Tag Archives: Can DÜNDAR

Özeleştiri

\"\"Geç kaldık. Aslında çok önce haykırmalıydık tepkimizi…
İlk gazeteci içeri alındığında yürümeliydik aÄŸzımızda susturulmuÅŸluÄŸun simgesi kara bantlarla…
İlk köşe yazarı kovulduÄŸunda, hepimiz kovulmuşçasına boÅŸ çıkmalıydı köşelerimiz…
Greve gitmeliydik, ekranımız karartıldığında, genel yayın yönetmenimiz alındığında…
Vergi memurları ilk teftişe geldiğinde tezgâhı görüp bağıra çağıra teşhir etmeliydik.
Medya yöneticileri, \”Åžu haberi görmeyin\”, \”O adamı çıkarmayın\”, \”Bu iÅŸi büyütmeyin\” telefonları gelmeye baÅŸladığında \”ÇevirdiÄŸiniz numaraya ulaşılamıyor\” sinyali göndermeliydi.
Birimizin evi basıldığında, yayın yönetmeninden çaycısına, muhabirinden yazarına hepimiz kapı önünde karşı durmalıydık.
Tutuklananın suçluluÄŸuna inanıyor olsak bile hiç deÄŸilse \”Herkes için tutuksuz yargılanma hakkı\”nda uzlaÅŸabilmeliydik.

Tabii bunu yapacak güçte olabilmek için, kendi içimizde hesaplaşmamızı tamamlamış olmalıydık.
Basında tekelleÅŸmeye ilkin biz karşı çıkmalıydık; daha sonra tekelleÅŸmeye karşı çıkma bahanesi ile kendi tekellerini yaratanlara fırsat vermeden…
Nefret söylemini ilk biz mahkûm etmeliydik ki, sonra onu bahane edip çullanmasınlar üzerimize…
Aramızda iktidar oyununu sevenler vardı; darbecilerle düşüp kalkanlar, gazeteciliÄŸi politik hırsına kalkan yapanlar, kalemini ÅŸantaj için kullananlar… Onları baÅŸta biz kınayıp dışlamalıydık ki, bugünkü sindirme kampanyasına bahane olmasınlar.
Åžimdi \”Canım onların da vardır bi arızası\” diyenlerle, \”Kendimi savcının yerine koyuyorum da\” diye lafa girenlerle en baÅŸtan hesaplaÅŸmalıydık.
Orada da geç kaldık.

Bugün, basın tarihinin en büyük el değiştirme operasyonu, büyük bir tasfiyeyi de beraberinde getiriyor.
12 Eylül\’den bu yana görmediÄŸimiz çapta siyasi, idari, mali, adli baskı altındayız.
Basının en çok kıstırıldığı dönemlerde bile hep güçlü bir muhalif basın vardı. Bugünse, son muhalifler de tehlikede…
Her daim iktidara kafa tutmuş gazetelerin birinci sayfasına bakmaya utanıyoruz.
Bir gün muhalif bir yazarın köşesinin elinden alındığını öğreniyoruz; ertesi gün muhalif bir gazetecinin \”örgüt üyeliÄŸi\” gibi muÄŸlak bir suçlamayla içeri alındığını…
BaÅŸbakan, \”Bağımsız mahkemelerin kararı\” diyor; \”Yargının iÅŸini kolaylaÅŸtırmamız\” gerektiÄŸini söylüyor.
Partisi için kapatma davası açıldığında ne diyordu:
\”Bu, bir yargı darbesidir.\”
O zaman niye karar veren hâkimleri rahat bırakmamıştık?
Çünkü amaç \”bağımsız yargı\” deÄŸildi; \”bize bağımlı yargı\”ydı.
Tıpkı son operasyonun asıl amacının Ergenekon\’u tasfiye filan deÄŸil, kendi Ergenekon\’unu inÅŸa olduÄŸu gibi…

Ama geç de olsa nihayet dün, bıçağın kemiÄŸe dayandığı yerde buluÅŸtuk ve yürüdük baskıların üstüne; aÄŸzımızda susturulmuÅŸluÄŸun simgesi kara bantlar, elimizde hapsedilmiÅŸliÄŸin simgesi kırık kalemlerle…
Bunca zaman tek bir konuda bir araya gelememiÅŸ yüzlerce gazeteci, nihayet mesleki dayanışmanın, meslektaşına sahip çıkmanın bilincine vardı. Yürüyüşün sonunda aÄŸzındaki bantları çözüp \”Susma, sustukça sıra sana gelecek\” dedi.
Åžimdi de bizim için \”Kalemler süngü, kameralar miÄŸfer\”di.

Bir Heykel Yıkılıyor Sanatçılar Nerede?

Åžu sahneyi gözünüzün önüne getirin: Kars\’ta belediye yıkım ekibi heykele doÄŸru hareketleniyor. Yanında emniyet güçleri, eli balyozlu belediye işçileri…
Heykelin önünde ise Mehmet Aksoy tek başına dikiliyor.
\”Beni çiÄŸnemeden yıkamazsınız\” diye haykırıyor.
Medya, bu trajik sahneyi kameralarla dünyaya naklediyor.

Hayal değil; çok yakında ekranlarda!
12 Eylül, \”Yorgun Savaşçı\”yı yakarak tarihe geçmiÅŸti, ÅŸimdikiler \”İnsanlık Anıtı\”nı yıkarak tarihe geçme peÅŸinde…
BaÅŸbakan\’ın \”Yıkın bu ucubeyi\” talimatı üzerine Kars Belediye Meclisi, AKP-MHP ittifakıyla yıkım kararı aldı.
Aksoy\’un avukatları karara itiraz ettiler. Åžimdi yargı bu itirazı görüşürken Belediye, yıkımı (onlar \”kaldırma\” diyor) yapacak firma için ihale açacak.
Aksoy, \”Parçalamadan taşıyamazlar. Taliban durumuna düşeceÄŸiz. Yıktırmayacağım. Önünde duracağım\” diyor.

Sanatçılarımız son dönemde insani konularda öne çıkmaya, destek eylemleri yapmaya başladı. Kot taşlama işçileriyle dayanışıyorlar, otizmli çocuklara sahip çıkıyorlar, çevre hassasiyeti gösteriyorlar.
Bu, önemli bir geliÅŸme, saygıdeÄŸer bir çaba…
Ama nedense bu duyarlılığı kendi sorunları söz konusu olduğunda, özgür sanat tehdit altına girdiğinde göstermiyorlar.
Bir heykelin yıkımı tartışılırken sanatçılar niçin suskun?
Şahsi mırıldanmalar işitiyoruz, ama niye toplu, gür bir ses çıkmıyor?
Hava soÄŸuk, Kars uzak da ondan mı? Yoksa \”Heykel hakikaten ucube\” diye düşündüklerinden mi?
Öyleyse bile bir sanat eserinin bu şekilde hedef alınıp yok edilmesi, kayıtsız kalınacak bir şey mi?
Neden Ankara\’da bir \”Sanatçıma dokunma\” yürüyüşü, Kars\’ta bir dayanışma konseri, İstanbul\’da \”Heykel nedir\” konulu bir panel, televizyonda tarih boyunca sanat-iktidar iliÅŸkisi üzerine bir açık oturum izlemiyoruz?
Neden yazdığı senaryo, baskıyla ve alenen sansürlenen Meral Okay yalnızlıktan yakınıyor?
Neden KılıçdaroÄŸlu, ÅŸarkıcıların seçim için CHP\’nin ÅŸarkısını söylemeye korktuÄŸundan ÅŸikâyet ediyor?
Neden film galalarındaki içki yasağına adamakıllı bir itiraz işitmiyoruz?

Geçenlerde bir TV programında çok tanınmış bir dizi oyuncusuna MuhteÅŸem Yüzyıl\’a sansür konusunu sormak istedim:
\”O konulara hiç girmesek olmaz mı\” cevabını aldım.
\”O konular\” dediÄŸi, kendi mesleÄŸi…
Sanatçılar mı apolitikleşti, iktidar mı çok sertleşti acaba?
BaÅŸbakan\’la ters düşme, hedef haline gelme, boykot edilme, ekrandan kesilme, fonlardan beslenememe, \”anarÅŸist\” diye nitelenme korkuları seziliyor çoÄŸu çevrede…
Ama korkulması gereken başka şeyler de var:
Mesela \”çok seslilik\” çağındaki \”yok seslilik\” kasveti…
Mesela en zor döneminde sanata, sanatçıya sahip çıkmamış olmanın ayıbı…
Bir heykelin yıkılışına, bir filmin kesiliÅŸine susarak onay vermenin ıstırabı…
Sanata tüküren, büstü put gibi gören, dizi sansürleyen bir zihniyete itiraz etmiyor olmanın utancı…
Asıl tarihe böyle kaydolmaktan korkmak gerekmez mi?