Ekonomide Neler Olacak?

Olacakları bilen bakanlarınız var, eminim Mehmet Şimşek kamuoyuna söyleyemediği bazı şeyleri RTE\’ye söylemiştir fakat şu an dünyada var olan resmi önlerine tam olarak koyabildiklerini zannetmiyorum demiş Yaşar ERDİNÇ…

Malezya eski başbakanı Mahatthir Muhammed\’in Amerikan Araştırmalar Merkezi\’nde yaptığı konuşma herşeyi söylüyor:

Bütçe Açığı Olmayan, İhracat ve İthalatta Dünya 17\’ncisi ve Kriz Öncesinde %8.5 Büyümüş Olan Malezya\’nın Hazin Hikayesi

– Sayın Başbakan, 1997 yılında önemli bir krize maruz kaldınız ve halkınız çok büyük sıkıntılar çekti. Bu kriz öncesinde ekonomik verileriniz çok mu kötüydü? Gerçi birçok Asya ülkesi önemli bir kriz yaşadı ama, kimileri az kimileri de çok etkilendi. Siz çok fazla etkilendiniz. Kriz öncesi ekonomik durumunuzu tarif edebilir misiniz?

– Ringgit dolara karşı çok uzun bir süre 2.50 etrafındaki dar bir bantta dalgalanıyordu ve sağlıksız bir yapı sergilemiyordu. Ayrıca birçok kişi de paramızın değerinin altında olduğunu hatta değerlenmesi gerektiğini düşünüyordu. Yani değer kaybetmek yerine değerlenmesini beklerdik. Ayrıca kurların mutlaka istikrarlı olmasını istiyorduk ve Merkez Bankamız dalgalanmalara izin vermiyordu. Çünkü dalgalanma birçok sektör için istikrarı bozucu bir etkendi.

1997 krizinden önceki yılda, yani 1996 sonu itibariyle reel gayrisafi yurt içi hasılamız (GSYİH) yüzde 8.5 oranında artmıştı. Toplam dış ticaretimizde ise 158 milyar dolara ulaşmıştı ki; biz 18\’nci en büyük ihracatçı ve 17\’nci en büyük ithalatçı ülke konumundaydık. Bütçemiz fazla veriyordu. Dış borçlarımız, Gayrisafi Milli hasılamızın (GSMH) sadece yüzde 40\’ı kadardı. Cari açığımız GSMH\’nın yüzde 10\’undan yüzde 5\’ine kadar gerilemiş ve yıllık enflasyon oranımız tarihin en düşük seviyeleri olan yüzde 2.1 seviyesine düşmüştü.

Bankacılık sistemimize bakıldığında, güçlü bir sermaye yapısına sahip olduğunu ve yüksek kalitede bir varlık yapısı olduğunu görebilirsiniz. Geri dönmeyen kredilerin toplam kredilere oranı yüzde 3.6 gibi çok düşük bir seviyedeydi. Basel\’in 25 önemli prensibi aynen uygulanıyordu.

Malezyada\’ki tasarruf oranı ise GSYİH\’nın yüzde 38\’iydi ki; bu oran dünyanın en yüksek oranlarından biriydi ve toplam yatırımların yüzde 95\’ini karşılayacak güçteydi. Temmuz 1997\’de Malezya para birimi Ringgit, spekülatif bir atakla karşılaştığı sırada, kimse ne olduğunu anlayabilmiş değildi. Bu muhteşem koşullar altında hükümet hiçbir zaman Ringgit\’in değerini belirlemeyi düşünmedi ve piyasa güçlerine bıraktı. Politik istikrar, işletmelere ve yatırımcılara yakın olan bir hükümetin varlığı söz konusuydu. Dolayısıyla piyasanın Ringgit\’in değerindeki istikrarı bozacağını hiç düşünmedik.

– Yabancı yatırımcılarla ilişkileriniz nasıldı? Özelleştirmeler ile siz de kamu kuruluşlarını yabancılara sattınız mı?

– Diğer ülkelerden farklı olarak, yaptığımız özelleştirmelerde, kamu varlıklarının çok büyük bir kısmını Malezyalılara sattık. Yani yabancılara bunları satıp döviz rezervlerimizi artırmayı ve dış borçlarımızı ödemeyi düşünmedik. Özelleştirmelerde yabancılara çok küçük oranlarda pay verdik. Bu kamu varlıkları çok karlı olduğu için yabancılar aslan payını alamadılar ve çok rahatsız oldular. Malezya\’da da elbette ki diğer ülkelerde olduğu gibi gözümüzden kaçan kayırmacılık ve bir miktar bozulma olabilir, fakat bunun çok büyük boyutlu ve yatırımları bozucu derecede olduğunu olduğunu kimse söyleyemez. Zaten Malezya ekonomisinin o sırada kaydettiği büyüme rakamları da bunu gösteriyor. Malezya\’ya yapılan yabancı direkt yatırımlar dünyada en üst sıralardaydı. Yabancı direkt yatırımların neredeyse tümü yabancılarındı. Vergi istisnaları vardı ve bu belgeleri bir hafta gibi kısa bir sürede alabiliyorlardı.

– Peki IMF gibi kuruluşlar Malezya\’yı nasıl görüyorlardı?

– Malezyanın ekonomi ve maliye yönetimi, IMF tarafından 1997\’nin ikinci yarısında alkışlanıyordu. Çok büyük alt yapı ve yapısal yatırımlara gitmemize rağmen borcumuz artmıyordu. Çünkü bütün kaynak içeriden bulunuyordu. Bu yüzden de üzerimizde bu yatırımları durdurma baskısı yoktu. İlginçtir yabancı bankalar sürekli olarak kapımızı aşındırıyor ve ödünç para vermek istiyorlardı. Yani kriz öncesinde yüksek bir kredibiliteye sahiptik.

– Hükümet olarak dış borç kullanmadığınızı söylüyorsunuz, peki özel sektörün durumu neydi, onlar dışarıdan borçlanıyorlar mıydı?

– Hayır! aksine onlar daha dikkatli davranıyorlardı. Çünkü içeride faizler çok düşüktü ve kaynaklarını iç piyasalardan sağlıyorlardı. Hatta içerideki paranın maliyeti o kadar düşüktü ki, yabancı direkt yatırım olarak gelen yabancı işletmeler sermaye ihtiyaçlarını iç piyasadan karşılıyorlardı.

– Rezervleriniz ne alemdeydi? Herhangi bir atak durumunda yeterli döviz rezervinizi bulunuyor muydu?

– Döviz rezervlerimiz en az 4 aylık ithalatın tümünü karşılayabilecek düzeydeydi ve sürekli olarak bu rezervleri kontrol ediyor, yüksek rezerv bulunduruyorduk. Malezya kesinlikle krize aday bir ülke değildi ve olamazdı. Haziran 1997\’de Tayland parası Baht atak altında kaldığı anda bizim hiçbir korkumuz yoktu.

Tayland\’da vatandaşlar çok yüksek oranda kısa vadeli borç alarak uzun vadeli yatırımlarını finanse ediyorlardı. (Yaşar Erdinç\’in notu: bizim firmalarımız da aynı şeyi yapıyor) Bu stratejinin sebebi ise, Baht üzerindeki faiz oranının, dolar faizlerinden daha yüksek olmasıydı. (Yaşar Erdinçin notu: Türkiye\’nin faizi de dolar faizinin yaklaşık 9 katı) Dolayısıyla bir para kaçışından korkmuyorlardı. Ama para kaçışı başladığında, bunu durdurmak için çaba harcadılar fakat daha sonra Baht\’ı sürekli olarak devalüe etmek zorunda kaldılar. Hatta biz o sırada bırakın aynı krize maruz kalacağımızı düşünmeyi, Tayland\’a 1 milyar dolar kredi açtık.

– Kriz size nasıl geldi? Madem bu kadar güçlü bir ekonominiz vardı niçin Ringgit\’e de atak oldu?

– Tayland krizi başladıktan bir ay sonra Temmuz 1997\’de, ekonomistler inanılmaz bir şekilde krizin bulaşıcı etkisinden bahsetmeye başladılar. Bize dediler ki; eğer Baht\’ın değeri düşerse, Ringgit\’in de değeri düşecektir.

– Neden?

– Çünkü eğer Baht düşerse, Tayland\’da üretim maliyetleri düşecek ve Tayland malları Malezya mallarından daha ucuz olacak. Bu nedenle, rekabet gücü azalacak olan Malezya\’da da Ringgit değer kaybedecek. Dolayısıyla Ringggit devalüe edilmeliydi. Tabi ki döviz spekülatörleri devalüasyona oynayama başladılar ve Ringgit\’te satışa geçerek devalüasyonu uyardılar. Ringgit hızla değer kaybetmeye başladı ve diğer Asya paraları da hep bu döviz spekülatörlerinin atakları nedeniyle dolara karşı sert düşüşler yaptılar. Aslında döviz spekülatörleri Ringgit\’in düşeceğinden korktukları için bizim paramızı satmadılar, fırsattan istifade, daha çok daha fazla para kazanma hırsı nedeniyle, döviz manipülatörleri Malezya\’daki güçlü ekonomik yapıyı görmezden gelerek, Ringgit\’te satışa geçtiler.

Bunlar olurken, kısa vadeci olan hisse yatırımcıları borsada satışa geçtiler ve hisse fiyatları çakıldı. Böylelikle şirketlerin piyasa değerleri hızla eridi. Aslında Ringgit\’teki düşüş başladığında müdahale ettik, fakat baktık ki müdahalenin devamı döviz rezervlerimizi eritecek ve ekonomide çok daha büyük hasarlara yol açacak, bundan çok kısa sürede vazgeçtik.

– Bunlar olurken siz neler hissettiniz?

– Sadece ben değil, bütün ülkem tabiri caizse kendini çaresizlik içinde hissetti. Halkım, Ringgit\’e saldırının döviz manipülatörlerinin bir oyunu olduğunu biliyorlardı. Tabi ki beklendiği şekilde, Malezya yönetimi döviz manipülatörlerine sert açıklamalarda bulundular. Onlar da geri kalmadı ve hemen akabinde bizim kötü yönetim yaptığımız konusunda suçlamalarda bulundular ve bu krizin kötü yönetimi iyi yönetimle değiştireceğini iddia ettiler. Ne zaman Malezyalılar ve bizim tarafımızdan bu spekülatörler eleştirilse, Ringgit daha fazla değer kaybediyordu. Hatta bunun üzerine diğer Asya ülkelerinin liderleri bize ağzımızı kapamamızı söylediler. Asya\’nın kaplanları olan ülkelerin bu liderleri daha da ileri giderek bizlerle ilişkilerini kestiler. Fakat bunun hiç faydası olmadı ve paralarının değeri düşmeye devam etti. Asya Kaplanları döviz manipülatörlerinin eline düşmüştü. Eğer kendilerini IMF\’nin ellerine teslim etmezlerse ekonomilerinin çok daha büyük uçurumlardan düşeceği anlatıldı bu ülkelere. 21. yüzyıl hiç şüphe yok ki Asya yüzyılı olmayacaktı. Bu yüzden birçoğu IMF\’yi çağırdı.

– Siz ne yaptınız? IMF size de teklifte bulundu mu?

– Evet bize de teklifte bulundular. Biz IMF\’nin finansal yardım yapmasının tehlikelerini gördük ve ekonomimizin yönetimi IMF\’nin ellerine teslim etmek istemedik. Çünkü IMF\’nin farklı ülkelerin farklı problemlere sahip olduğunu anlamadığını gördük. Dolayısıyla aynı reçeteden bütün ülkeler aynı şekilde fayda göremezdi. Biz sadece büyümeyi artırmaya odaklanmadık. Büyüme ve eşit dağıtım bizim için daha önemliydi. Refah, Malezya\’nın vatandaşları arasında eşit dağılmalıydı. Eğer refahın dağıtımında adaleti sağlamazsanız, Malezya\’nın sosyo-ekonomik yapısı nedeniyle çok sorunlar yaşarsınız. Dolayısıyla kendi çözümlerimizi üretmek zorundaydık ve bunu yaptık.

– Neler yaptınız?

– \”Ulusal Ekonomik İyileşme Planı\” hazırladık ve \”Ekonomik Aksiyon Merkezi\” adından bir yapı oluşturduk. Muhalefet liderleri de \”Ekonomik Aksiyon Merkezi\” ne davet edildiler ve düzenli bir şekilde bu krizden çıkış konusunda tartışmalar yapıldı. Bu arada paramız değer kaybetmeye devam etti, açığa satış izni kaldırılmasına rağmen borsaya sürekli satışlar geldi, kredilerin geri dönmesinde çok büyük zorluklar çıkmaya başladı. Yabancı basın tüm bu olanları keyifle anlatırken, eninde sonunda IMF\’den yardım istemek zorunda kalacağımızı söylediler.

Hükümet olarak sabrımız tükeniyordu ve o dönemin IMF başkanı olan Michael Camdessus\’u arayarak bu krizin durdurulması için gelişmiş ve gelişmekte olan ülke maliye bakanlarının katılacağı bir toplantı düzenlemesini istedim. Kendisi Nisan 19998\’de bunu yapabileceğini söyledi fakat sonra haber alamadık ve toplantı falan yapılmadı.

Bu aşamadan sonra kendi programımızı uygulamak zorundaydık. Maliye bakanımız ilk aşamada, sanal bir IMF programı uygulamaya başladı.

– Nasıl oluyor? Sanal IMF programı ne demek?

– IMF ile anlaşma yapmamıştık ama kendi isteğimizle IMF reçetelerini uygulamaya koyarsak paranın değerinin düşüşünü durdurabileceğimizi düşündük. Ringgit 2.50 seviyelerinden 4.88 seviyesine kadar çıkmıştı.

– Neler yaptınız ve bu politika nasıl sonuç verdi?

– Kötü olan durum daha da kötüleşti. Merkez Bankası tarafından kredi sıkılaştırma politikasına gidildi. Faiz oranları tek rakamlı seviyelerden yüzde 12 seviyesine hızla arttı. İhracat gelirini garantilemiş ve ellerinde çok verimli projeler olan firmalar bile finansman bulmakta güçlük çekmeye başladılar. Merkez Bankası daha da ileri giderek, geri dönemeyen kredilerin vadesini 6 aydan 3 aya düşürdü ve bankalarla işletmeler karşı karşıya geldi. Ayrıca bankaların ayırdıkları kredi karşılıklarının oranı yüzde 1\’den yüzde 1.5 seviyesine yükseltildi. Tüketim harcamalarını kısmak üzere başka tedbirler de alındı. İnşaat işleri maliye bakanlığı tarafından sınırlandı. Bankaların yeni ev inşaatlarına kredi açması yasaklandı. Hatta bankalar, devam etmekte olan ve yeni başlayan inşaatlara verilen kredileri ciddi incelemeye almaları ve kredi miktarını azaltmaları konusunda Merkez Bankası tarafından uyarıldı.

Merkez Bankası daha da ileri giderek karşılık oranlarını artırınca kardaki bankalar bile zarar üretmeye başladılar.

Maliye bakanına, Merkez Bankasının ekonomiyi çok hızlı bir şekilde daralttığı ve hükümetin en zorunlu harcamaları yapmak için bile yeterli gelir elde edemeyeceği konusunda uyarılar yapılsa da Maliye bakanı Bu \”sanal IMF\” politikasının ülkeyi kurtaracağını söylüyordu.

Fakat ben aynı görüşü taşımıyordum. Ülkenin Başbakanı olarak, Maliye Bakanı tarafından gerekli aksiyonun alınarak Merkez bankası\’nın bankaları ve banka müşterilerini rahatlatacak önlemler almasını öneriyordum. Fakat Merkez Bankası daha da ileri giderek, para bulmayı daha zor hale getirdi. Bu arada Mali disiplin adına Maliye Bakanı harcamaları yüzde 21 oranında azalttı ki; bu durum gelişmeyi ve büyümeyi neredeyse durdurdu. Yatırım harcamalarında frene basıldı. Bu durum birçok şirket için iflas anlamına geliyordu. Bütün maaş artışları durduruldu. Yurt dışına çıkışlara sınırlamalar getirildi ve hatta bakanların bile yurt dışı gezileri sınırlama altına alındı.

– Bu durumda tüketim ve sizin vergi gelirleriniz düşmedi mi?

– Tabi ki düştü. Hem de çok şiddetli biçimde düştü. Şeker ithalatı bile sınırlandı. İthalatçılar ve perakendeciler çok acılar çektiler. Kan akışı durmuştu ve artık kimse para harcamıyordu.
Sonuç olarak Maliye Bakanı ve Merkez Bankası bir IMF reçetesi uygulamışlar ve sonuç hüsran olmuştu, Malezya ekonomisi derin bir reel krizin içine sürüklenmişti. Yabancı medya her gün \”IMF ha geldi ha gelecek\” diye yayınlar yapıyordu. Herkes Malezya\’nın ekonomisini kayıtsız şartsız yabancılara açacağı tahminini yapıyordu. Bu tür bir durumda yabancı sermayedarlar ve hedge fonlara yatırım yapmış olanlar için Malezya varlıklarını bedavaya ele geçirme imkanı doğacaktı.

– Bu aşamadan sonra neler yaptınız? Herşey kötüye giderken doğru kararlar almak çok zor bir iştir.

– Gerçekten de zor bir iş oldu. 1994 yılına kadar Merkez Bankası\’nın başında bulunmuş olan kişiyi çağırdım. Çok tecrübeliydi ve 1987-1994 yılları arasında Malezya Merkez Bankası\’nın bütün döviz alım-satım işlemlerini yürütmüştü. Bir seri toplantılar yaptık. O zaman, karmaşık olan bu döviz piyasasının temel işleyiş mantığını çok daha net bir şekilde anladık. Malezya\’yı döviz spekülatörlerinden korumak ve IMF\’nin ellerine teslim etmemek için bunları bilmek zorundaydık. Karşımıza çok ilginç bir resim çıktı. Maliye Bakanının, hükümetin önüne getirdiği rakamlar ve özellikle Ringgit\’in nakit olarak Singapura kaçışına ilişkin devasa veriler yönetimi tamamıyla yanlış yönlendiriyordu. Ortaya çıkan bir gerçek vardı ve maliye Bakanımız offshore Ringgit\’in ne demek olduğunu bilmiyordu.

– Ne diyorsunuz? Bir maliye bakanı para hareketlerine ilişkin önemli bir detayı bilmiyor!

– Evet bilmiyordu ve Rinngit\’in fiziki ve nakit olarak Singapur\’a gittiğini düşünüyordu. Merkez Bankası da Maliye Bakanı\’nı bu konuda bilgilendirmemişti. Aslında içerideki ringgit ile offshore\’daki ringgit arasındaki fark ringgit\’in fiziki olarak dışarı çıkması veya dışarıda olması demek değildi. Zaten ringgit\’in çok küçük bir miktarı dışında, tamamı fiziki olarak Malezya\’nın içindeydi. Malezya\’da yerleşik olmayan biri tarafından bir başka yerleşik olmayana ringgit satıldığı zaman, sadece Malezya bankası veya yabancı bir bankadaki hesap el değiştiriyor ve fiziki olarak ringgit dışarı çıkmıyordu. Aynı şekilde bir döviz alıcı veya satıcısı ringgit\’i borç aldığında aynı şey oluyordu. Borç veren genellikle yabancı bir banka oluyordu ve borç verdiğinde sadece bu para hesaplar arasında yer değiştiriyordu. Böylelikle döviz spekülatörü ringgit\’i açığa satıyordu. Bu satışlar sırasında bire yirmi (1/20) kaldıraç kullandıkları için, hedge fonlar ellerindeki miktarın 20 katı kadarını açığa satabiliyorlardı. Ama karşılarında buna karşı savaşmak zorunda olan Merkez Bankası sadece nakit pozisyonunu kullanmak zorunda kalıyordu. Spekülatörler genelde hep birlikte hareket ediyorlar ve karlarını maksimize etmek için ringgit\’i değerlendiriyor veya değerini düşürüyorlardı. Yani ringgiti veya başka bir parayı mal ve hizmet alım-satım amacıyla kullanmıyorlardı. Tek amaçları karlarını maksimize etmekti ve parayı, alıp sattıkları ve kar ettikleri bir mal gibi görüyorlardı.

– Döviz spekülasyonunun ayrıntılarına indikten ve detaylı bir şekilde bu mekanizmayı öğrendikten sonra ne yaptınız?

– Tabi ki döviz spekülatörlerinin bu aksiyonunun önüne geçmek gerekiyordu. Fakat IMF\’den borç almak bir seçenek değildi. IMF\’den gelecek parayı da nasıl olsa spekülatörlere kaptıracaktık. Çünkü Merkez Bankası yine nakit işlem yapacak ama bu hedge fonlar denilen beyefendiler 1\’e 20 kaldıraç kullanarak ringgit\’in değeriyle istedikleri gibi oynayacaktı. Bununla da kalmayacaktık ve IMF\’den aldığımız paraları geri ödemek zorunda kalacaktık. IMF emirler gönderecek ve finansal bağımsızlığımızı kaybederek IMF\’nin boyunduruğuna girecektik..

– İlk hamleniz ne oldu?

– Gözü doymamış döviz spekülatörlerine, ringitti\’i satıp para kazanmanın ve tek yönlü oynamanın karlı bir iş olmayacağını göstermeliydik. Ringgit satanlara karşı satabileceğimiz dolar kaynağı olduğunu göstermeli veya bu tür bir kaynak bulmalıydık. Fakat merkez bankasındaki rezervleri kullanamazdık çünkü, kullanılmayacağına dair karar almıştık ve zaten kullanmaya kalksak hedge fonlara kaptırmış olacaktık. Şansımız vardı ki, Malezya\’nın çok sayıda ihracatçı firması vardı ve bu firmalar doğal bir dolar satıcısıydılar. Yapılacak olan önemli bir iş bu ihracatçıların dolar satışlarını organize ederek , ringgiti açığa satanların bundan zarar edebileceklerini korkusunu uyandırmaktı. Korku başladığı anda sattıkları ringgitleri geri alacaklardı. Zaten onlar alıma geçtiği anda ringgit yeniden değerlenmeye başlayacaktı. Bu stratejiyi devreye soktuğumuzda başlangıçta çok iyi çalıştı. Önce ringgit satışları durdu ve daha sonra ringgit değer kazanmaya başladı. Böylelikle ringgitin dolar karşısındaki değeri 4.50\’lerden 3.00 seviyelerine kadar düştü. Öyle bir durum oluştu ki ringgit eski kararlı seviyesi olan 2.50\’ye doğru düşüyordu. Bu aşamada hedge fonlar ne olup bittiğini anladılar ve büyük bir intikam duygusuyla yeniden ringgit satışına geçtiler. Malezya\’nın ihracat şirketlerinin bu çapta bir atağa karşı ringgiti destekleyecek güçleri yoktu. Çünkü multi milyar dolarlık hedge fonlar ve bunlara 1\’e 20 kredi açan yabancı bankalarla savaşmak mümkün değildi. Soros\’un Quanttum fonu ve LTCM (Long terme credit management fonu)\’nun 10 milyar dolarlık kaynağı olduğu ve bunun 20 katı krediyi kullanabilecekleri düşünüldüğünde, adeta sınırsız kaynakları vardı. Dolayısıyla bizim şirketler ringgiti savunmayı bıraktılar.

– Bu strateji çalışmayınca ne yaptınız?

– Farklı bir şey yapılmalıydı. Hükümet olarak ringgiti yene karşı sabitlemeyi düşündük. Fakat ringgit döviz spekülatörlerinin manipülasyonuna açık olduğu sürece bu sabitleme çalışmayacaktı. Kalan tek seçenek \”seçici döviz kuru kontrolü\” idi.

– Ne anlama geliyor bu \”seçici döviz kuru kontrolü\”?

– Bu uygulamadaki en önemli element ringgit\’in döviz spekülatörlerinin eline geçmesini önlemekti. Az önce anlattığım üzere ringgit ülkeden çıkıp gitmiyordu. Çünkü diğer ülkelerde geçerli bir para değildi. Dolayısıyla döviz spekülatörlerinin ringgit üzerindeki ellerini, Merkez Bankası\’nın kontrolündeki Malezya bankaları yoluyla kırarsak başarılı olacağımızı gördük. Bu yüzden Malezya bankaları ve Malezya\’da şubeleri bulunan yabancı bankaların ringgti\’i bir hesaptan diğer hesaba aktarmalarını yasakladık. Bunun anlamı offshore işlemlerinin mümkün olmamasıydı. Ringgit satışı anormal biçimde durdu. Döviz spekülatörlerinin son anda ringgit alışları da oldu. Çünkü ringgitin değer kazanacağını düşündüler. Bunun üzerine ringgit bir miktar değerlendi. Bu arada diğer Asya ülkelerinin paraları da değerlendi. Çünkü spekülatörler diğer ülkelerin de aynı şeyi yapacağından korktular. Ama onlar yapamazdı, çünkü IMF\’nin güdümündeydiler ve IMF buna izin vermezdi.

– Bu stratejiye karşı çıkan olmadı mı? Ulusal ekonomik aksiyon kurulunda bu konu enine boyuna tartışıldı mı?

– Ringgit, dolar karşısında 3.80 seviyesindeyken, hükümet ringgit\’i bu seviyede sabitlediğini açıkladı. Tabi ki bu aşamaya kolayca gelmedik. Kurul toplantısında özellikle maliye bakanı ve Merkez bankası başkanı buna şiddetle karşı çıktılar. Ülkeye bir daha döviz gelmeyeceğini söylediler. Halbuki ithalat yapmak zorundaydık ve yabancı paraya ihtiyacımız vardı. Ben Çin\’i örnek gösterdim fakat Merkez Bankası başkanımız, zaten Çin\’in hiçbir zaman parasını serbest bırakmadığını söyledi. Ama sonunda bu kararı başarıyla uyguladık ve korkulanlar olmadı.

– Sayın Başbakan, isterseniz borsa ile başlayalım. Kriz sırasında borsada neler oldu? Şirketlerinizin değerleri de çok büyük düşüşler yaptı mı?

– Hem de nasıl!.. Borsa endeksimiz kriz başladığı sırada 1000 seviyelerindeydi. Kriz derinleştikçe 250-300 seviyelerine kadar düştü. Sürekli satış yapılıyordu. Bu nedenle açığa satışı sınırladık. Fakat şirketlerin değerindeki düşüşü durduramıyorduk.

– Kuala Lumpur borsasında şirketlerin değeri ne kadardı?

– 1 Dolar=2.50 ringgit iken şirketlerimiz 320 milyar dolarlık piyasa değerine sahipti ve kriz derinleştikçe piyasa değeri yaklaşık 80-90 milyar dolar seviyelerine geriledi. Az önce de söylediğim üzere açığa satışı yasaklamıştık fakat başka yerlerden sızıntı vardı. Yabancılar hala hisseleri açığa satıyorlardı.

– Nasıl yani, illegal bir iş mi yapıyorlardı?

– Hayır illegal değildi. Açığa satış işlemini Singapur borsasında yapıyorlardı ve Singapur borsasına kayıtlı hisselerimiz değer kaybettikçe içerideki hisselere de satış geliyordu. Merkez Bankası\’na bu işlemlerin mekanizmasını araştırma görevi verdik. Araştırdıkça işin nasıl yapıldığını çok daha net gördük. Aslında burada ayrıntılarını anlatabilirim ama çok karmaşık bir sitem olduğu için fazla detayına girmeyeceğim. Sonuç olarak Singapur borsasında işlem gören hisselerimiz için aldığımız bir dizi tedbir sonrasında, yabancı yatırımcılar buradan da ellerini ayaklarını çekmek zorunda kalacaktılar. Aldığımız kararları uygulama zamanı gelmişti. Fakat çok büyük bir dirençle karşılaştık. Merkez Bankası başkanı ve yardımcısı, paranın dışarı kaçmasını önleyecek olan ve hisselerde açığa satışı durduracak olan kararları uygulamak istemedi. Bunun ülkeye çok büyük zarar vereceğini söyledi. Sonunda her ikisi de istifa etti. Bunun üzerine Merkez Bankası başkan yarımcılarından birini hemen başkan olarak atadık ve tedbirleri uygulamaya koyduk.

– Bu tedbirler çok net olarak nelerdi? Tam olarak ne zaman uygulamaya konuldu?

– 2 Eylül 1998\’de bu sert tedbirleri uygulamaya koyduk. Dünya şoktaydı. Bilinen en uzman ve en değerli ekonomistler bile Malezya\’nın tümüyle çökeceğini söylediler. Malezya gibi dünyayı etkileyemeyecek olan küçük bir ülkenin deliliği olarak adlandırdılar. Aslında öyle ahım şahım önlemler de değildi. Seçici kur kontrol önlemleri temel olarak üç maddeden oluşuyordu. Bunlar;

Offshore rinngit piyasası elimine edildi ve artık spekülatörler rinngit fonlarına girişi mümkün değildi. Malezya\’da yerleşik olmayan yabancıların dışarıdaki ringgit hesapları donduruldu. Bu kişi ve kurumların Malezya\’da yerleşik olmayan diğer kişi ve kurumlara ringgit satması veya ödünç vermesine izin verilmedi. Fakat bu kişilerin ellerindeki ringgit\’lerle Malezya içine yatırım yapabilecekleri belirtildi. Böyellikle Malezya\’da yerleşik olmayanlar açığa ringgit satamayınca döviz kurlarını da etkileyemediler. Döviz kurunu sadece hükümet belirleyebiliyordu.

Hükümet olarak Ringgit\’in dolar kurunu 3.80 seviyesinde belirledik ve bu kuru sabitledik. \”12 ay kuralı\”nı getirdik. Hiçbir fonun 12 ay dolmadan dışarı çıkmasına veya ülkesine dönmesine izin vermedik. Bunu yapmak zorundaydık. Çünkü aldığımız yukarıdaki önlemler nedeniyle çok büyük miktarda fon kaçabilir ve durum daha da kötüleşebilirdi. Ülkeye girecek fonlar da bu kurala uymak zorunda kalacaktı. Yani eğer ülkemize gelmişlerse 12 aydan önce çıkamayacaklardı. Fakat bu önlemlerden 6 ay sonra, bunu biraz yumuşattık ve yeni giren fonlara vergi koyduk ve sadece karların diğer ülkelere transfer edilebilmesine izin verdik.

– 12 Ay dolduktan sonra bu fonlar kaçmadılar mı?

– Çok ilginç bir şekilde süre dolduğunda hiç bir para çıkışı veya belirgin bir kaçış olmadı. Hatta yabancı yatırımcılar böyle bir kuralı uyguladığımız için memnun bile oldular. Çünkü bu süre içinde Malezya ekonomisi ciddi biçimde toparlanmış ve borsa yükseldiği için, onların da varlıkları değer kazanmıştı. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki; bu önlemlerin hepsi, Malezya ekonomisinin kontrolünü, spekülatör ve manipülatörlerden geri almak ve Malezya\’nın kaderini, Malezya\’lıların belirlemesini sağlamak içindi. Önlemler o kadar dikkatle alındı ki; globalizasyonun negatif etkilerini bertaraf edip, pozitif etkilerini öne çıkararak optimizasyon yaptık.

– Niçin Ringgit\’i dolara karşı 3.80 seviyesinde sabitlediniz de, kriz öncesindeki gibi 2.50 seviyesinde sabitlemediniz?

– Aslında Ringgit\’i 2.50 seviyesinde sabitleseydik, mu durum Malezyayı ve Malezya\’lıları zengin gösterebilirdi. Fakat bu durumda dış dünyaya karşı Malezya malları rekabet gücünü kaybedebilirdi. Biz Ringgit\’i 3.80 seviyesinde belirlediğimiz zaman Baht ve Pezo\’ya karşı paritemizin eski seviyesi olan 1.10 seviyesine yeniden gelmiştik. Yani rekabet gücümüz kriz öncesindeki dengesine geldi.

– Fakat bu durumda ithalat çok pahalanmadı mı?

– Evet doğru ithalat pahalandı fakat bu durum Malezya ekonomisi için tercih edilen bir durumdu. Böylelikle ithalat azalırken ihracatımız artacaktı ve çok daha yüksek bir dış ticaret fazlası verecektik. Gerçekten de aldığımız önlemlerden sonra dış ticaret fazlamız tarihimizde olmadığı kadar yüksek seviyelere çıktı.

– Bu önlemler sonrasında borsada neler oldu?

– Singapur\’daki açığa satış işlemlerini durdurduktan sonra, Kuala Lumpur borsasında hisseler hızla değer kazanmaya başladı ve endeks 262 seviyesinden 800 seviyelerine kadar yükseldi. Böylelikle şirketlerin piyasa değerleri hızla yükseldi. Tabi ki bu durum yatırımcıları çok mutlu etti. Ek teminat çağrıları (marjin call) geçmişte kaldı. Herkes elindeki varlıkları çok daha kolay likit hale getirebildi. Diğer taraftan 12 ay kuralı sayesinde yabancılar elllerindeki hisseleri satamamışlardı. Bu kural olmasaydı panikledikleri için bu hisseleri çok düşük fiyatlardan satıp zarar yazacaklar ve ellerine geçirebildikleri paraları ülkelerine göndereceklerdi. Hisselerin yüzde 30\’u yabancıların ellerindeydi. Bu hisseleri satıp paraları yurt dışına götürseler, rezervlerimiz tükenecek ve Malezya ekonomisinin çabucak toparlanmasının önüne geçecekti. Bu 12 ay kuralı hem Malezya hem de yabancılar için karşılıklı kazanç sağlayan bir kural oldu.

– Yabancı Direkt Yatırımlar bu kurallardan nasıl etkilendi?

– Yabancı direk yatırımlar bu önlemlerin dışında bırakıldı. Onlar karlarını veya sattıkları varlıkların paralarını yurt dışına transfer edebiliyorlardı. Ayrıca ülkeye getirdikleri her rinngit karşılığında bankalardan üç katı kredi kullanabiliyorlardı. Biz yabancı direk yatırımları ülkeye para getiriyorlar diye istemiyoruz. Bizim en çok önem verdiğimiz şey, yarattıkları istihdam potansiyeli ve teknoloji transferidir. Bir yabancı şirket Malezya\’da yatırım yapmak istediğinde 60:40 kuralı uygulanıyordu. Yani bir yatırım yaparken kredi alacakları zaman bu kredinin yüzde 60\’ını Malezya bankalarından, yüzde 40\’ını yabancı bankalardan alabiliyorlardı. Malezya\’da tasarruf oranları yüzde 38 gibi çok yüksek bir oranda olduğu için bu kural sayesinde Malezya bankaları ödünç verebilecek alıcı buluyorlar ve böylelikle iyi karlar elde edebiliyorlardı. İlginçtir, krizin en kötü zamanlarında bile yabancı direkt yatırımlar devam etti ve bu sırada yatırımlarını artırdılar.

– İhracat gelirlerini ne yapıyordunuz? Döviz rezervlerinin artışında bunun önemli bir yeri var mıydı?

– Çok güzel bir noktaya parmak bastınız. Bizim aldığımız önlemleri uygulama ve başarılı olma konusunda ihracatın çok büyük katkısı oldu. Bir ihracatçı ürününü sattıktan sonra eğer 6 vadeli çalışıyorsa, bu ihracat gelirini süre dolduğu anda Malezya bankalarına satmak zorundaydı. Malezya Bankaları ise ihracattan gelen döviz ile ithalat için sattıkları döviz arasındaki farkı günlük bazda Malezya Merkez Bankasına satmak durumundaydılar. İşte bu durum, Ringgit\’i 3.80 seviyesinde sabitleyince ihracat gelirlerinin hızla artmasına sebep oldu ve çok hızlı bir şekilde döviz rezervi birikti. Tabi ki bu durum elimizi çok güçlendirdi ve önlemleri çok rahatça uygulayabildik.

– Bu aşamadan sonra ekonomiyi nasıl canlandırdınız? Bu önlemlerin sonuçları neler oldu?

– Ekonomiye para enjekte ettik. Kriz sırasında nakit akışı bozulan firmalar durumlarını bildirdikleri anda hemen aksiyon alındı. Örneğin, perakende satışlar çok düşmüştü. Hükümet olarak kamuda çalışanlara 600 ringgit avans verdik. Bunu ayda 100 ringgit olarak ödedik. Günlük harcamalar için verilen bu avanslar sayesinde nakit sıkıntısına düşmüş olan perakendecilerin alım gücü arttı ve nakit akışları düzeldi. Ekonomi hızla düzlüğe çıkarken borsa yüzde 300\’ün üzerinde artış yaptı. İnşaat sektörü yeniden canlandı. Araç satışları kriz öncesi seviyelere döndü. Krize girmeden önce GSYİH (Gayri safi yurt içi hasıla) yüzde 7.5 büyümüştü. 1998\’de yüzde 7.2 küçülme oldu. Fakat önlemlerimiz sonrasında 1999 yılında yeniden yüzde 5.6 büyüme kaydettik. Kriz sonrası 1.5 yılda başladığımız seviyeye geri dönmeyi başardık. Başta Malezya\’yı suçlayan IMF daha sonra bu tür önlemleri kendisi uygulamaya başladı. Geroge Soros bile başlangıçta Malezya\’yı suçlasa da, IMF\’ye teslim olmamamızı daha sonra övdü ve bu politikaları önerdi. Hatta daha da ileri giderek ilginç bir şekilde, döviz alış satışlarının düzenlemesi gerektiğini, piyasaların döviz kurlarının belirlenmesi konusunda mükemmel işlemediğini söyledi.

Fakat görüyorum ki, bütün hükümetler, rüşvet, bozulma, kayırmacılık ve şeffaf olmamakla suçlanırken, hala kimse döviz tacirlerini suçlamıyor. Çünkü dünyayı yöneten çok etkili insanlar bunlardan büyük paralar kazanıyorlar.

– Bu olaylar sonrasında çıkarılacak en önemli ders nedir?

– Hiçbir hükümet finansal piyasalardaki hareketlere seyirci kalıp \”olsun da görelim ve bir şeyler yaparız\” mantığı içinde olmamalı. Keşke Tayland\’da kriz başladığında \”nasıl olsa biz çok güçlüyüz, bütçe açığımız yok, mali disiplin her şeydir, döviz rezervlerimiz yeterlidir\” demeseydik de elimizin altında bir B planımız olsaydı. Bu durumda ülkeye olan maliyeti en aza indirebilir ve daha kriz bize gelmeden durdurabilirdik. Biz yaşayarak öğrendik ve damdan düştük. Bir ülke yöneticisinin yapabileceği en büyük hatalardan biri farklı görüşleri dinlemek yerine sadece yanı başındaki bakan ya da danışmanlara güvenmesidir. Çünkü danışmanlarınız size sadece duymak istediklerinizi söylerler. İşte bu yüzden Asya\’da kriz başladığında benim hiç umurumda değildi ve danışmanlarım sürekli olarak ekonomimizin çok sağlam olduğunu söylüyordu. Keşke bir danışmanım bana o sırada bizden dört yıl önce, 1994\’de kriz geçiren Meksika\’yı ayrıntılı olarak anlatmış olsaydı.

– Teşekkürler sayın Başbakan.

İşte böyle…

Bundan sonra ABD\’de olacakları size anlatayım: Aşağı yukarı bütün krizler aynıdır. ABD\’ye büyük bir reel kriz gelmek zorundadır. İnanmıyorsanız elimde bulunan 46 adet kriz hikayesini size göndereyim. Göreceksiniz… değişen bir şey yok… Hepsi aynı yolu izliyor…

ABD\’de sırada Hedge fonlar var. Bu fonlar açığa satış yaparak düşen piyasada da para kazanabiliyorlardı. Ama şimdi açığa satış yasaklandı ve bu fonlardan deli gibi para çekilişi yaşanıyor. Fakat bu fonlar ABD SPK\’sınca (SEC) denetlenmediği için, bu fonların nerelere yatırım yaptığına ve ne kadar fonun battığına dair bilgi yok. Ortaya çıkanlar ise, zaten Lehman gibi, AIG gibi devler yüzünden haberlerde ön sıralara giremiyor.

SONUÇ: Bundan sonra ABD\’de 700 milyar dolarlık paket dişlerinin kovuğuna gitmeyecek… Sonra ABD\’den reel sektör şirketlerinin battığı ve işsizliğin hızla yükseldiği haberini alacağız. Yani ABD ekonomisi depresyona girecek. 8.5 trilyon dolar tüketim yapan bu ekonomide şu an bankalar bırakın tüketiciye kredi vermeyi, kendi bankalarına bile kredi veremiyor. Tüketim en az 7.5 trilyon dolara kadar düşecek. Vay Almanya\’nın haline, ve dolayısıyla vay bizim halimize. FED\’in bilançosu ise patlamak üzere… Yangın söndürmeye gitmiş bir itfaiye arabası düşünün. İtfaiye arabasındaki su ha bitti ha da bitmek üzere… FED işte bu durumda. Bundan sonra dünyada faziler de artacak enflasyon da artacak. Fazla gitmez, gelecek yılın ilk yarısında Çin\’deki krizi konuşuyor olacağız. Kriz bize ne zaman gelir diye soracak olursanız, duymak istediğiniz şeyi söyleyeyim… Bizim ekonomimiz sağlam.. Bu krizi en hafif atlatacak ülke biziz…

Eğer yüzyıla adını yazdırıp böyle bir krizden Türkiye\’yi kurtaran isim olmak istiyorsa, RTE\’nin yapması gereken basit birşey var. Ekonomi brifingi verenlerden habersizce, üç tane yabancı ekonomist ile gizlice görüşsün (benim tercihim Amerikalı Paul Krugman ve Robert Mundell ve Martin Uribe olurdu). Sonra üç tane de kendi güvendiğiniz Türk ekonomist ile görüşün (benim tercihim Ege Cansen, Ercan Kumcu ve Hasan Ersel olurdu). Bu altı kişi zaten RTE\’yi hareket geçirmeye yetecektir. Kaybedeceğimiz hiçbirşey yok. Sadece bir öğleden sonranıza malolur. Üstelik Edebali\’nin öğütlerine çok değer veren bir kişi için bunu yapmak, O\’nu sadece yüceltir.

YATIRIMCILARA NOT: ABD\’de dün gece kredi krizi gittikçe derinleşti. Artık herkes aldığı parayı saklıyor. Devlet tahvili faizleri görülmemiş şekilde düştü. Artık Likidite tuzağına giren Bir ABD ekonomisi var. Dün Trichet de faiz indirmekten bahsetti. Tüm dünya likidite tuzağına giriyor. 700 milyar dolarlık paket geçse de artık çok geç. Artık hiçbir kağıt (hisse, türev ürün, özel şirket tahvilleri ve bonoları) beş para etmeyecek. Kağıt olan herşeyden uzak durulmalı. Hisselerden uzak durulmalı. Nakitte kalmak gerekiyor. TL\’nin yabancı paralara karşı değer kazanma süreci bitmiştir. Artık trend yukarıdır. Önümüzdeki 1 yıl için en iyi yatırım aracının nakit olduğunu söyleyebiliriz. Hiç faiz kazanmasanız bile, herşeyin fiyatı tepe taklak olacağı için, elinizdeki nakdin alım gücü patlayacak. Döviz ve Haftalık repo bence en iyi yatırım araçlarıdır. Önümüzdeki bir yılın en iyi yatırım aracının altın olduğunu düşünüyorum. Birikimler %30 dövizde, %15 altında ve %55 repo olmalı.

Beraber Yürüttük Biz Bu Yollarda

\"\"2002, Lehman Brothers:

\”Türk ekonomisi istikrarlı.\”
\”Türkiye iyi yolda.
\”

2003, Lehman Brothers:

\”Doğru adımlar atılıyor.\”
\”Türkiye övgüyü hak ediyor.
\”

2004, Lehman Brothers:

\”Performansınız etkileyici.\”
\”Türkiye\’nin enerjisi büyüleyici.
\”

2005, Lehman Brothers:

\”En hızlı gelişen ülke, Türkiye.\”
\”Reformlar çok başarılı.
\”

2006, Lehman Brothers:

\”Türk piyasası kaya gibi sağlam.\”
\”Türkiye dalgalanmaya dayanıklı.
\”

2007, Lehman Brothers:

\”Türkiye krizden etkilenmez.\”
\”Cari açık sorun göstergesi değil.
\”

2008, Lehman Brothers:

\”YTL güçlü kalacak.\”
\”Faizde düşüşler yaşanacak.\”
\”Türkiye\’de döviz kuru artmaz.\”
\”Türkiye büyümeye devam eder.\”
\”Türkiye\’de siyasi risk azaldı.\”
\”Yaz sonu ciddi rahatlama olur.
\”

Dün, Lehman Brothers:

\”Battık!\”

Bu, bozacıydı.
Sıra şıracıda…

Aydın Doğan ve RTE Kavgasının Nedenleriyle Sonuçları

Bugüne kadar Erdoğan hep basınla kavgalarından karlı çıktı. Ama bu kez pek şansı yok gibime geliyor. Çünkü kavgayı tüm demokratik değerlerden uzaklaşmış, diktatöryal biçimde yapıyor. Mağdur değil, zalim yönü ağır basıyor.

Aslında Doğan\’la dedikodu düzeyinde tartışmak son derecede yanlıştır. Sen Başbakansın. Ülkeyi yönetiyorsun. Tüm imkanlar elinde. 6 yıldan beri bu Aydın Doğan şirketlerinin yasadışı birşeyleri varsa hesabını sorman, yargı önüne çıkarman gerekirdi. RTE tarafından yaratılan bu kayıkçı kavgasının tek amacı Deniz Feneri ve diğer yolsuzluk olaylarını arka plana atmak, tartışılmasını konuşulup yazılmasını olabildiğince engellemektir. Ben artık böyle öfke dolu bir Başbakanı haklı dahi olsa bas bas bağırırken ve onu izleyen partililerinin avazı çıktığı kadar Doğan\’ı yuhlamalarını seyredemiyor, tahammül edemiyorum! Olmaz böyle… Bir ülke böyle yönetilmez.

Bakın ne diyorlar:

Daha bir kaç ay önce size burada birşeyle söylemiştim, eminim o zaman kimsenin dikkatini çekmedi ama şimdi çekecek…

Ne demiştik; 2008 de Türkiye\’ye gelen dış kaynaklı sermaye geçen seneye göre yarıya düşerken Türkiye\’den dışarı kaçan döviz (artan petrol-doğalgaz-kömür-madeni yağ fiyatları nedeniyle) iki katına çıkmıştır. Kısaca PARA BİTMİŞTİR. Para bittiği içinde AKP ile sivil-asker tüm kuruluşlar arasında kavga çıkacağını iddia etmiştik hatta ilk önce Akp-medya kavgası olacağını ardından AKP\’nin TÜSİAD ve sendikalar gibi sivil örgütlerlede arasının bozulacağını yazmıştık.

İşte tam tahmin ettiğimiz gibi oldu ve RTE abi kendisine çok iyi davrandığı halde doğan gurubuna savaş açtı. Neden? Çünkü PARA BİTTİ. Halbuki Doğan Gurubu bu güne kadar hiç kimseye olmadığı kadar AKP\’ye destek çıktı…

Siz genede merak etmeyin, Tayyip\’in gücü Doğan Gurubu\’na yetmemiştir. Yetseydi çenebazlar gibi bu kadar laf etmezdi. Zaten RTE nin böyle durmadan konuşarak sataşmasının sebebi Aydın DOĞAN\’a gücünün yetmemesidir. Bunun öfkesiyle konuşuyor. Aydın Abi de dikkat etsin, ne de olsa RTE tedarikli dolaşıyor, arka cebinde çakısı hazır.

Doğan Gurubu hisselerine gelince… Zaten Doğan kağıtları her zaman piyasa ortalamasından fazla ve hızlı düşerler-çıkarlar. Herhalde Sabah Gazetesi\’nin tahtasının kapanması ve Uzan Gurubu\’nun başına geleneler medya sektöründe bir risk pirimi doğurdu… Doğan hisselerinin ortalamalardan fazla düşmesi bu nedenle normal. Dediğim gibi AKP\’nin gücü Doğan\’a yetmiyor. Bunun siniriyle konuşup duruyorlar ama bu gerilim nedeniyle Doğan kağıtlarının zarar görmesi de kaçınılmaz.

Küresel sermaye hareketlerinin azalması, tüm dünyadaki beceriksiz iktidarların foyasını meydana döktü. Beceriksizliklerini gizleyenler borçlanma silahlarını da kaybedince ekonomideki kontrollerini de yitirdiklerini anladılar ve sağa sola saldırmaya başladılar. Bu ara dünyanın neresinde bir kavga görürseniz, sebebini biliyor olacaksınız: PARA BİTTİ.

Kavga daha bitmedi. Bugüne kadar edindiğimiz tecrübelerden her iki tarafın da tüm kozlarını ve bildiklerini; konuşmadıklarını söylemediklerini varsayabiliriz. Bu durumda olayın gidişatına ve dozuna göre bugünler için saklanan dosyaların ifşa edilmesi devam edecek gibi görünüyor. Yani tam bir taktik savaşı. Tabii olay sanki bugün duyuluyormuş gibi kamuoyuna açıklanacak bilgi belge ve dosyaları duymaya hazır olmalıyız: Tencere dibin kara, seninki benden kara, ötekininki öbürlerinden de kara…

Hem daha daha Albayraklar dosyası bile açılmadı. AKP\’li belediyeler ile Albayraklar\’ın ilişkileri ve aldıkları ihaleler tam anlamıyla deşifre edilince o zaman seyredin cümbüşü. Bütün çöp toplama ihaleleri adamlarda. Anlaşılan geride pek pislik bırakmak istemiyorlar. (bkz: Sopranos)

Petrol Yoksa Çıkartma Ruhsatı Neden Vermiyorsunuz?

Gazeteci Vedat YENERER\’in Yazısı:

Petrol yoksa çıkartma ruhsatı neden vermiyorsunuz?

Değerli okurlar, geçenlerde Türkiye-Suriye sınırında uydu verilerine göre petrol denizi olduğu iddiasını yazmıştım. Yazı sonrasında Silopi de madencilik yapan Beşir Yılmaz aradı. Yazacaklarımı lütfen iyi okuyun!…

Beşir Yılmaz telefonda. \’Vedat bey, gelin Silopi\’ de Cudi eteklerine sizi götüreyim de petrolü kendi gözünüzle görün!..\’ diyerek feryat ediyordu. \’Nasıl yani!..\’ diye sorduğumda anlatmaya başladı:

  • Biz aileden madenciyiz. Irak sınırında yaklaşık 300 km ya da bir başka deyişle yaklaşık 150 milyon ton asfaltit madeni buldum.. Bu madeni bir süre resmi olarak işlettikten sonra devlet 1978 yılında kamulaştırıyoruz diyerek el koydu. Rezervin de 50 milyon ton olduğu iddia edildi. Madem asfaltit rezervi az, neden el koyuyorsunuz. Dünyanın neresine giderseniz gidin asfaltit maddesi bulunan her yerin altında petrol vardır. Silopi\’nin altı da petrol deniz idir. Yaz aylarında etraftaki ocaklardan resmen petrol akar ve Hezil çayına karışır. Gelin görün! Sadece petrol değil, burada çok zengin uranyum ve nikel madeni de var
  • Nereden biliyorsunuz?
  • Türkiye\’deki analizlere güvenmediğim için madenin her tarafından örnekler alarak Almanya\’ya bizzat götürdüm ve analiz yaptırdım. Raporları gönderdim size (sonuçlar elimde Yatağan ve Tunç bilek\’e göre iki misli rakamlar var), dünyanın en önemli uranyum madenlerinden birisi buradadır ve aktif haldedir..

Beşir Yılmaz\’ın anlatacak o kadar çok şeyi var ki makineli tüfek gibi art arda sıralıyor. Ben de zaman zaman araya girip soru soruyorum.

  • Petrol olduğunu nereden biliyorsunuz?
  • Bu bölgede İngilizler 1967-87\’de petrol aramışlar. Açılan kuyulardan gökyüzüne doğru 100 metre kadar petrol fışkırmış. Ardından kapatmışlar ve betonlamışlar. Benim madenimin yanında da bu kuyudan var ve vanasını gelin birlikte açalım eğer beton ve cıva basıp tıkamadılarsa bakalım ne kadar petrol fışkıracak. Dönemin köylüleri arasında hâlâ yaşayan görgü tanıkları var ve petrolün 100 metre kadar fışkırdığını görenler var.

Beşir Yılmaz konuştukça pür dikkat dinlemeye devam ediyorum..

  • Vedat Bey, asfaltit maddesi olan her yerde petrol vardır. Eğer petrol yoksa bana neden petrol çıkartma ruhsatı vermiyorlar? Musul ve Kerkük\’ün rakımı 80-100 metre civarındadır. Cudi Dağı\’ndaki petrolümüz resmen Irak\’a doğru akıyor ve başta İngilizler ve ABD bunu biliyor..

Beşir Yılmaz bugünlerde Silopi\’ye bile zor gider hale gelmiş. Devlet kamulaştırılacak diye el koyduğu madeni şimdi Turgay Ciner\’in sahibi olduğu Park Holding\’e devretmiş. Durum böyle olunca, Yılmaz da dava üstüne dava açmış ve yürütmeyi durdurma kararı aldırmış. Eğer tekrar el konulursa AIHM\’ne başvuracakmış. Kısacası madeninin peşini bırakmıyor ama artık bölgedeki aşiret ağaları da onun peşini bırakmaz hale getirilmiş..Bütün dava tutanakları elimde okudukça dehşete kapılıyorum. Şimdi sıkı durun… Beşir Yılmaz Başbakan Tayyib Erdoğan\’ a bu durum üzerine başvurmuş ve dilekçe vermiş dilekçede aynen şöyle yazıyor..

\”Bürokrasi ve çeteler milletin hak ve hukukunu aramaktan bezdirmiştir. Televizyonda ve basındaki konuşmalarınızda \’hortumcu çetelerin ve bürokrasinin üstüne gidilecektir\’ diyorsunuz. Millet buna çok seviniyor. 25 yıldır gasp edilen madenimiz çete ve bürokratların, anayasa, kanunlar ve insan hakları hiçe sayılarak ihale yolu ile peşkeş çekiliyor. Allah\’a ve sizin yüksek adaletinize sığınıyorum.\”

Beşir Yılmaz devlet tarafından el konulan mallarını ve bunun karşılığında devletin verdiği parayı yazıya eklemiş..

  1. 35 km yol yaptım.
  2. 500 bin ton hazır çıkarılmış kömürüm var.
  3. 3,5 milyon metreküp hafriyat yapılmış.
  4. Mazot tankları.
  5. Dinamit ambarı.
  6. Kantar ve kantar binası.

Resmi olarak bana ait olan ve vergisini ödediği madenimde Bugüne kadar yaptığım işler ve halen bulunan demirbaş ve çıkarılmış maden içinde 5.800.800 TL. (Buna resmen gasp ve devlet terörü denir!) Beşir Yılmaz Başbakan Erdoğan\’a yazdığı dilekçede devam ediyor:

\”Bu para halen bankada duruyor. Buna rağmen Türkiye Kömür İşletmeleri ihaleyi adamlarına ve hortumculara peşkeş çekiyor\”

Beşir Yılmaz\’ ın bu başvurusuna Başbakan Erdoğan bugüne kadar cevap vermemiş.

Beşir Yılmaz\’dan al ve ABD bağlantılı şirketlere ver. Uranyum konusu da bir başka skandal. Güneydoğu resmen petrol deniz i üzerinde ve Türkiye ABD Firmalarının peşinde \’bize petrol bul\’ diye yalvarıyor… İddialar devam ediyor: 6 mühendisin kafaları kesildi.

TPIK diye Türkiye Petrolleri\’nin kurduğu bir kurum yurt dışına petrol arama işlerine giriyor ve bugüne kadar milyar dolar zarar ediyor.

Beşir Yılmaz diyor ki:

  • Kimin hain kimin işbirlikçi olduğunu anlamak çok kolay! Eğer bölgede petrol yok ise neden bana petrol çıkartma ruhsatı verilmiyor. Ruhsat verin 800 metreden petrolü çıkartmazsam ben bu ülkeyi terk ederim. MTA yıllar önce sondaj yaptı 480 metrede su bulundu ve ardından delici aletin ucu kırıldığı için sondaja son verildi. Herkes bilir sudan sonra petrol gelir. Biz yerli teknoloji ile 1200 metreye kadar sondaj yapabiliriz kimseye ihtiyacımız yok. İzni versinler siz görün petrol nasıl fışkıracak.

Bu görüşmemizden bir gün sonra Beşir Yılmaz tekrar aradı ve Soma\’da görevli bir mühendis ile görüşmemi isteyerek telefon numarasını verdi. Adını burada yazmak istemiyor. Mühendis ile görüşmemde daha da çarpıcı gerçekler çıktı ortaya.

Altı ay kadar önce Cudi dağları eteklerinde bulanan 6 insan iskeletinin ne olduğunu bilip bilmediğimi sordu. Ben de \’bilmiyorum\’ dedim. Mühendis ekledi:

  • Bu iskeletler 18 Yıl önce Cudi Dağı\’nda kaybolan 6 Türk petrol mühendisinin iskeletleri. Kafaları kesilerek öldürülmüş..

Dondum kaldım. Ne diyeyim. Kendisi de mühendis olduğu için yalan söylemiyordur diye düşündüm.. Ardından devam etti..

  • Vedat Bey Türkiye maden bakımından dünyanın en zengin ülkesi. Siz Ödemiş yakınlarındaki Bozdağ\’ın dünyanın en büyük altın rezervi olan dağlarından biri olduğunu biliyor musunuz? Ama bu madenleri kimse çıkaramaz. Hatta bu konunun üzerine giden gazeteciler öldürüldü. Uğur Mumcu ve Çetin Emeç\’in öldürülmeden kısa bir süre önce bu madenler üzerine gittiğini biliyorsunuz her halde…

İlgiyle dinledim. O kadar çarpıcı şeyler anlattı ki, yazmaya sayfalar yetmez. İddiaların hepsinin belgeli olduğunu söyleyen bu mühendis, gazete ve televizyon kanallarında hiçbir gazetecinin bu yönde bir haber yapamadığını ve milletin resmen uyutulduğunu örneklerle anlattı.

Beşir Yılmaz\’a son sözüm \’ Bana anlattıklarınızı Genelkurmay\’\’a anlatınız mı?\’ oldu. Aldığım cevap da aynen şöyle.

  • Vedat Bey her şeyi belgeleriyle birlikte bir kaç kez askeri büyüklerimize anlattım ama bugüne kadar bir arpa boyu ilerleme kaydedemedik!

Ne diyeyim, bu milleti korumaya yemin etmiş olanlar utansın!..

Son sözüm: \’AB ve ABD, PKK\’yı boşu boşuna özellikle bu bölgede güçlendirip milletin başına bela etmedi. Bölgeye gelecek barış ortamı Türkiye\’yi ekonomik olarak uçuracak gelişmelere gebedir!..\’

Stratejik Maden BOR

Değer olarak ise dünyada yaklaşık yıllık 1,2 milyar ABD doları kadar B2O3 pazarı bulunmaktadır

BOR madeni ilk bakışta beyaz bir kayayı andırıyor. Çok sert ve ısıya dayanıklı. Doğada serbest bir element olarak değil, tuz şeklinde bulunuyor. Ülkemizde bulunan \’bor\’un kalitesi de diğerlerine oranla daha yüksek. Toprağın 40 metre altında bulunan borun işlenmesi de, diğer elementlerle az karıştığı için kolay. Bor, periyodik sistemin üçüncü grubunun başında yer alan bir elementtir. Bu gurubun diğer üyeleri metal olmasına karşın Bor ametal sayılmaktadır.

Ancak, diğer elementlere olan yüksek kimyasal ilgisi nedeniyle doğada serbest halde bulunmayan bor\’un meydana getirdiği minerallerin, çok eski tarihlerden beri tanındığı ve kullanıldığı bilinmektedir. En yaygın bor bileşikleri; borik asit ve bor\’un sodyum, kalsiyum ve magnezyum ile meydana getirdiği bileşiklerdir.

Kullanıldığı Yerler

  1. Metalürji sanayiinde,
  2. Nükleer reaktörlerde,
  3. Organik kimya sanayiinde,
  4. Cam, seramik, deterjan vb. sanayilerde,
  5. Fotoğrafçılıkta.

Bor Cevherleri

Bor, doğada çoğunlukla borat biçiminde bulunur.Önemli cevherler arasında boraks, kernit ve kolematit sayılabilir.

Ülkemizdeki Bor Yatakları

  1. Balıkesir-Bigadiç, Sındırgı, Susurluk
  2. Bursa-M.Kemalpaşa
  3. Eskişehir-Seyitgazi
  4. Kütahya-Emet

En Önemli Bor İşletme Tesislerimiz

  1. Emet kolemanit işletmesi,
  2. Kırka boraks ve asit fabrikası,
  3. Kestelek kolemanit işletmesi,
  4. Bandırma boraks ve asit fabrikaları,
  5. Bigadiç kolemanit işletmesi

Dünyadaki bilinen bor rezervlerinin %75\’i Türkiye\’de bulunmaktadır.Ayrıca Seyitgazi bölgesindeki yatakların dünyanın en büyük sodyumlu bor tuzu yatağı olduğu saptanmıştır.

Dünyada bor tükeniyor, Türkiye 2012\’de tekel olacak

Türkiye, dünyanın en önemli stratejik madenleri arasında yer alan bor da tekel olma yolunda. ABD Jeoloji Kurumu\’nca dünya genelinde ispatlanmış bor rezervi 3,5 milyar ton olarak hesaplanırken bunun yüzde 80\’i ise Türkiye sınırları içerisinde bulunuyor.

Uzay sanayinden tarım sektörüne kadar her alanda kullanılan bor madenini uzun yıllardır değerlendirmeyen Türkiye\’de tablo değişmeye başladı. Türk kamu şirketi Eti Maden, yüzde 38 payla pazarda liderliği ele geçirirken, rakibi Us Borax ise yüzde 32\’lik pazar payıyla ikinci sıraya geriledi. İngiliz-Avusturya sermayeli şirketin rezervleri beş yıl içinde tükenecek. Türkiye 2012\’de pazarın tek hakimi olurken, 380 milyon dolar seviyesinde olan hammadde ihracatından elde ettiği gelir ise 2 milyar dola- ra çıkaracak.

Etimaden Genel Müdürü Orhan Yılmaz\’ın talebi üzerine Başmüfettiş Galip Türkmen tarafından hazırlanan \’Bor Pazarında Küresel Trendler\’ isimli raporda yer alan tespitlere göre ortaya çıkacak talebin karşılanabilmesi için de yeni yatırımlara ihtiyaç duyulacak.

Finansman için halka arz yöntemine başvurulması önerilen rapora göre, bir devlet şirketi olan Etimaden\’in halka açılması ve özerk bir yapıya kavuşturulmasıyla uluslararası ölçekte sermayeye sahip ve kendi kendini finanse eden bir şirket ortaya çıkacak. Türk Hava Yolları\’nda (THY) yakalanan başarının burada daha kolay elde edilmesi mümkün. Bor madeni halen fiberglas, otomotiv, seramik, nükleer uygulamalar, yakıt teknolojisi, deterjan ve tarım sektöründe yoğun olarak kullanılıyor. Kamuoyunda \’cell\’ teknolojisi olarak bilinen \’yakıt hücreleri\’ üretiminde de katalizör olarak kullanılan maden, savunma sanayiinin de vazgeçilmez hammaddesi.

Dünyada kullanımı giderek yaygınlaşan bor pazarında iki ana firma faaliyet gösteriyor. İngiliz-Avustralya sermayeli Rio Tinto şirketinin bir iştiraki olan US Borax iki sene öncesine kadar sektörün tartışmasız lideriydi. Son dört sene içerisinde hükümetin desteğiyle Etimaden yurtdışı pazarlama faaliyetlerine ağırlık verdi. 2002\’de dünya pazarının sadece yüzde 17\’sini kontrol eden şirket, geçen yıl pazarda lider konuma yükseldi ve pazar payını yüzde 38\’e çıkardı. Etimaden\’in en büyük rakibi olan US Borax ise yüzde 32\’lik payıyla ikinci sıraya geriledi. Bu iki firmanın dışında pazarın geri kalanını Rus, Çinli ve Güney Amerikalı şirketler kontrol ediyor.

Rezerv problemi dışında, petrolde olduğu gibi çıkarma maliyetlerinin de önemli olduğunu ifade eden uzmanlar, Anadolu\’da bor çıkarmak için ton başına ortalama 20 dolar harcanırken, dünyanın başka bölgelerinde bu işlem için 60 ile 100 dolar arasında bir harcama yapıldığına işaret ediyor. Uzmanların dikkat çektiği diğer önemli nokta da bor talebinin sanayileşmiş Batılı ülkelerden Çin, Hindistan gibi ülkelere kaymaya başlaması. Bu ülkelerin büyüme taleplerine bağlı olarak bor fiyatları da artacak.

Madenciler Birliği Başkanı İsmet Kasapoğlu, Türkiye\’nin bor madenlerinden yeterince istifade edemediğine işaret ederek, bunun temel nedeni olarak da sektördeki devlet tekelini gösteriyor: \”Özel sektör ile devlet işbirliğine giderse katma değeri daha yüksek ürünler üretebilir ve daha fazla gelir elde edebiliriz.\”

Özetle

Türkiye\’de bilinen başlıca borat yatakları Batı Anadolu\’da yer almakta ve bu yataklar dünya rezervinin %60-%70\’ine sahip bulunmaktadır.

Türkiye rezervinin % 37\’si Bigadiç, % 34 Emet, % 28\’i Kırka ve % l Kestelek bölgesinde bunmaktadır.

Bigadiç işletmesinde başlıca bor mineralleri kolemanit ve üleksit\’ tir. Boratlar 1-8 m. Kalınlıkta tabakalar halinde killer arasında yer alırlar. Kapalı ve açık ocaklardan üretilen tüvenan cevherler 600.000 ton/yıl tüvenan cevher yıkama kapasiteli konsantratörde zenginleştirilecek, 25-125 mm, 3-25 mm ve O, 2-3 mm kolemanit konsantreleri ile 3-125 mm ve O, 2-3 mm üleksit konsantreleri elde edilir.

Madde Madde İrdelersek

  1. Bor ve ferrokrom tesislerinin kurulusunda Batı\’lıların nasıl yaklaştığını belirtmiştik. Birçok oyalama ve zorluğa rağmen tesisler kurulmuştur. Ayni durum trona için de geçerlidir. Her zaman bor tuzları Batı\’nın gündeminde olmuştur. Dünya bor rezervlerinin %70 ine sahip olan Türkiye, dünya pazarının da %35 ini kontrol etmektedir. Bor üretimini ve pazarlamasını tek elde tutan ülkemiz önemli avantajlar elde etmiştir. Ancak, Bati her yönüyle cazip olan bu kaynağa karsı isteklerini sürdürmektedir. \”Bu nedenle 1986 yılında Morgan Bank\’ın hazırladığı Özelleştirme Master Planında Etibank için holding modeli öngörülmüş, bor ve krom gibi yüksek karlı isletmelerin satış listesine alınması önerilmiştir\”.
  2. Doğal kaynaklarımızın iyi değerlendirilmesinin gerekliliğini tekrarlamak isteriz. Bir ülkenin doğal kaynaklara sahip olması çok önemlidir. Ancak bu kaynakları nasıl kullandığınız, nasıl değerlendirdiğiniz de en az o kadar önemlidir. Dünyada çok zengin kaynaklara sahip olan ülkeler, hala geri kalmışlık kategorisinde yer almaktadır.
  3. Bor, Türkiye için çok önemli doğal kaynaktır. Bu kaynağı ülke menfaatleri doğrultusunda değerlendirmek, nihai bor türevlerinin üretimini gerçekleştirmek ve birilerine peşkeş çektirmemek hepimizin görevidir.
  4. Etibank, madencilik sektörünün geçmişte lokomotifi olmuştur. Günümüzde de bu özelliğini sürdürmelidir. Bor türevleri, Seydişehir Alüminyum ,Yüzüncü Yıl Gümüş Tesisleri\’nin kapasite artırımı ve yenileme projeleri biran önce hayata geçirilmelidir.
  5. Yıllardır savsaklanan Batili Tekellerin oyuncağı haline gelen Trona yatağının da zaman geçirilmeden isletmeye alınması ülke menfaatinedir. Birilerinin isteğine bırakılırsa bir yirmi yıl daha hiçbir şey yapılmadan geçirilecektir.
  6. Türkiye sanayileşmesini tamamlayamadığından, nihai ürünün eldesini sağlayacak teknolojileri de gerçekleştirememiştir. Gelecekte ihtiyacımız olacak cevherleri, bugün, hammadde olarak ihraç ettiğimiz bir gerçektir. Hammadde ihracı ile yeterli katma değer sağlanamaz. Katma değerin yurt içinde kalması için Ar-Ge\’ye ve teknolojik yatırımlara önem verilmelidir.
  7. 21.yüzyıla girerken, maden isçisi asgari ücretle, mühendisler ise komik ücretlerle bu sektörde çalışmaktadır. Birçok alanda mühendisin önemini hala kavrayamamış sözde madenciler mevcuttur.
  8. Hala ülkemizde teknik ve teknolojik gelişmelerden uzak üretim gerçekleştiriliyor. 1 m2 kesitli kuyudan, hem isçi, hem de cevher çıkarılmakta. Kova içinde çıkrık yardımıyla insan, malzeme ve cevher nakli yapılmaktadır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Hem düşündüren hem de utanılacak bir manzara.
  9. Enerji üretiminde öncelikle öz kaynaklarımızın değerlendirilmesi gerekir. Bazı kolaylıklar nedeniyle ithalat cazip gelebilir, ancak bu durum ülkeye uzun vadede bir şey kazandırmaz.
  10. Madencilik sektöründeki KİT\’lerin bugün çeşitli nedenlerle içine düşürüldükleri durumdan biran önce çıkarılmaları gerekmektedir. Yapılmayan yatırımlar nedeniyle meydana gelen teknolojik sorunların çözümü ve politik baskılar sonucu bozulan çalışma barisin yeniden sağlanması zorunludur. Özerk bir yapının oluşturulması, çalışanların örgütleri aracılığı ile yönetimin erkinde temsil edilmeleri ve kamu kuruluşları, politik baskılardan uzak, verimlilik ilkesi çerçevesinde yeniden yapılandırılmalıdır.
  11. Madencilik ve çevre dengesi ülkenin gerçeklerine göre ele alınmalı, \”Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olarak\” slogancı bir anlayışla her şeye karsı çıkmak hiç kimseye birsek kazandırmaz. Bilimsel verilerin ışığında, ekolojik dengeyi bozmadan gereken her türlü önlem alınarak üretim gerçekleştirilmelidir.
  12. Maden armacılığı konusunda 1980\’lerden beri izlenen politikalar iflas etmiştir. Bugün, Ülkemizin doğal kaynaklarının yeterli düzeyde aranmadığını söyleyebiliriz. Maden aramacılığını bir altyapı hizmeti olarak görüyoruz. MTA yeniden yapılandırılmalı, her yönüyle ele alınmalı ve içine düşürüldüğü olumsuzluklardan kurtarılmalıdır.
  13. Madencilik sektörü genellikle günlük politikalarla yönetilmiştir. Sağlıklı bir devlet politikası belirlendiği söylenemez. Gelişmiş ülkeler madenlerin temini konusunda uzun vadeli politikalar oluşturmuşlardır. Dünya hammadde kaynakları sinirlidir. Türkiye mevcut kaynaklarını çok iyi değerlendirmelidir. Gelecekle ilgili politikaları saptamalıdır. Sanayileşmiş bir Türkiye bugün tükettiği cevher miktarının 4-5 katini tüketecektir. Hammaddenin, ne kadarını öz kaynaklardan, ne kadarını ithal yoluyla karşılayacaktır. Madencilik sektöründe uzun erimli politikalar ve stratejiler oluşturmalıdır.

Bor Madeni Gelecekte Petrolün Yerini Alacak

Niğde Üniversitesi tarafından düzenlenen uluslararası \”Kapadokya Yöresinin Jeolojisi\” konulu sempozyum da Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Öğretim üyesi Prof. Dr. Cahit Helvacı, Avrupa Birliği (AB) ve Amerika\’nın bor madenini yakından takip ettiğini belirterek, Irak\’ın başına gelenlerin yakın zamanda Türkiye\’nin de başına gelebileceğine dikkat çekti.

Niğde Kültür Merkezi\’nde başlayan ve 3 gün süren sempozyuma Japonya, Almanya, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Türkiye\’den çok sayıda akademisyen katıldı. Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Niğde Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hamza Uygun, jeolojik oluşumların aynı zamanda sosyal ve kültürel oluşumlarında alt yapısını oluşturduğunu belirterek, \”Yer altı ve yer üstü jeolojik kaynakların verimli kullanılması için bir an önce gerekli adımların atılması gerekiyor. Jeolojik oluşumlar

insanlık tarihi açısından pek kabul gören oluşumlar değildir. Ama aynı zamanda yeni fırsatların yakalanması adına ve sosyal anlamda önemli bir gelişmeye önderlik ediyor. Bazı dönemlerde negatif etkileri olmasına karşın daha sonraki dönemlerde bölgesindeki yapıyı değiştirip, özellikle yeraltındaki kaynaklarıyla sosyal yapının değişmesine büyük katkı sağlamaktadır\” dedi.

Sempozyuma konuşmacı olarak katılan Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cahit Helvacı, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, dünya bor rezervinin yüzde 80\’ine Türkiye\’nin hakim olmasının doğanın Türkiye\’ye bahşettiği en önemli konulardan bir tanesi olduğunu ve AB ve ABD\’nin bor madenini yakından takip ettiklerini kaydetti. Helvacı, \”Fakat Türkiye\’nin sadece buna sahip olması yetmiyor. Aynı zamanda bunun ülke yararına ve stratejik olarak

Kullanılması çok anlam kazanıyor. Onun için bir yandan bilimsel bir yandan teknolojik olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Bor, kendi başına gerçekten çok ilginç bir element. Son derece hafif, ısıya, sertliğe dayanıklı olduğu ve aynı zamanda hidrojenle birleştirildiği zaman enerji kaynağı olabileceği için geleceğin ulaşım sektörünün enerjisini sağlayabilecek tek element Bor madenidir\” diye konuştu.

Temizlikten uzay sanayisine kadar, dayanıklı alaşımların yapılmasından enerji kaynağı olarak kullanılmasına kadar çok geniş bir kullanım alana sahip Bor elementinin güçlü ülkeler tarafından çok sıkı takibe alındığını dile getiren Prof. Dr. Cahit Helvacı, \”Ortadoğu\’daki Arap ülkeleri için petrol neyse Türkiye için Bor madeni de odur. AB ve ABD böylesine öneme sahip bir elementi çok yakından takip etmektedirler. Türkiye\’nin yapacağı, gelecek 500 yıla yetecek olan rezervleri fazla üretmek değil, son derece

Bilinçli ve ileriye dönük hesaplar yaparak kullanmasıdır. Şu an açık seçik görülen konu AB ve ABD ülkelerinin her türlü baskıyı Türkiye\’ye yapmakta olduklarıdır. Yani ekonomik baskıyı kurmuş durumdalar. Bu nedenle bizler bilinçli ve dikkatli olmadığımız taktirde Irak\’ın başına veya diğer ülkelerin başına gelenler Türkiye\’nin başına da gelebilir\” şeklinde konuştu.

Bor araştırmaları için kurulmuş bir enstitümüz bile varmış: http://www.boren.gov.tr/. Ancak ne yazıktır ki kurulduktan sonra basında çalışmaları hakkında çıkmış bir haber görmedim. Umarım ileri ürünler elde etme ve teknoloji geliştirme konusunda çalışmalar yapılıyordur…

Türkiye, Dünyanın 9\’uncu Büyük Ekonomisi Olacak

Türkiye, 2050 yılında, dünyanın 9. büyük ekonomisi olacak.

Goldman Sachs\’ın tahminlerine göre, 2050 yılında, Japonya, Fransa, Almanya, İtalya ve Kanada gibi sanayileşmiş ülkeleri (G7) geçecek olan Türkiye\’nin, milli geliri 6 trilyon doları aşacak.

Uluslararası yatırım danışmanlık kuruluşu Goldman Sachs\’ın 2050 yılına ilişkin dünya ekonomik projeksiyonu raporu ve verilerinden derlenen bilgiye göre, Türkiye, doğru politikaları uygulamayı sürmesi durumunda küresel ekonomideki yeni güç dengesi içinde yer alacak.

2050\’deki yeni dünya ekonomik düzeninde Çin, 70 trilyon dolarlık milli gelir düzeyiyle dünyanın en büyük ekonomisi olacak.

Çin\’i, ABD, Hindistan, Brezilya, Rusya, Endonezya, Meksika, İngiltere ve Türkiye izleyecek.

TÜRKİYE\’NİN MİLLİ GELİRİ 6 TRİLYON DOLARI AŞACAK

Dünyanın 12 en büyük ekonomisi arasında, Türkiye 9. sırada yer alırken, 2050 yılında, Japonya, Fransa, Almanya, İtalya ve Kanada gibi sanayileşmiş ülkeler Türkiye\’yi geriden takip edecek.

Halen 660 milyar dolarlık milli gelire sahip Türkiye\’nin, ilk aşamada 1 trilyon dolar, daha sonra da 6 trilyon dolar ile bugünün 9-10 katı büyüklüğündeki milli gelir düzeyini yakalayacağı ifade ediliyor.

Türkiye\’nin, kişi başına milli geliri ise 2024 yılına kadar, 20 bin ile 25 bin dolar düzeyine yükselecek. 2033 yılına kadar kişi başına milli geliri 30 bin doların üstüne çıkacak olan Türkiye\’de, kişi başına milli gelir, 2040 yılına kadar 40 bin doları geçecek ve 2050 yılında da 60-65 bin dolar düzeyine çıkacak.

Türkiye, Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Endonezya ve Meksika\’dan oluşan (E7), bu ülkelerin ekonomik büyüme hızları ise ABD, Avrupa Birliği, Grup 7 (G7) ile Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütünün (OECD) büyüme hızlarını katlayacak.

Türkiye\’nin de içinde bulunduğu ülkeler, 2025\’te yakalayacakları sanayileşmiş ülkeleri, 2030 yılından itibaren geçmeye başlayacaklar.

Sanayileşmiş ülkeleri geçmeye başlayacak olan Türkiye ve diğer yükselen piyasalarda ulusal para birimleri de değer kazanacak. Bu ülkelerin ulusal para birimlerinin, yıllık ortalama yüzde 2-2,5 oranlarında değer kazanması bekleniyor.

TÜRKİYE, DÜNYA EKONOMİSİNİN İTİCİ GÜÇLERİ ARASINDA YER ALACAK

Rapora göre, Türkiye\’nin de içinde bulunduğu yükselen piyasalar, dünya ekonomisinin itici gücü ve ekonomik dengeleyicisi olacaklar.

Yükselen 7 piyasa, artan dış ticaret hacimlerinin yanı sıra, dünyada en çok yabancı sermaye çekecek ülkeler arasında da yer alacaklar.

Türkiye, BRIC olarak da isimlendirilen, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin\’in hemen arkasından, en büyük ekonomik hıza sahip ülkeler arasında yer alacak.

BRIC ülkeleri ve Türkiye\’nin, ekonomide ve hukukta yapısal reformlar gerçekleştirdiği ve yeni nesil reformlar sayesinde daha rekabetçi bir ekonomi haline geldiği, bunun da yüksek büyüme açısından önemli bir altyapı olduğu kaydediliyor.

Türkiye\’nin, Çin\’den sonra dünyanın en hızlı büyüme kapasitesine sahip ülkesi olduğunun belirtildiği raporda, bu grupta en düşük büyüme hızına sahip olan ülkenin Brezilya olduğu belirtiliyor.

Türkiye, Meksika ve Brezilya gibi ülkelerin, Çin, Hindistan ve Endonezya\’ya göre daha genç nüfus yapısına sahip olmaları nedeniyle, bu ülkelerin büyüme potansiyellerinin daha yüksek olduğu vurgulanıyor.

Goldman Sachs\’a göre, Türkiye\’nin ardından, Güney Kore, Mısır, İran, Pakistan, Vietnam, Filipinler ve Nijerya gibi ülkeler de hızlı büyüyen ülkeler arasında yer alacaklar.

Raporda, Türkiye ile Güney Kore\’nin, sanayileşmiş ülkeleri geçme açısından daha büyük potansiyele sahip oldukları vurgulanıyor.

Fener´i 2 Milyar Dolar Yapan Borsacı Bulundu

5 para etmez Fener\’in değerini birileri güzelce zıplatmış:

Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) borsada önce spor sonra da Denizbank hisselerinde yaşanan olağanüstü yükselişlerin arkasındaki isme sonunda ulaştı ve jet yasak getirdi. Ankara´da borsacılık yapan ve Borsatime adlı bir de internet sitesi olan Uçar Gayrimenkul´un sahibi Özdemir Uçar ve yakınları sonunda SPK´nın ağına takıldı. Kurul, Uçar´la birlikte Abdullah Ercan, Baybora Ercan, Sinan Arslan ve Ersel Düzgün´e zaman geçirmeden işlem yasağı getirdi. SPK, Denizbank hisse senetlerinde yaşanan 10 günlük yüzde 256´lık yükselişin ardından yaptığı manüplasyon incelemesinde Özdemir Uçar ve arkadaşlarının işlemlerini ortaya çıkardı. Denizbank hisse senetleri incelenirken SPK, bir süre önce yine yüzde 100´ü geçen Fenerbahçe ve Trabzonspor hisselerinde de aynı kişinin izine rastladı.

Sığ Hisseti Yükselt

Grubun Uçar önderliğinde çoğunluğu yabancıların elinde bulunan ve piyasada az kalan Fenerbahçe ve Trabzonspor hisselerinde yaptığı manüplasyonla yaklaşık 1 milyon dolar para kazandığı ve bu parayla da yine aynı sığlıkta olan yani piyasada alınıp satılan hisse senetleri çok az kalan Denizbank hisse senetlerinde aynı yöntemlerle yaklaşık 500 bin YTL kazandıktan sonra yakayı ele verdiği belirtildi. Denizbank hisselerinin yüzde 99.69´u bankanın sahibi olan Dexia´da. Bunun karşılığı 78 milyon 757 bin 780 lot hisse. Geriye kalan hisselerden İş Bankası´nda 73 bin, Deutschebank´ta 37 bin, Garanti´de 25 bin, Ak Yatırım´da ise 19 bin lot hisse var. Kurumlar haricinde ise 86 bin lot hisse bulunuyor ve bu da 68 kuruma dağılıyor. Bu hisselerin bugünkü değeri 1 milyon YTL. Denizbank hisse senetleri yükselmeden önceki değeri ise yaklaşık 350 bin YTL´ye denk geliyor. Yani cebine 350 bin YTL koyan herkes bu hisseleri toplayıp aşağı yukarı hareket ettiriyor.

Bakınız hiç Cim Bom Bom \’umun adı geçiyor mu burada? 😀

Danıştay: Alkolmetreyle Ehliyete El Konulamaz

Danıştay, sürücünün alkol düzeyinin belirlenmesinde kan testinin esas alınmasına karar vermiş. Buna göre, vatandaşlar artık alkolmetre cihazından çıkan sonuca itiraz edebilecekmiş:

Trafik ekipleri Mart ayında yapılan rutin kontrollerinden birinde, evine giden İzmir Barosuna kayıtlı Cem Nemutlu\’nun, 0.76 promil alkollü olduğu alkolmetre cihazıyla tespit edildi.

Alkol almadığını ifade eden Nemutlu, sonuca itiraz etti. Karayolları Trafik Yönetmeliğinin ilgili maddesini gerekçe gösteren polis, Nemutlu\’ya \”Biz ancak cihaza üflemek istemeyen ve olay çıkaran kişileri sağlık kuruluşuna götürüyoruz\” yanıtını vererek ehliyete 6 ay süreyle el koydu. Sonuca itiraz eden Nemutlu, tutanağı da imzalamadı.

Kanındaki alkol oranının tespit edilmesi için Adli Tıp Kurumu\’na giden Nemutlu\’ya yetkililer, \”Polis tarafından sevk edilmemiş kişilere kanındaki alkol oranıyla ilgili belge vermemiz mümkün değil\” yanıtını verdi.

Bu olay üzerine Cem Nemutlu, İzmir 2. İdare Mahkemesine başvurdu.

Danıştay 8. Dairesinin benzer kararına dikkati çeken mahkeme, alkolmetre cihazlarıyla yapılan ölçümlerde zaman zaman yanlış sonuçlara ulaşıldığını, itiraz halinde sürücünün kanındaki alkol oranının yetkili sağlık kuruluşlarında, ilk tespit anından itibaren en geç 2 saat içinde yeniden yapılması gerektiğini belirterek, Nemutlu lehinde yürütmenin durdurulması kararını verdi.

Nemutlu, \”Bu cihazlarda zaman zaman sorunlar yaşanabiliyor. Örnek olması açısından böyle bir davayı açtım\” şeklinde konuştu.

Ergenekon Member Explaining About Chief Of The Turkish Military\’s General Staff

A ergenekon member is at Internet TV. Turkish court accepted Ergenekon and Ergenekon members, are Terrorist organization. Now, ergenekon members opened internet tv and they are publishing their ideas via internet videos. Speech is Turkish. Their TV is sometimes online sometimes not, www.m-dtv.com is one of their internet tv. At video they talking about MI5 agent\’s and other agents works about Turkey. At this video he is talking about general staff, president of repubiclic, prime minister etc.

Borsada Hisse, Herkes Ağlarken Alınır

\"\"İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Başkanı Hüseyin Erkan, \”İnsanlar ağlıyor, sızlıyor, \’zarar ettik\’ diye bağırıyorlarsa alma (hisse senedi) zamanıdır. Lokantadaki garson \’ne alalım\’ diye soruyorsa satma zamanıdır. Bu portföy yönetiminin kurallarından biridir\” dedi.

Erkan, küresel kriz ve Türkiye\’deki gelişmelerin borsadaki yansımalarına ilişkin gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Hüseyin Erkan, Türkiye\’deki siyasi belirsizliğe rağmen söylenenlerin tersine İMKB\’den yabancı yatırımcının çıkmadığını, ancak yeni yatırımcının da gelmediğini söyledi. Erkan, \”Türkiye\’nin geleceğinden umutlu oldukları için \’siyasi belirsizlik geçicidir, mutlaka siyasi çözüm gelecek ve düzelecek\’ diye düşünüyorlar. Yabancı yatırımcı kesin olarak satıp çıkmayı düşünseydi, kafaya koysaydı fiyata, alıcıya bakmazdı. O kadar kötü bir gelecek görse hemen çıkar. 2001 krizinde yüzde 60 civarında yabancı payı çıktı. Şu andaki belirsizlik 2001 yılı öncesi durumunda olsaydı faizler gümbür gümbür oynar, borsa düşerdi\” dedi.

Erkan, genellikle yerli yatırımcının bireysel olduğu için çıktığını, yabancının ise kurumsal yatırımcı olduğu için riskini azaltacak bir sürü imkana sahip olduğunu belirterek, şöyle devam etti: \”Yerli yatırımcı, yerli yatırımcıya satıyor, yabancı ise elinde stok tutuyor. Çıkışlar yok. Yılbaşından bu yana hisse senetlerinde 1 milyar dolar çıkış var. Yabancı yatırımcı, yerli kadar etkilenmedi. Yabancı portföy cinsinden yatırımları günlük oynuyor. Tahvil ve bonodan çıkıyor ancak reel faizlerin yüksek olması nedeniyle yatırımlarını, ağırlıklı olarak günlük repoda değerlendiriyor. Repo günlük risktir.\”

Erkan, şu anda yabancı portföy yatırımcısının borsada halka açık olan hisse senetlerinin yaklaşık yüzde 70\’ine sahip olduğunu söyledi.

BAKAN ŞİMŞEK\’İN AÇIKLAMASI

İMKB Başkanı Erkan, Devlet Bakanı Mehmet Şimşek\’in siyasi belirsizliğin bedeline ilişkin açıklaması konusunda ise şunları söyledi: \”Bahsedilen rakamlar endeksin, toplam piyasa değerinin düşmesinden kaynaklanan rakamlar. Bakan, 80 milyar YTL\’lik hisse senetlerindeki düşüşü öyle açıklıyor. 20 milyar YTL de faiz artışından kaynaklanan. Ancak bunlar henüz değer kaybıyla ilgili gerçekleşmiş zararlar değil. Kağıt üzerinde değerlerin düşmesinden oluşmuş olan rakamlar. Ama piyasanın dönmesi halinde tekrar pozitife geçecek durumdadır. Yani satarsanız bu fiyatlardan zararınızı realize edersiniz, zarar etmiş olursunuz. Ama henüz daha gerçek zararlar oluşmadı, en azından hisse senedi piyasasında.\”

BUNUN NEDENİ TÜRKİYE EKONOMİSİNDE KIRILGANLIĞIN KALKMASI

Erkan, bunun nedeninin Türkiye ekonomisinde kırılganlığın kalkması, mali sektörün güçlenmesi, Hazine borçlanmasının azalması olduğunu kaydederek, \”Temel veriler düzgün olan bir ülke. Dinamik büyüme var. Şirket karlılıkları yüksek. Bu beklenti içinde yabancı hissesini satıp çıkmıyorsa piyasanın düzeleceği yönünde beklentisi var\” dedi.

İMKB Başkanı, sermaye piyasasıyla ilgili suçlarda ihtisas mahkemeleri kurulması gerektiğini, bunu hem Sermaye Piyasası Kurulunun (SPK) hem de İMKB\’nin istediğini vurguladı. Erkan, bu konunun Adalet Bakanlığı ile de görüşüldüğünü bildirdi.

ŞU ANDA NE ALAYIM?

Borsanın her zaman uzun vadeli bir yatırım aracı olduğuna dikkati çeken Erkan, \”Borsa riskli bir yatırımdır ama hisse senetleri uzun vadede çok kar getirebilen yatırımdır. Uzun vadede hisse senedinin getirdiğini hiçbir şey getirmez\” diye konuştu.

Erkan, hisse senedi alımındaki uygun zamanı da, \”İnsanlar ağlıyor, sızlıyor, \’zarar ettik\’ diye bağırıyorlarsa alma zamanıdır. Lokantadaki garson \’ne alalım\’ diye soruyorsa satma zamanıdır. Bu portföy yönetiminin kurallarından biridir\” şeklinde açıkladı.

Şu anda \”ne alayım?\” diye soran olmadığını ifade eden Erkan, \”Çünkü herkes satmış durumda. Yaklaşmıyor, korkuyor. Düşen piyasada satılmaz, çıkan piyasada alınmaz. Düşerken al, çıkarken sat. Bu altın kuraldır\” dedi.

Erkan, İMKB\’nin özelleştirilmesinin halen gündemde olduğunu ve bunun yapılması gerektiğini belirtti.

Bu konuda çalışmaların devam ettiğini bildiren Erkan, \”Ama hukuki boşluklar var. Nasıl bir özelleştirme yapılacak? Anonim şirket olduğundan sermayesi kime ait olacak. Bu konuda çalışmalar var\” dedi.

FENERBAHÇE

Erkan, geçen hafta Fenerbahçe hisselerinde ani yükseliş ve düşüş görüldüğünü belirtilerek, \”Bir anda Fenerbahçe Türkiye\’nin önde gelen şirketlerini hisse değeri açısından geride bıraktı. Bu durum için herhangi bir manipülatif inceleme yapmayı düşünüyor musunuz?\” sorusunu, \”İMKB olarak bizim denetim birimimiz sürekli hisselerdeki ani artış ve yükselişleri, herhangi bir spekülatif hareket olup olmadığı yönünde inceleme yapar\” şeklinde yanıtladı.