Geç kaldık. Aslında çok önce haykırmalıydık tepkimizi…
İlk gazeteci içeri alındığında yürümeliydik aÄŸzımızda susturulmuÅŸluÄŸun simgesi kara bantlarla…
İlk köşe yazarı kovulduÄŸunda, hepimiz kovulmuşçasına boÅŸ çıkmalıydı köşelerimiz…
Greve gitmeliydik, ekranımız karartıldığında, genel yayın yönetmenimiz alındığında…
Vergi memurları ilk teftişe geldiğinde tezgâhı görüp bağıra çağıra teşhir etmeliydik.
Medya yöneticileri, \”Åžu haberi görmeyin\”, \”O adamı çıkarmayın\”, \”Bu iÅŸi büyütmeyin\” telefonları gelmeye baÅŸladığında \”ÇevirdiÄŸiniz numaraya ulaşılamıyor\” sinyali göndermeliydi.
Birimizin evi basıldığında, yayın yönetmeninden çaycısına, muhabirinden yazarına hepimiz kapı önünde karşı durmalıydık.
Tutuklananın suçluluÄŸuna inanıyor olsak bile hiç deÄŸilse \”Herkes için tutuksuz yargılanma hakkı\”nda uzlaÅŸabilmeliydik.
Tabii bunu yapacak güçte olabilmek için, kendi içimizde hesaplaşmamızı tamamlamış olmalıydık.
Basında tekelleÅŸmeye ilkin biz karşı çıkmalıydık; daha sonra tekelleÅŸmeye karşı çıkma bahanesi ile kendi tekellerini yaratanlara fırsat vermeden…
Nefret söylemini ilk biz mahkûm etmeliydik ki, sonra onu bahane edip çullanmasınlar üzerimize…
Aramızda iktidar oyununu sevenler vardı; darbecilerle düşüp kalkanlar, gazeteciliÄŸi politik hırsına kalkan yapanlar, kalemini ÅŸantaj için kullananlar… Onları baÅŸta biz kınayıp dışlamalıydık ki, bugünkü sindirme kampanyasına bahane olmasınlar.
Åžimdi \”Canım onların da vardır bi arızası\” diyenlerle, \”Kendimi savcının yerine koyuyorum da\” diye lafa girenlerle en baÅŸtan hesaplaÅŸmalıydık.
Orada da geç kaldık.
Bugün, basın tarihinin en büyük el değiştirme operasyonu, büyük bir tasfiyeyi de beraberinde getiriyor.
12 Eylül\’den bu yana görmediÄŸimiz çapta siyasi, idari, mali, adli baskı altındayız.
Basının en çok kıstırıldığı dönemlerde bile hep güçlü bir muhalif basın vardı. Bugünse, son muhalifler de tehlikede…
Her daim iktidara kafa tutmuş gazetelerin birinci sayfasına bakmaya utanıyoruz.
Bir gün muhalif bir yazarın köşesinin elinden alındığını öğreniyoruz; ertesi gün muhalif bir gazetecinin \”örgüt üyeliÄŸi\” gibi muÄŸlak bir suçlamayla içeri alındığını…
BaÅŸbakan, \”Bağımsız mahkemelerin kararı\” diyor; \”Yargının iÅŸini kolaylaÅŸtırmamız\” gerektiÄŸini söylüyor.
Partisi için kapatma davası açıldığında ne diyordu:
\”Bu, bir yargı darbesidir.\”
O zaman niye karar veren hâkimleri rahat bırakmamıştık?
Çünkü amaç \”bağımsız yargı\” deÄŸildi; \”bize bağımlı yargı\”ydı.
Tıpkı son operasyonun asıl amacının Ergenekon\’u tasfiye filan deÄŸil, kendi Ergenekon\’unu inÅŸa olduÄŸu gibi…
Ama geç de olsa nihayet dün, bıçağın kemiÄŸe dayandığı yerde buluÅŸtuk ve yürüdük baskıların üstüne; aÄŸzımızda susturulmuÅŸluÄŸun simgesi kara bantlar, elimizde hapsedilmiÅŸliÄŸin simgesi kırık kalemlerle…
Bunca zaman tek bir konuda bir araya gelememiÅŸ yüzlerce gazeteci, nihayet mesleki dayanışmanın, meslektaşına sahip çıkmanın bilincine vardı. Yürüyüşün sonunda aÄŸzındaki bantları çözüp \”Susma, sustukça sıra sana gelecek\” dedi.
Åžimdi de bizim için \”Kalemler süngü, kameralar miÄŸfer\”di.