Tag Archives: Yılmaz ÖZDİL - Page 3

Bu Dört Beyaz Bünyeye Zararlı: Un, Tuz, Şeker bi de Zekeriya

\"\"Televizyonu bi açtım kardeşim, başta Zekeriya Beyaz, ilahiyat profesörlerinin alayı ekranda… Hayırdır inşallah dedim. Benim bildiğim, ilahiyatçıların 11 ay telefonu bile çalmaz, senede bir ay pide gibi piyasaya sürülür. Seçime günler kala iftar çadırlarında oy toplamak için Ramazan’ı öne mi aldılar acaba?

Alır mı alır bunlar.

Dinledim tabii biraz, meğer, ilahiyat profesörleri ilahiyatla ilgili mevzular üzerine çalışıyormuş iyi mi… Bak sen şunlara! Allah bilir, arama neticesinde evlerinden Kuran-ı Kerim, İncil, Tevrat filan da çıkmıştır. Halbuki ilahiyatçı dediğin, teksas tommiksle ilgilenir.

Üstelik, ilahiyatla ilgilendiği yetmezmiş gibi, nükleer fizikle ilgilenmesi gerekirken, misyonerlikle de ilgilenmiş benim canım Zekeriya Beyaz… Olmuş sana Zekeriya White.

Sahte Haham’ı öttür…
Harbi İlahiyatçı’yı sustur.

Velhasılıkelam…
Yapılmamış darbenin
düşürülmemiş F16’nın
bombalanmamış caminin
varolmamış suikastın
teşebbüs edilmemiş planın
kurulmamış komplonun
tanışmamış insanların
buluşulmamış toplantının
bulunmamış delilin
yazılmamış haberin
basılmamış kitabın davasına…
Gazetecilik yaptığı için enselenen gazetecilerden sonra, ilahiyatçılık yapan ilahiyatçılar da eklendi.

Sıra geldi…
Düşünülmemiş fikir’e.

Bilahare?
Sıradan vatandaş olduğu için henüz bi kulp bulunup içeri tıkılamamış, bu yaşananlara rağmen hâlâ kahırdan geberememiş Atatürkçülere.

Nato Kafa Nato Mermer

\"\"1952…
NATO’ya girdik, Coniler İzmir’e girdi. Kavaklıdere Köyü’nde dağı oydular, dağın içine (dışardan göremezsin) nükleer saldırıya dayanıklı savaş karargâhı döşediler. Tesadüfe bakın ki, ABD Büyükelçiliği de Ankara Kavaklıdere’ydi. Hep Kavaklıdere’den döşediler yani.

1961…
İzmir’e Amerikalı yağdı, bu sefer Çiğli’de inşaat başladı. Betondan iskele tarzı dalgamotorlar dikmeye başladılar. E kabak gibi ortada tabii, ahali merak etti. \”Bu ne?\” dediler. \”Salça fabrikası kurucaz, domates kurutucaz\” cevabı aldılar. Ahali sevindi. İskeleler bitti, 18’er metre boyunda boru gibi bi şeyler yerleştirdiler. Ahali gene merak etti. \”Bu ne?\” dediler. \”Minare\” cevabı aldılar. Evet, \”minare\” dediler ahaliye… Ahali gene sevindi. Sonra baktılar ki, minarelerden ezan mezan okunmuyor, tel örgüyle çevrili, kapısında kurt köpekli Amerikan askerleri nöbet tutuyor. \”E hani minareydi?\” dediler. \”Bunlar İbrahim\” cevabını aldılar.

IRBM yazıyordu kenarında, intermediate range ballistic missile kelimelerinin başharfleri,orta menzilli balistik füze… Jüpiter füzesiydi. Sovyetler’i vurmak için… Üstüne, Türkbayrağı monte ettiler, IRBM’yi İbrahim’in kısaltılmış hali diye kakaladılar.
Ahali gene sevindi.

1962…
Ahaliye \”minare\” dedikleri sırada, asker-sivil iki bin TC vatandaşını ABD’ye götürdüler, eğittiler. NASA’nın Cape Canaveral uzay üssünde,
tamamen Türklerin komutasında bir Jüpiter’in deneme atışı başarıyla gerçekleştirildi. Baktılar ki, bizimkiler güzel fırlatıyor, \”aferin\” dediler, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin emrine verdiler. Ama küçücük bi şart vardı, füzenin anahtarı Amerikalı subayda duracaktı. Minareyi döşeyen, kılıfına da uydurmuştu.

1962…
ABD Senato heyeti İzmir’e geldi, yalaka basınımız \”ticari yardım için geldiler, zengin olucaz\” diye yazdı. Ahali sevindi. Halbuki, füzeleri denetlemeye gelmişlerdi. Raporlar incelendi, ki, skandal ortaya çıktı. Bizim ahalinin trafik levhası, çöp bidonu, elektrik direğindeki fincan gibi hedeflere zırt pırt ateş etme alışkanlığı olduğunu bilmiyorlardı. Hıyarın biri, Hiroşima’ya atılanın 100 katı tahrip gücüne sahip füzelerden birine mermi sıkmıştı iyi mi… Motora isabet etmiş, güç bataryası patlamış, kontrol paneli devre dışı kalmıştı. Tel örgülerin çapını genişlettiler, Amerikalı askerleri geri çekip, Türk askerlerini nöbete diktiler. Bizim ahali baktı ki, minare füzeleri Mehmetçik koruyor, gene sevindi.

1963…
Küba krizi bitti. \”İzmir’e diktiğimiz İbrahim’leri söküp götürdük\” dediler. Ahali sevindi.

1974…
Kıbrıs’a çıktık. İzmir Çiğli’ye \”minare füze\” diken ABD, utanmadan ambargo uyguladı. Kolumuzu büküyorlardı. Kaddafi yetişti. Benzin, uçak lastiği, mühimmat verdi. Ahali sevindi.

1977…
Gergin günlerdi. Birleşmiş Milletler \”İşgalcisiniz, Kıbrıs’tan derhal çıkın\” deyince, Dışişleri Bakanlığımızın Kıbrıs özel sorumlusu Onur Öymen, Kanada’da katıldığı toplantıda, \”Bizi zorlamayın, gerekirse duvarın öte tarafına geçeriz\” dedi. Yani? \”Canımızı sıkmayın, Kıbrıs’ı komple alırız\” demek istedi. O hafta… Kıbrıs’a çıkan Ecevit, İzmir’e geldi. O zamanlar sivil uçaklara hizmet veren Çiğli Havaalanı’na indi. Bir Türk polis memuru, Ecevit’e ateş etti. Mermi, Ecevit’i ıskaladı, Robert Kolej’den beri kankası olan Mehmet İsvan’ın bacağına saplandı. Yara hafifti. Komaya girdi. Çünkü, mermi, o güne kadar Türkiye’de kullanılmayan, içinde kimyasal barındıran görülmemiş bir mermiydi. Doktorlar çaresizdi. Tabanca Amerikan malıydı. Türk Emniyeti’ne üç adet hibe edildiği açıklandı. Özel Harp Dairesi’ne kayıtlı olduğu iddia edildi. Amerikan tabanca firması, pek mahcup oldu, Mehmet İsvan’ı İsviçre’ye götürdü, tedavi masraflarını üstlendi, iyileştirdi. Ahali sevindi. Ateş eden polis serbest bırakıldı. Menemen savcısı soruşturma açtı ama tıkandı, üstü örtüldü. Ahali unuttu.

1987…
İzmir’e yeni havalimanı yapıldı, Türkiye’yi ABD’nin kucağına oturtan rahmetli Adnan Menderes’in adı verildi, böylece, Çiğli Havaalanı sivil uçuşlara kapatıldı, komple askeri oldu.

2004…
NATO’ya girdiğimiz andan itibaren, Amerikan savaş uçakları Çiğli’ye konuşlanmıştı zaten… Ama AKP iktidar olunca, NATO’nun Napoli’deki hava unsurları karargâhı İzmir’e taşındı.

2006…
ABD’nin 16’ncı filosu, Almanya’nın Ramstein Üssü’nden tası tarağı topladı, İzmir’e yerleşti.

2010…
Kasım ayında \”Füzeyle kalkan, zararla oturur\” başlıklı yazı yazdım… \”İzmir’deki Amerikan konsolosluğu kapatıldı ama, son iki senedir İzmir’e ha bire Amerikalı subay taşınıyor. Öyle hale geldi ki, Şirinyer’deki NATO lojmanlarına sığmıyorlar artık, 2 bin 200 dolar kira yardımı alıyorlar, Bornova’da Urla’da villa kiralıyorlar. Sizce niye?\” diye sordum. \”Goygoycu manşetlerle uyutuluyor Türk halkı, İzmir üzerinden bi iş çeviriyorlar\” diye ilave ettim.

2010…
Hep sevinen ahali, bu yazıma çok kızdı. \”Şerefsizsin sen, haysiyetsizsin\” dediler. \”Sanki Amerika’nın emrindeymişiz gibi yalanlar yazıyorsun, hükümetimize iftira atıyorsun\” dediler. İsrail ajanı, Rum dönmesi olduğumu, annemin Ermeni, babamın Kürt, benim tersmanyel veren gizli Amerikancı olduğumu öne sürdüler. Ağabeyim sitem etti, bana bi şey yok mu?

2011…
\”NATO’nun Libya’da ne işi var?\” dediler. Savaş gemisi gönderdiler. Henüz söylemediler ama, F16 da gönderiyorlar. Üstüne, NATO’nun Libya’yı vurma karargâhı yaptılar İzmir’i.

\”Minare füze\” dikilen İzmir Çiğli’den, Amerikan ambargosu uygulandığında yardımımıza koşan Kaddafi’yi, İzmir Çiğli’den vuracak minareci arkadaşlar…

\”Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız\” diye bi şiir hatırlıyorum sanki.

Hülasa…
Libya’yı vuruş \”haçlı seferi\” olduğuna göre, haçlı seferinin karargâhı, bu arkadaşların \”gavur\” dediği İzmir olmayacaktı da, neresi olacaktı birader?
Yarın öbür gün, \”Biz vurmadık, gavur İzmirliler vurdu\” diye yemin etse, başı ağrımaz yani.

Sayın Sapık

\"\"Sapık yakalandı.
Türkan\’a tecavüz etmiş.

Türkan henüz bebe.
Bıçaklaya bıçaklaya öldürmüş.
8 yaşındaki Ahmet\’i boğmuş.
6 yaşındaki Dilruba\’yı da.
Dilburacık çok çırpınmış.
Öyle anlatıyor.

Adı ne bu sapığın?
U.V.G.

U\’ğursuz
V\’icdansız
G\’eberesice sanırım.

Kodlayarak veriyoruz.
Ki, rencide olmasın.
Toplum içindeki saygınlığı zedelenmesin, aman diim…
Ele güne mahcup olmasın.

\”Sayın\” çünkü sapık.

Dilruba\’yı Dilruba diye yazıyoruz.
Türkan\’ı T. diye kodlamıyoruz.
Annesini-babasını…
Adıyla soyadıyla yazıyoruz.
Evlerinden canlı yayın yapıyoruz.
Duyduk duymadık demeyin…
Aha işte burda oturuyorlar!

Sapığı kolluyoruz bu arada.
Ki, insan hakları var sapığın.

(Televizyonlardaki sigara sansürü gibi bi şeydir bu… Dizilerde, filmlerde tecavüz sahnesi serbest, cinayet sahnesi serbest, tecavüz ve cinayetten sonra sigara tüttürürken buzlama konuluyor!)

Ha denebilir ki, sapığın sapık olduğu mahkeme kararından sonra sabit olur… Peki o haldeniye, şöyle tecavüz etti, böyle bıçakladı, şu şekilde bavula koydu, buraya gömdü diyoruz?Hani mahkeme kararı?

Madem, açık açık itiraf eden sapık bile mahkeme kararıyla mahkûm ilan edilmeden suçsuzdur… Niye o zaman, iddianamesi bile olmayan gazetecilerin evini basarken kameraçağırıyoruz? Şeref madalyalı subayların, uluslararası ödüllü profesörlerin, suçlu olupolmadıkları belirsizken… Neden \”terörist, darbeci, vatan haini\” diye manşetlere asıyoruz?

Hukuki haklarından faydalanmak için illa sapık mı olmaları gerekiyor?

İnsanları domuz bağıyla öldürüp, oturma odasına gömen şeriatçıları sokağa sal.
Bölücüye halay çektir.
Keriz Feneri\’ni ört.
Sapığı koru.
Namuslu insanları infaz et.

Adalet\’in A\’sı bu kardeşim…
K\’sını zaten biliyorsunuz.

Şık\’ır Şık\’ır Demokrasi

\"\"Daha önce Nutuk\’u gözaltına almışlardı. En azından biliyordunuz Nutuk\’un içinde ne yazdığını…

Şimdi, gazeteci Ahmet Şık\’ın henüz basılmamış olan \”İmamın Ordusu\” isimli kitabını tutukladılar.
E haliyle merak ediyorsunuz…
Ne yazıyordu acaba o kitapta?

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Bu yazıyordu.

Aman acilen silin hafızanızdan okuduklarınızı da, terör örgütüne yardımdan içeri tıkılmayın ha.

NOT: Sen, lacivert tişörtlü üniversiteli… Bak hâlâ okuduklarını düşünüyorsun, yakacan hepimizi!

Al Sana Nükleer!

\"\"Libya Mibya dalgasına bi türlü yazamamıştım, Suriye patlamadan aradan çıkarayım şunu bari.

Japonya 9\’la sallandı, Star Haber\’in şövalyeleri Turgut Erat ve şef kameramanımız Mustafa Şap, ilk uçakla uçtu. İzlemişsinizdir mutlaka, hazin tabloların yanı sıra, artçı depremleri bile canlı yayında aktardılar. Ve, ekranlara yansımayan çok enteresan bir hadiseye şahit oldular.

Gazze\’ye Mavi Marmara\’yı gönderen İnsani Yardım Vakfı, Tokyo Camisi\’nde bağış topladı, bu bağışlarla bisküvi filan aldı, apar topar kamyonet kiraladı, tsunaminin vurduğu Sendaikentine doğru yola çıktı. Bizim çocuklar da oraya gidiyordu… Peş peşe otobana girdiler, ki, şak, polis durdurdu. Sendai\’ye gitmek için özel izin kâğıtları gerekiyordu. Gösterdiler izin kâğıtlarını… Polis, bizimkilere \”Gidebilirsiniz, buyrun geçin\” dedi. Ancak, İnsani Yardım Vakfı gönüllülerine \”Siz gidemezsiniz\” dedi. Turgut baktı ki, kamyonete izin vermiyorlar, bastı frene, indi, gitti polisin yanına \”Kardeşim, size yardım götürüyorlar, niye engelliyorsunuz?\” diye sordu. Polis ne cevap verdi biliyor musunuz?

\"/_np/8215/13028215.jpg\"\”Muayenesi yok!\”

Evet… O imkânsızlıklar ortamında anca bulunan, alelacele kiralanan köhne kamyonetin muayene tarihi geçmişti, trafiğe çıkmasına bu yüzden izin vermiyordu polis.

9 şiddetinde sallanmış, okyanus memleketi yutmuş, üstüne nükleer santral patlamış, hâlâ, trafiğe çıkan araçların muayenesini kontrol ediyor… Çünkü, biliyor ki o Japon polis, doğal afete amenna ama, insani vurdumduymazlığa göz yumulması mümkün değildir. Biliyor ki, nükleer santral dahil, yaşadığımız faciaların birinci sebebi, gereğini yapmayan insandır.

Döndü Türkiye\’ye Turgut\’la Mustafa… \”Gidin radyasyonunuzu ölçtürün\” dedik. Çünkü, ahali burda suşi yemeyi bile kesmişken, telefonda yalvarmamıza rağmen, bizi dinlememiş, patlayan nükleer santralın burnunun dibine kadar girmişlerdi. (Bu mesleği yaptığım için kendimden iğrendiğim haftalardan biriydi, çünkü, Turgut\’la Mustafa\’yı oraya gönderirken, mesleğin gereğini yapacaklarını, böyle bi şeye kalkışacaklarını biliyordum aslında.)

Çok şükür, temiz çıktılar…
Ve, taaa Japonya\’ya göndermemize rağmen, nükleer felaketle ilgili en
müthiş haberi İstanbul\’da yakaladılar.

Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi\’ndeki Nükleer Tıp Merkezi\’ne gittiler. Ki, İstanbul\’daki en önemli
radyasyon ölçüm merkezlerinden biridir. Hasta kayıt odasında beklerken, bu manzarayı gördü Turgut, çıkardı cep telefonunu çekti, bana getirdi.

Semavere dokunmayın
Elektrik kaçırıyor…

Ha memlekete nükleer santral kurmuşsun.
Ha evine tüp bağlatmışsın yani!

Men Dakka Dukka

\"\"Açılım saçmalığı ilk nerede açıldı?
Polis Akademisi\’nde.
Kime tokat attılar?
Polise.

Sebahat\’ta mı kabahat?

Polisin kadın milletvekilinin kalçasını kırmasında herhangi bi mahzur yoksa, kadın milletvekilinin polise tokat atmasındaki mahzur nedir?

Ha onlar bölücü diyorsan…
O zaman niye, CHP milletvekilini Tekel işçilerine destek veriyor diye sille tokat dövüp, gözüne gaz sıkıp, havuza attı polis? Bölücü mü CHP? Bizzat polis değil miydi, CHP Genel Başkanı\’na taş atılsın diye korumasız güzergâha sokan? Şimdi niye, milletvekili eline taşaldı diye ağlıyorsun? Milletvekiline atılınca güzel de, milletvekili atınca mı çirkin?

Milletvekilinin polise tokat atması ayıpsa… Hacdan dönen iki AKP milletvekilinin sınır kapısında bekletildiler diye polise tokat attıkları iddia edilmedi mi? Madem hassassın bu konuda… Tokat yiyen polisler tutanak tuttuğu halde, neden valilik tarafından buhar edildi kamera görüntüleri? Neden örtüldü o mevzunun üstü? Polise tokat atan BDP milletvekilinin görüntülerini basına sızdırmayı biliyorsun da, o kamera görüntülerini niye sızdırmadın aynı basına?

Kamera dedim, aklıma geldi… İzmir Buca Polis Okulu\’nda bir eğitmen komiser, polis adayı öğrencileri tekme tokat dövdü. Bu tekme tokat sahneleri bizzat polis adayı öğrenciler tarafından cep telefonu kamerasına alınıp, basına servis edildi. Tekme tokat atan komiser ne oldu?
Şırnak\’a tayin edildi! Tekme tokat İzmir\’de yasak da, Şırnak\’ta serbest mi?

Şırnak dedik…
Şehirlerden devam edelim.
Tokat mesela…
Plakası 60.
\”Tokat atmış\” yani.

N\’oldu o Tokat\’ta?

Devriye aracına pusu kuruldu, tarandı, yedi askerimiz şehit oldu. Ne dedi yalaka basın? \”PKK yapmış olamaz, derin güçlerin işi\” dedi. \”Yeri çok düşündürücü, orası MHP\’nin kalesi\” diyerek, ülkücülerin hükümete provokasyon yaptığı ima edildi. Hatta, Bülent Arınç çıktı, \”Aylardır terör yoktu, çatışmasızlık vardı, yeri ve zamanlaması çok ilginç\” diyerek, \”derin\” imalarda bulundu. Netice? PKK baktı ki, işi başkasına yıkacaklar, resmi açıklama yaptı, açık açık üstlendi. Sadece vurması yetmiyordu artık çünkü… \”Şahitlik\” yapması gerekiyordu!

60 Tokat\’ı PKK tokadına yakıştıramayan hükümetimiz kaçıncı hükümetmiz?
60!

E takır takır yedi şehidi bile PKK\’ya yakıştırmıyorsan, şimdi niye çıkıp milletvekili tokadını PKK\’ya bağlamaya çalışıyorsun ki? Sen değil misin, bu işlerle PKK\’nın filan alakası yok diyen?

Yıllardır kafanda çuvalla gezmekten rahatsız olmuyorsun da, alt tarafı bi fiskeden mi rencide oldun?

Şeref madalyalı gazi subaylar, itirafçı iftirasıyla kafasına sıkarken… Terörle mücadelenin efsane albayları, generalleri terörist diye içeri tıkılırken… Gencecik teğmenin telefonuna bizzat polis tarafından suç delili yüklenirken… Sen değil misin \”askerlikten yırttın\” diye sevinen?

Niye tekme tokat girişiyorsunuz evladınız, kardeşiniz yaşındaki üniversitelilere? Burnunu kırdığınız çocuğun sabıkası bile çıkmadı. Ankara\’nın göbeğinde kız öğrenciye tokat atarken vicdanınız sızlamıyor da, kadın milletvekilinden tokat yiyince mi geldi aklınıza sağduyu?

Dünyanın her demokratik ülkesinde, değil milletvekili, isterse devlet başkanı olsun, polise tokat atan gözaltına alınır… Ana-babasıyla yemek yiyen bebelere pavyoncu muamelesi yapıp, gözaltına almayı biliyorsun da, tokat atan milletvekiline niye ceket ilikliyorsun? Dokunulmazlık zırhı var diyorsan… Haşat ettiğin CHP milletvekilinin dokunulmazlığı yok muydu?

Çok polis arkadaşım var. Atatürkçülüğüne, yurtseverliğine, yüreğine, insancıllığına kefil olduğum, öz ağabeyim gibi sevdiklerim var. Ama… Bir Osman Kaçmaz çıktı, genelleme yapılamayacağını, bütün hâkimlerin emir kulu olmadığını kanıtladı. Bir İlhan Cihaner çıktı, bütün savcıların aynı kefeye konmayacağını gösterdi. Bir polis şefi çıkıp da \”benim onurlu mesleğimi siyasetçilerin maşa olarak kullanmasına izin vermeyeceğim\” demeyecek mi?

Bak ne diyor başbakan…

\”Arapların atasözü var.
Men dakka dukka…
Dak edene, dak ederler.
Vurana, vururlar.
Olay bu\”
diyor.

Olay bu.

Maskeli Balo

\"\"Vay efendim neymiş, Sarkozy denilen arkadaş Kaddafi\’ye kırmızı halı sermişmiş de, Elysee Sarayı\’nın bahçesine çadır kurdurup, deve bağlatmışmış… Silvio da, Kaddafi\’ye manken kızlar göndermiş de, onuruna parti verip, elini öpmüşmüş…
Bu ne ikiyüzlülükmüş filan.

Evren\’in postalını şapur şupur öpen, evinde ince sazlı parti veren, devran döndükten sonra da utanmadan Evren\’in diktatör olduğunu yazan bukalemunlar…
Le Monde\’da mı çalışıyor şu anda?

12 Eylül\’ü Roma dondurması gibi yalayan, \”darbe değildir, meşru müdafaadır, hayırlı uğurlu olsun\” diye methiyeler düzüp, öbür 12 Eylül\’de mağdur rolü kesenler…
Sophia Loren midir?

28 Şubat sürecinde kasket partisine yılışan dönek, takke\’den milletvekili adayı olmuyor mu?

Özal varken papatya olan… Ayak bileğinde dövme, göbek deliğinde piercing bulunan botokslular, purolu kocaları takunyalı belediyeden ihale kapsın diye umre yolunu tutmuyor mu?

\”Gelene ağam, gidene paşam\” Fransız özdeyişi midir? \”Düşenin dostu olmaz\” İtalyan atasözü müdür? \”Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın\”ı hangi millet tekrarlar papağan gibi?

İnek gibi sağmışlar da, uçak satıp, petrolünü almışlar falan… Bizim müteahhitler niye gidiyor peki Libya\’ya? Kızılay yardımı için mi? Yağlı müşterinin petrodolarlarını almıyoruz da, çöl kumu mu alıyoruz? \”Üzümünü ye, bağını sorma\” zihniyeti, Amerikalıların mıdır?

Makyavel güya Floransalıdır ama… Bizimkiler her yol mübahçı Makyavel\’i suya götürüp susuz getirmez mi?

Bi yandan cemaat kahvaltısında namaz kılıp faizsiz bankacılıktan kredi cukkalayan, beri yandan laik düşünce derneğine bağışta bulunup muhafız alayı ihalesini tokatlayanlar Marsilyalı işadamı mıdır? Kandilde viskiyi devirip, sanki oruçluymuş gibi iftar çadırında ezan pozu verenler Venedik taciri midir?

Bi tarafa gidip \”köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek zorundayım şekerim\” diye zırıl zırıl ağlayan da sensin… Öbür tarafa gidip \”bunlar köprüye bile karşı çıkıyor muhterem\” diye fısır fısır ispiyonlayan da!

Sarko\’yla Silvio kendi halkının çıkarı için, Arap\’ı sömürüyor, Arap\’ı dövüyor… Sen kişisel çıkarın için, memleketi Arap\’a satıp, Mustafa Kemal\’i sırtından hançerlemiyor musun?

Mübarek\’i istemediği için sokağa dökülenler \”demokrasi isteyen halk\” ise, Cumhuriyet mitinglerine katılanlara niye \”ruh hastası vatan haini\” dedin o zaman? Tunus\’taki muhaliflerin sesine kulak vermek gerekiyorsa, muhaliflerin niye hapiste? Kaddafi\’nin eline silah alıp sokağa çıkanların üstüne tank sürmesi Birleşmiş Milletler bombardımanını gerektiriyorsa eğer, sen yıllardır nerelere tank-panzer sürüyorsun, Fizan\’a mı?
Onlar halk, bunlar kelaynak mı?

Adamlar ikiyüzlü hiç olmazsa…
Sen binbir surat değil misin?

Eritre Sizinle Gurur Duyuyor

\"\"Vay efendim neymiş, dünyanın en pahalı benzinini biz kullanıyormuşuz.

Kuyruklu yalan bu!

Eritre var.
Benzin fiyatı bizimle aynı.

Afrika\’da Eritre.
İleri demokrasi ülkesidir.
İktidar partisinin adından belli:
\”Adalet ve Demokrasi Partisi…\”
Başka parti yok zaten.
Tek parti yönetiyor.
1995\’te çok partili seçim yapacaktı.
Seçimi iptal ettiler.
2001\’e ertelediler.
2001\’de bütün gazeteler kapatıldı.
Hükümeti eleştirenler tutuklandı.
Parti kuranlar içeri tıkıldı.
Güya milletvekilleri var.
Cumhurbaşkanı da.
Vekilleri cumhurbaşkanı seçiyor!
Kendin pişir kendin ye yani.
Bildiğin, kabile devleti.
Ortalama çocuk sayısı, 6.
Resmi dili yok.
Herkes kafasına göre konuşuyor.
Vize sorunu da yok.
Çünkü, ülkeden çıkmak yasak.
Halkı çok mutlu.
Futbol milli takımı geçen sene Kenya\’da düzenlenen turnuvaya gitti, takımı geri getiren uçaktan sadece teknik direktör indi, futbolcuların alayı kaçtı.
Bizi çok seviyorlar.
Sırf son üç ay içinde bin küsur Eritreli, Türkiye üzerinden kamyon kasalarında Avrupa\’ya kaçarken enselendi.
Orada elçiliğimiz yok.
Onların da burda yok.
Ama, ortak paydamız çok.
El Beşir mesela…
Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından görüldüğü yerde tutuklanması için aranan Sudanlı soykırımcı, bi bize gelebiliyor, bi de Eritre\’ye… Bi tek bu iki ülkede tutuklanmıyor.

Evet, bizim benzin fiyatı yeryüzündeki 193 ülkeden daha pahalı olabilir. Ama, eğriye eğri, doğruya doğru… Eritre gibi ileri demokrasi ülkesiyle kafa kafaya olması az şey midir?

NOT:
Yalakalık da zor zanaatmış hakikaten; tecrübe istiyor, kıvraklık istiyor, el çabukluğu istiyor… Bakın, kırk yılda bir hükümetimizi pohpohlayayım dedim, yetiştiremedim iyi mi! Ben yazıyı bitirip noktayı koyana kadar, 9 kuruş daha geçirdiler, Eritre\’yi de solladık.

6 Tonluk Kaplumbağa

\"\"Bebiş fil İzmir\’in yaşadığı İzmir Doğal Yaşam Parkı var ya…

Oraya kalabalık bi aile gelir, kapıdaki görevliye \”6 tonluk kaplumbağayı görmeye geldik, nerede acaba?\” diye sorar. Görevli, kaplumbağaların yaşadığı tropik bölgeyi gösterir, ancak, \”6 tonluk kaplumbağa filan yok, bildiğin normal kaplumbağalar var\” der. \”Nası yok canım?\” deyip, kaplumbağaların bulunduğu bölgeye giderler, ki, hakikaten yok… Yetkiliyle görüşmek isterler! Doğal Yaşam Parkı\’nın biyologlarından biri gelir hemen, \”nasıl yardımcı olabilirim?\” der. \”6 tonluk kaplumbağayı görmeye geldik, bunlar bize ufacık kaplumbağaları gösteriyor\” diye şikâyet ederler. Biyolog afallar… \”Kardeşim, 6 tonluk kaplumbağa olur mu, fil bile 5 ton\” der. Neredeyse kavga çıkacak iyi mi… Biyolog bakar ki, \”niye saklıyorsunuz?\” diye itiraz ediyorlar, \”nerden duydunuz böyle bi şey olduğunu?\” diye sorar. \”Sen ne biçim yetkilisin, hiç gazete okumuyor musun?\” cevabını alır. Biyolog koşar ofisine, girer internete.

İnanmayan girsin internete…

\”Bingöl\’deki yol yapım çalışmaları sırasında, toprak altında yaşayan 6 ton ağırlığında kaplumbağa bulundu. Vinç yardımıyla kamyona yüklenen 6 tonluk kaplumbağa, önce Diyarbakır\’a, oradan İzmir\’e gönderildi.\”

Onlarca gazete, binlerce internet sitesinde yayınlanmış bu haber… Hem vallahi, hem billahi, videosu bile var! Kamyon yoldan geçiyor, kasasında dev kaplumbağa… E haberi okuyan ahali de, gelse gelse hayvanat bahçesine gelmiştir diye, Doğal Yaşam Parkı\’na koşuyor.

Aynı haberin, \”İran\’da bulundu\” versiyonu da var… Yüzlerce kez \”Hazar Denizi yakınlarındaki ormanlık alanda 4.5 tonluk kaplumbağa bulundu. Yaşadığı tespit edilen 4.5 tonluk kaplumbağa, TIR\’a yüklenerek Tahran\’a götürüldü\” yazılmış… Ve, aynı haberin \”Elazığ\’da bulundu\” versiyonu da var. Bu haberi abonelerine servis eden haber ajansı bile var. Hatta, \”Elazığ\’ın değerini niye İzmir\’e kaptırıyoruz\” diye kampanya başlatan bile var!

Haberlerin altındaki yorumlara bakıyorum… Gözüyle gördüğünü iddia eden mi ararsın, AKP\’li onca belediye varken, CHP\’li İzmir\’e götürülmesini kınayan mı, gırla.

(Yeni Asır\’da çalışırken… İşe yeni başlayan çömez arkadaşların masasına bir telefon numarası bırakır, üstüne de, \”Aslan bey aradı, çok önemliymiş\” veya \”Ceylan hanım aradı, mutlaka görüşmek istiyor\” diye not yazardık. Arkadaş notu görür görmez, telefona sarılır, Aslan beyi veya Ceylan hanımı arar, kısa bi sessizlikten sonra da, kimseye çaktırmadan kapatırdı telefonu… Çünkü, bıraktığımız numara, hayvanat bahçesinin telefonu olurdu!)

O günler geldi aklıma, aradım İzmir Doğal Yaşam Parkı\’nı… \”6 tonluk kaplumbağanın bakımıyla ilgilenen biyologla görüşebilir miyim?\” dedim. Santral görevlisi, belli ki dangozlara laf anlatmaktan bıkmış, \”yuh be birader\” demedi, \”ayrılmayın lütfen\” deyip, biyolog Serkan Eğrilmez\’e bağladı beni… \”Nedir bu komedi?\” dedim. Anlattı.

\”Gelen gelene… Başka şehirlerden telefon edenler bile oldu. Böyle bi şey olmadığını, olamayacağını anlatamıyoruz. Yalan habere inanıyorlar, bize inanmıyorlar. Başa çıkamayınca, haberin peşine düştük. Kaynağını, ilk kimin yazdığını tespit edemedik. Zaten, habere konu olan video Türkiye\’de bile çekilmemiş. İran\’da çekilmiş. Videodaki İran taksileri açıkça görülüyor. Muhtemelen, çocuk parkına götürülen kaplumbağa heykeli.\”

Ucube yani!

\”Gerçek\”leri yazdığı için Uluslararası Basın Enstitüsü tarafından Dünya Basın Kahramanı ilan edilen gazeteciler içeri tıkılıyor, ahali 6 tonluk kaplumbağanın peşinde… Allah sonumuzu hayretsin demekten başka laf bulamıyorum doğrusu.

Nedim Şener

\"\"Quartiere Inferno
Via Male

Türkçesi?
Cehennem Mahallesi
Kötülük Sokak

Apo\’nun Roma\’da kaldığı lüks villanın adresiydi bu…
Cuk oturmuştu yani!

Moskova\’dan Aeroflot uçağıyla Fiumicino havalimanına inmişti. Abdullah Sarıkurt adına TC pasaportu vardı. Konya\’nın Kulu İlçesi Çöpler Köyü nüfusuna kayıtlıydı Abdullah Sarıkurt, Almanya\’da işçiydi ve 8 sene önce Konya Emniyet Müdürlüğü\’ne başvurarak, Frankfurt Başkonsolosluğu\’ndan yenilediği pasaportunu kaybettiğini bildirmişti. Ancak, Apo bu sahte pasaportu kullanmadı, gerek duymadı. Ben Abdullah Öcalan\’ım dedi. Çünkü, İtalya Başbakanı D\’allema, bildiğin dallamaydı, tezgâh kurulmuştu. Güya gözaltına alındı. Hapishaneye götürülmesi gerekirken, hastaneye götürüldü. Sarılık teşhisi kondu. Teşhis sarılıktı ama, ortopedi servisinde yatıyordu ve doktorlar kalbinden rahatsız olduğunu açıklıyordu! Sadece 8 gün sonra, hastaneden çıktı, hapishane yerine, göller bölgesinde bulunan, Cehennem Mahallesi Kötülük Sokak\’taki villaya yerleşti. Ana caddeye çıkışı olmayan, kepenkli, bahçesinde palmiyesi bulunan, iki katlı, dışardan görülmeyen, zula bivillaydı. Sahibi Enrico Peli, pilottu, Alitalia\’da… Marino emlak ofisi aracı olmuştu. Apo\’nun Roma temsilcisi kordiplomatik plakalı araçla gelmişti, yanında İtalya İçişleri Bakanlığı\’nın yetkilileri vardı. Aylığı 2 bin 200 dolardan, senelik kira sözleşmesi yapıldı, tiko para bastırıldı. Villaya uzaktan bakmak bile yasaktı. İtalya iç istihbarat teşkilatı Digos tarafından korunuyordu, sokağa bariyer, çatıya keskin nişancılar yerleştirilmişti. Apo, genellikle öğleden sonraları bahçesinde yürüyüş yapıp, kaslarını esnettiği villasında basın toplantısı yaptı. Digos ajanları, gazetecilerin donunu bile aradı, kalemlerini bile kontroletti, teyp, fotoğraf makinesi sokulmadı. Giriş katındaki salon, çanak anten bağlantıları, uydu telefonları, telsiz, bilgisayar, faks ve mikrofonlarla haberleşme merkezini andırıyordu. Apo\’nun üstünde Calvin Klein gri kadife takım elbise, Ferragamo kravat, çivit mavisi Enrico Coveri gömlek, ayağında Alman işi sandalet, gri yün tenis çorabı, bileğinde Suriye hatırası altın kol saati vardı. Antik Roma dönemine ait kitaplar okuduğunu, Machiavelli\’ye hayran olduğunu söyledi.
Türkiye ayağa kalkmıştı…

İtalyan markaları boykot ediliyor, ahali makarnaya PKK\’lı muamelesi yapıyor, spagetti bile yemiyordu. Ahaliye İtalyan görünmek için markalarını ellona mellona diye koyanlar ise, yandım Allah diyor, gazetelere sayfa sayfa \”ekmek çarpsın biz Türk\’üz\” ilanları veriyordu.

Sonra?
Buhar oldu Apo… Türkiye Başbakanı Ecevit, bugün de gene İsrail Başbakanı olan Netanyahu\’dan yardım istedi, Mossad devreye girdi, Amsterdam Schipol havalimanından Kenya\’ya uçtuğu, Yunan Büyükelçiliği\’ne yerleştiği saptandı. Özel uçakla Kuzey Irak\’a gidiyorum zannederken, paketlendi, memlekete hoş geldin oldu.

Sonra?
İtalya apar topar Ankara Büyükelçisi\’ni değiştirdi, eşi Türk olan büyükelçi gönderdi, İstanbul ve İzmir konsolosları değiştirildi, piar ekipleri kuruldu, partiler verildi, yedirip içirdiler bizim yalaka basını, kafaladılar. Tesadüfe bakın ki, beş sene önce sıra takımı Torino\’da bile başarılı olamayan Hakan Şükür\’ü İnter\’e, Fatih Terim\’i önce Fiorentina\’ya, hemen ardından Milan\’a transfer ettiler.
Sempati patlaması oldu,
Spagetti bile yemeyen ahali, aniden İtalyano oldu!

Sonra?
Bu arkadaşlar geldi.
Açılım yapıldı.
İtalya cankuşumuz
Yunanistan dostumuz
Suriye kardeşimiz oldu.
Terörle mücadele edenlerin alayı hapse tıkıldı, şeref madalyalı subaylar kafasına sıktı, PKK kırmızı halıda halay çekti.

Ve şimdi…
Apo villaya çıkıyor.

Soner Silivri\’ye, Mustafa\’yla Tuncay hücreye konuyor…
Nedim\’in evi basılıyor.

Türkiye\’nin en dürüst, en yurtsever gazetecilerinden biridir Nedim… Rayında yaşar. Eviyle işi arasında gidip gelen tren rayı… Onur duyulan arkadaş, kusursuz eş, mükemmel babadır.

Apo\’yu koruyan İtalyan gizli servisi vardı hiç olmazsa… Nedim\’in evini bizim kendi polislerimiz basıyor… İleri demokrasi dedikleri bu oluyor.

Ben Apo\’nun yerinde olsam…
Palmiyeli isterim.