Partisi\’ne önceki yıllarda çok büyük rakamlara ulaÅŸan Hazine yardımı verilmiÅŸti. Parti kapatılınca, yasalar uyarınca, eldeki paranın Hazine\’ye devredilmesi gerekiyordu.

Fakat Refah Partisi yöneticileri bu parayı geri vermediler. Trilyonlarca lira iç edildi. Naylon faturalar, hayali faturalar, düzmece belgeler ortaya çıktı! Kayıp paraların nereye gittiği, kimlerin cebine indiği bugün bile belli değil.

Ama işi örgütleyenler belli!

Bu düzmece faturalarda partiye tonlarca sucuk, peynir, çakmak, rozet alındığı iddia ediliyordu!

Ayrıca bir sürü para oyunu yapılmıştı. Milyonlarca dolarlık para, parti defterine bile işlenmemişti.

Yargı bunları belgeledi. Kayıp trilyonlar davasında Necmettin Erbakan 2 yıl 4 ay, 19 sanık 1 yıl 2 ay, 50 sanık bir yıl hapis cezası aldılar. Bu kararlar Yargıtay tarafından onandı ve kesinleşti.

Bay GÜL\’le ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Savcılığı tarafından hazırlanıp TBMM BaÅŸkanlığı\’na gönderilen fezlekede özetle şöyle deniliyor:

\”(Bütün bu olanların) Olay tarihinde partinin Genel BaÅŸkan Yardımcısı olarak görev yapan sanığın da parti üst düzey yöneticisi olarak bilgisi dahilinde olduÄŸu, bu ÅŸekilde sanığın özel evrakta sahtecilik suçuna iÅŸtirak ettiÄŸi, ayrıca Siyasi Partiler Kanununa da aykırı davrandığı görüşüne varılmıştır. Bu nedenle, halen Fazilet Partisi Kayseri milletvekili olan sanık Abdullah GÜL\’ün eylemine uyan (yasa maddeleri sıralanıyor) maddeler uyarınca soruÅŸturma yapılabilmesi, Anayasanın 83/2 maddesi uyarınca TBMM\’nin bu yolda bir karar almasına baÄŸlı olduÄŸundan, TBMM\’nin takdirlerine sunulmak üzere gerekli iÅŸlemin yapılabilmesi için iÅŸbu Fezleke tarafımdan düzenlendi. 14 Eylül 1999.Melih Tarı. Ankara Cumhuriyet BaÅŸsavcısı.\”

ABDullah GÜL hakkında fezleke düzenlendi, TBMM BaÅŸkanlığı\’na sunulmak üzere Adalet Bakanlığı\’na iletildi. Bakanlık bu belgeyi TBMM\’ye gönderdi.

Peki sonra ne oldu?

Bay ABDdullah GÜL\’ün suç dosyası tam sekiz yıldan bu yana TBMM\’nin tozlu raflarında, arÅŸivinde bekliyor! Niçin bekliyor?..

Çünkü sözü edilen kişi hiç ara vermeden, her seçimde milletvekili olmayı başardı. Böylece o tarihten beri dokunulmazlık zırhı altında yaşıyor ve suç dosyası işleme konulamıyor. Yargı önüne çıkıp hesabını vermiyor.

Bu yazı alıntıdır: Cumhuriyeti Kuşatanlar

BaÅŸbakanlık Yan Gelip Yatma Yeri DeÄŸildir…

Sevgili Vatanseverler!

Asil Türk Milleti!

Bu yazımda sizlere önemli bir şeyler daha anlatma gayreti içersindeyim!

Türkiye\’nin başında Org. YaÅŸar Büyükanıt\’ı tasfiye etmek için düzmece bir iddaname hazırlayıp Genelkurmay BaÅŸkanı olmasını engelleyen bir BaÅŸbakan var…

Ayrıca hala da Yaşar Büyükanıtla uğraşanlar Sebatayist (yahudi dönmesi) iddalarını karalamalarını yürütüyorlar…

Yüksek Askeri ÅŸura Kararları\’ndan, irtica faaliyetleri sebebiyle ordudan atılanlarla ilgili olanlarla sürekli aleyhte ÅŸerh koyan bir BaÅŸbakan..

Amerikan Birlikleri 4 Temmuz\’da Süleymaniye\’de ki Türk Özel kuvvetlerinin karargahında bir baskın düzenleyip düzenleyip, 11 Türk askerini 60 saat rehin alıp, bileklerine kelepçe, baÅŸlarına çuval geçirdiÄŸinde; DışiÅŸleri Bakanı ile Kayseri\’de Sakatatçılar Çarşısını açıp, ardından haremlik – selamlık düzeyindeki İl Kongresine katılan bir BaÅŸbakanımız var…

Böyle bir vahim olay karşısında, ABD ile ikili iliÅŸki kuramayan, NATO Konseyi\’ni derhal toplantıya çağırıp, ikili iliÅŸkiye iletemediÄŸi düşüncesini ittifak çerçevesi içersinde, diÄŸer müttefiklerin gözü önünde ABD\’ye anlatamayan bir BaÅŸbakan…

Bunları zaten biliyorsunuz!

Ben size bilmediğinizi ya da hatırlamadığınız şeyi anlatayım:

Bu olay yaÅŸanırken, ABD\’nin özür dilemesi gerektiÄŸini söyleyenlere \”ABD süper güçtür. Özür dilemek ancak eÅŸit güçler arasında beklenebilir.\” diyen DışiÅŸleri Bakanı\’nı destekleyen bir BaÅŸbakan var…

Bu ciddi saldırı karşısında; Amerikalılara bir protesto notası vermesi gerekirken \”Gazete ve televizyonların ufak bir konuyu abartmaları yüzünden, neredeyse ABD ile dostluk iliÅŸkilerimiz bozulacaktı. ABD\’ye nota ver! diyorlar. Bu müzik notası mı ki, her olur olmaz ÅŸeye nota verelim?\” diyen bir BaÅŸbakan!!

\”Kıbrıs\’taki Türk askeri Lübnan\’daki Suriye varlığına benzer.\” diyerek Türk askerini iÅŸgalci durumuna düşüren bir BaÅŸbakan var…

Pardon \”Askerlik mi???\”

\”BaÅŸbakanlık, yan gelip yatma yeri deÄŸildir canım kardeÅŸim!\”

Bu yazı alıntıdır: Cumhuriyeti Kuşatanlar

Osmanlı\’da \”ÇarÅŸaf\” Yasağı

Tamamen alıntıdır..:

\"II.Sınavı geçtikten sonra odada gecikmiÅŸ bir bahar temizliÄŸi yapmaya karar verdim. Gerekli olmayan kitapları ayıklarken, elime çok uzun bir süre önce almış olduÄŸum bir kitap geçti: Turhan Ilgaz, \”Tencere Kapak\”, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001. İçini şöyle bir karıştırırken, \”Ya Totalitarizm ya Otoritarizm\” baÅŸlıklı bir yazı gördüm. Yazıda denildiÄŸine göre, bizim dincilerin \”Ulu Hakan\” diyerek pek bir sevdikleri II. Abdülhamit meÄŸersem \”kara çarÅŸafa\” müthiÅŸ derecede alerjisi olan biriymiÅŸ. Üstelik, bütün saltanatı boyunca bizim dincilerin ölesiye sevdikleri bu \”İslâmcı örtüyü\” sürekli olarak yasaklayıp durmuÅŸ. Bunları okuyunca, \”Allah Allah, laik mi ne bu herif?\” dedim içimden. İşte buyurun:

\”Günümüzde, \’türban\’da simgeleÅŸtirilen \’tesettür\’ün o temel aracının, sokaklarımızda artık göze batmayacak kadar sıradanlaÅŸan çarÅŸafın, düpedüz bir kadın modası olmasına İslâmcılarımız ne buyururlar acaba? Ataerkil toplum, psikolojinin, hatta psikiyatrinin alanına girmeyi hak eden nedenlerle kadını cendereye almaya uÄŸraÅŸadursun; kadınlarımız dinin buyruÄŸunu, modanın dayatmaları karşısında genellikle ihmal etmiÅŸler! Evet, kara çarÅŸaf da bir modaydı baÅŸlangıçta. 1850\’lerde, Suriye valiliÄŸinden dönen Suphi PaÅŸa\’nın muhterem zevceleri tarafından İstanbul\’a getirilen, İstanbullu hanımların önceleri dudak bükerek karşıladıkları, ama sonradan pek benimsedikleri bir moda …

\”Moda dendi mi, ister istemez \’sanayi\’ diyeceÄŸiz. Sanayi deyinde de \’ekonomi\’! Onun içindir ki, 1883 yılında getirilen çarÅŸaf yasağı üzerine, İstanbullu tüccar tayfasının, Cuma Selâmlığı çıkışında, Sultan\’a, bu yasağın iktisad-ı Åžahane üzerindeki olumsuz etkilerini anlatan bir dilekçeyi verdiklerini okuyoruz, 27 Ekim 1883 tarihli Le Courier d\’Orient gazetesinde. Tüccar, bu dilekçesinde, çarÅŸaf yasağının yerli sanayi için öldürücü bir darbe niteliÄŸini taşıdığını; çarÅŸaf yapılan kumaÅŸların BaÄŸdat, Beyrut, Halep ve hatta Mekke ve Medine gibi İslâm kentlerinde üretildiÄŸini; ferace imâlinde kullanılan çaputların ise diyar-ı küffar\’dan ithal edildiÄŸini anlatıp; ayrıca bu yasak sonucu, ellerinde nereye sokacaklarını bilemedikleri büyük miktarda stok kalacağından ve de Bursa, Halep, Åžam, BaÄŸdat vb. nice İslâm vilayetinde, maazallah 50.000 kiÅŸinin iÅŸsiz ve perperiÅŸan duruma düşeceÄŸinden bahisle, Zat-ı Åžahane\’yi uyarıyordu.\” (s. 68-9)

Maalesef, Ulu Hakan\’ımız çarÅŸaf tüccarlarının bu isteÄŸini geri çevirmiÅŸ. 2 Nisan 1892 tarihli buyruÄŸu, padiÅŸahın hem çarÅŸaf alerjisinin kaynağını, hem de çarÅŸafı yasaklamasını haklı göstermek için nasıl da İslâm\’a sarıldığını gösteriyor. Ilgaz buyruÄŸu özet olarak ve Türkçe mealli vermiÅŸ:

\”PadiÅŸah Hazretleri, bugün, Cuma Selâmlığı töreninden sonra, TeÅŸvikiye\’deki Silahhane\’yi teÅŸrif ile oradan saraylarına dönerlerken, yolda, tuhaf bir ÅŸekilde bellerine baÄŸlı siyah çarÅŸaflara bürünmüş bazı kadınlar görmüşler, bunların örtünmemiÅŸ denecek kadar açık saçık bulunmalarına ve âdeta matem elbisesi giymiÅŸ Hıristiyan kadınlara benzemelerine bakarak, birdenbire İslâm olduklarından tereddüt buyurmuÅŸlardır …

\”İzaha muhtaç olmayacağı üzere, büyük İslâm devletinin ayakta durması, devamı ve yükselmesi, kadın ve erkek bütün Müslümanların her türlü hâl ve hareketlerinin Åžeriat\’ın yüksek hükümlerine son derece dikkatle uymalarına baÄŸlı olup, aksi hâlde, Allah esirgesin, gerek fertler, gerek devlet için maddî ve manevî sonsuz zararlara sebep olacağından, İslâm kadınlarının Allah\’ın emirlerinden bulunan örtünme usul ve kaidelerine fevkalâde dikkat ve itina etmeleri lüzumunu beyana hacet olmadığı; bu çarÅŸaflarınsa, İslâm kadınlarınca örtünmeye asla uygun ve müsait olmadığı gibi, bir maksatla ÅŸuraya buraya girmek için bazı münasebetsiz erkekler tarafından da bir fesat ve melânet perdesi olarak kullanılmakta olup … \” (s. 69)

\"Ab

İşte böyle: Abdülhamit amcam \”Allah esirgesin, gerek fertler, gerek devlet için maddî ve manevî sonsuz zararlara sebep olacağı\” gerekçesiyle çarÅŸafı yasaklıyor. Zavallı çarÅŸaf tüccarları ise bu yasağın millete ve devlete getireceÄŸi zararları boÅŸ yere anlatmaya çalışıyor ve sonuçta okkanın altına giriyorlar.

Åžimdi duruma bizim dincilerin açısından bakalım. Bu olup bitenler sonucunda gördüğümüz nedir? II. Abdülhamit laik ve Kemalist bir heriftir. ÇarÅŸafı yasaklayarak inanç özgürlüğüne darbe vurmaktadır ve bu yüzden de apaçık bir demokrasi ve din düşmanıdır. Dahası, bu davranışları ile Türkiye\’nin Avrupa BirliÄŸi üyeliÄŸi uyum sürecini zora sokmaktadır. PadiÅŸah derhal AİHM\’ne ÅŸikayet edilmeli ve Osmanlı Devleti yasak maÄŸdurlarına tazminat ödemelidir.

Düşünün bir, bizim başörtüsü serbestisi isteyen ahmak dinciler Abdülhamit döneminde yaşasalardı ne yaparlardı? Yasağa kalkıp karşı çıkabilirler miydi? Koca padişah yasaklamışken, tebaaya laf söylemek düşer mi? Padişahın iradesine karşı çıkmak ne demek hem? Tez kelleleri vurula!

Kaynak: bliyaal ~ 21/06/2007